Css-Sablon / Hosting Tasarımı

Css-Sablon Arkadaşlar Bu Tasarım "CSS-SABLON" 01.09.2009 Tasarımlarındandır ... Bu Kısma Sitenizle İlgili Duyuruları Yazabilirsiniz ...

Site Duyuruları

2. Duyuru

Arkadaşlar Bu Tasarım "CSS-SABLON" 01.09.2009 Tasarımlarındandır ... Bu Kısma Sitenizle İlgili Duyuruları Yazabilirsiniz ...

Site Duyuruları

3. Duyuru

Arkadaşlar Bu Tasarım "CSS-SABLON" 01.09.2009 Tasarımlarındandır ... Bu Kısma Sitenizle İlgili Duyuruları Yazabilirsiniz ...

Site Duyuruları

Css-Sablon

Profesyonel Webmaster Hizmeti


Myspace Graphics

Atatürkün Hayatı

T. C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Konu Anlatım İlköğretim 8 Bir Kahraman Doğuyor Sevgili öğrenciler, konularımıza başlamadan önce T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin önemi ve amaçları üzerinde durmak istiyoruz. Tarih bilimi, geçmişteki olayları araştırarak ve değerlendirerek geleceğe ışık tutmamıza yardımcı olur. Geçmişteki bir olayın sonucu kendisinden sonraki olayların nedenleri arasında yer alır. Tarih bilimindeki bu ilke günümüzdeki olayların açıklanmasında son derece önemlidir. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi, modern Türkiye'nin kuruluş sürecini ve gelişmesini anlatmaktadır. I. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılarak Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalayan Osmanlı Devleti'nin toprakları işgal edilmeye başlanmıştı. Bu durum karşısında Türk milleti, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde büyük fedakarlıklarla bağımsızlık mücadelesine girişmiş ve mücadeleyi kazanmıştır. Bundan dolayı bağımsızlığın nasıl kazanıldığını, Atatürk'ün yaptıklarını ve ilkelerini öğrenmemiz, Türkiye'ye yönelik iç ve dış tehditlerin farkına varmamız gerekmektedir. T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi, devletimizin ve milletimizin bu seviyeye nasıl geldiğini anlatmaktadır. Bu durum dersin önemini daha da artırmaktadır. T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz: > Türk bağımsızlık savaşı, Atatürk inkılâpları ve Atatürkçü düşünce sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihini öğretmek > Türkiye ve Atatürkçü düşünceye yönelik tehditler hakkında doğru bilgiler vermek > Türk gençliğini ülkesi, milleti ve devleti ile bölünmez bir bütünlük içinde ulusal hedefler etrafında birleştirmek > Türk gençliğini Atatürkçü düşünce doğrultusunda yetiştirmek ve güçlendirmek > Günümüzün ve geleceğin sorunlarına Atatürkçü bir yaklaşımla çözümler getirebilecek tutum, davranış ve yetenekler kazandırmak ! MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN HAYATI Çocukluk Yılları ve Çevresi Türk Milli Mücadelesinin lideri, Türkiye Cumhuriye-ti'nin kurucusu, büyük asker ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk, 1881'de Selanik'te doğmuştur. Osmanlı Devleti döneminde nüfus kayıtları düzenli tutulmadığından dolayı doğum günü kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Atatürk, doğum gününü soranlara "Neden 19 Mayıs olmasın?" cevabını vermiştir. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi'dir. Makbule adında kız kardeşi vardır. Ali Rıza Efendi, önce devlet memurluğu yapmış, daha sonra da ticarete atılmıştır. Ali Rıza Efendi ileri görüşlü, yeni fikirlere saygı duyan bir kişiydi. Geleneklere bağlı olarak yetişen Zübeyde Hanım, çevresindeki kadınlardan farklı olarak okuma yazma biliyordu. Atatürk'ün doğduğu ev Mustafa, Osmanlı Devleti'nin çöküşüne yol açan olayların yoğunlaştığı Rumeli'nin en önemli kenti olan Selanik'te büyümüştür. Çocukluk ve gençlik dönemleri Balkanlar, İstanbul ve ülkenin değişik yerlerinde geçmiştir. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi ortamı ve toplumu iyi gözlemlemiş, bunlardan dersler çıkarmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin çöküş nedenlerini ve kurtarılma yollarını düşünme imkanı elde etmiştir. Atatürk'ün ailesi Öğrenim Hayatı Ali Rıza Efendi, Mustafa'yı ilk önce Zübeyde Ha-nım'ın istediği mahalle mektebine yazdırdı. Bir süre sonra mahalle mektebinden alarak çağdaş eğitim veren Şemsi Efendi ilkokulu'na kaydettirdi. Ancak kısa bir süre sonra babası ölünce okuldan ayrılıp annesiyle birlikte dayısının çiftliğine yerleşmek zorunda kaldı. Atatürk, "çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek meselesine aittir." demiş, bu anıyı hayatı boyunca unutmamıştır. Annesi Mustafa'nın okumasını istiyordu. Bu nedenle onun Selanik Mülkiye Rüşdiyesi'ne (ortaokul) kaydolmasını sağladı. Ancak asker olmak isteyen Mustafa Kemal bu okula devam etmedi. Gizlice sınavlara girerek kazandığı Selanik Askeri Rüştiyesi'ne kaydoldu. Bu okuldaki matematik öğretmeni yüzbaşı Mustafa Efendi, genç öğrencisinin zekası ve yetenekleri karşısında sınıftaki diğer Mustafalardan ayrılması için "Kemal" ismini ilave etti. Burayı bitirdikten sonra, Manastır Askeri idadisi'ne (Lise) girdi (1895). Manastır Askeri İdadisi Mustafa Kemal'in yetişmesinde önemli bir adım olmuş, ona yeni ufuklar açmıştır. Burası Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu sıkıntıları hisseden, tartışan, her gün yeni şeyler öğrenen genç insanların bulunduğu bir ortamdı. Buradan istanbul Harp Okulu'na giren Mustafa Kemal üstün başarı ile mezun oldu (1902). Daha sonra Harp Akademisi'ne girdi. 1905'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olarak Osmanlı ordusuna katıldı. Atatürk'ün yetişmesinde zamanın eğitim sisteminin büyük etkisi olmuştur. Selanik'te Fransızca kurslarına devam eden Mustafa Kemal, dönemin önemli düşünce adamları Ömer Naci, Namık Kemal, Ziya Gökalp ve tarih öğretmeni Tevfik Bey'den önemli ölçüde etkilenmiştir. Batıda ise Monteskiyo, Jan Jak Ruso ve Volter gibi Fransız İhtilali'nin büyük düşünürleri Mustafa Kemal üzerinde izler bırakmıştır. Askerlik Hayatı Mustafa Kemal, Harp Akademisi'ni bitirdikten sonra ilk olarak Şam'daki 5. Ordu'ya tayin edildi. Böylece askerlik hayatı başladı. Şam'a giderken arkadaşlarına "Benim için hayat yeni başlıyor." demişti. Buradan Makedonya'ya tayin edildi. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra çıkan 31 Mart Ayaklanması sırasında Selanik'te kurulan Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı olarak görev yaptı. 1911'de başlayan Trablusgarp Savaşı'na gönüllü olarak katıldı. Bölgeye kılık kıyafet ve kimlik değiştirerek gitti. Bölgedeki kabileleri örgütleyerek Deme ve Tobruk'ta İtalyanlara karşı önemli başarılar kazandı. Binbaşı rütbesiyle İstanbul'a döndü. I. Balkan Savaşı sırasında Çanakkale'de görev aldı. II. Balkan Savaşı'nda Bolayır'da hazırladığı birliklerle Edirne'nin geri alınmasında görev aldı. Ardından Sofya'ya Balkan Ülkeleri Askeri Ateşemiliteri olarak gönderildi. 1914'de yarbaylığa yükseldi. t I. Dünya Savaşı sırasında ilk önce Çanakkale Cephesi'nde görev aldı. Üstün silah gücüne sahip düşman kuvvetlerini Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayı-n'nda yenilgiye uğrattı. Burada gösterdiği başarılar Turk halk' tarafından tanınmasını sağladı. Çanakkale Savaşlarından sonra generalliğe yükseltilerek Kafkas Cephesi'ne gönderildi. Muş ve Bitlis'i Ruslardan geri aldı. I. Dünya Savaşı sona erdiği sırada Suriye'de bulunan Yıldırım Ordularının Grup Komutanı idi. Mustafa Kemal, askerlik yaşamı boyunca her bakımdan mükemmel bir komutan olduğunu göstermiştir. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında görev aldığı her cephede komutanlık sanatının bütün inceliklerini göstermiş, Türk milletinin gönlünde taht kurmuştur. Bu nedenle Milli Mücadelenin lideri olduğunda herkes tarafından kolayca kabullenilmiştir. Fikir Hayatı Atatürk sadece bir asker değil aynı zamanda mükemmel bir fikir adamıdır. Onun fikirlerinin olgunlaşmasında Fransız İhtilali'nden sonra yaygınlaşan demokrasi, hürriyet, eşitlik, adalet, milliyetçilik düşünceleri etkili olmuştur. Ayrıca okuduğu askeri okullar ve yaptığı görevler de siyasi hayatının oluşmasında önemli rol oynamıştır. XIX. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü, siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar Mustafa Kemal'in üzerinde derin izler bırakmıştır. O, daha öğrencilik yıllarında ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtulması, modern ve çağdaş Türk toplumunun oluşması için çalışmalara başlamıştır. Bu konuda akıl ve mantığı kendine rehber edinmiştir. Mustafa Kemal'in fikir hayatının en kuvvetli tarafı özellikle tarih okumasından ileri gelir. Atatürk, Tevfik Fikret ve Namık Kemal'in hürriyetçi, Ziya Gö-kalp'in de Türkçülük konusundaki fikirlerinden etkilenmiştir. Atatürk'ün fikirleri, tarihi gelişim içinde olgunlaşmış ve Atatürkçü Düşünce Sistemi ortaya çıkmıştır. Bu düşünce sistemi içinde Türk milletinin gideceği yolda altı temel ilke tespit etmiştir. Atatürk ve Dört Şehir Atatürk'ün fikir hayatının oluşumunda Selanik, Manastır, Sofya ve İstanbul şehirlerinin önemli etkileri olmuştur. Selanik Atatürk'ün çocukluğu ve gençliği Osmanlı Devleti'nin en bunalımlı yıllarına rastlar. Atatürk'ün doğduğu Selanik şehri, Osmanlı Devleti'ne bağlı Makedonya eyaletinini liman şehri idi. Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin çöküşüne yol açan olaylar Rumeli'de yoğunlaşmıştı. Selanik de Rumeli'nin en önemli kenti idi. Bu bölge ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda komşu ülkelerden etkilenen bir bölgeydi. Hristiyan milletlerin Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmaları, büyük devletlerin yayılma politikaları en çok burada hissediliyordu. Selanik, toplumsal yapısı nedeniyle farklı fikirlerin ve birçok siyasi yapının oluştuğu yerdi. Büyük bir kültür merkezi de olan Selanik'te Türk okullarından başka değişik devletlerin açtığı yabancı okullar da vardı. Selanik'te, Tanzimat Fermanı'nın ilanından (1839) itibaren hürriyetçilik ve milliyetçilik taraftarı aydınlar faaliyet göstermekteydi. Bu yönleriyle Selanik, Osmanlı Devleti'nin siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan önemli merkezlerinden birisiydi. Selanik'in bu özellikleri Mustafa Kemal'in düşünce yapısının oluşmasını önemli ölçüde etkilemiştir. Mustafa Kemal'in ülkenin geleceği ile ilgili kararlar alırken daha gerçekçi ve sağduyulu davranmasını sağlamıştır. Manastır Makedonya'nın önemli bir şehri olan Manastır, stratejik bir öneme sahipti. Atatürk, Selanik Askeri Rüş-tiyesi'ni bitirdikten sonra Manastır Askeri İdadisi'ne girdi. 1896 ile 1898 yılları arasında Manastır Askeri İdadisi'nde okudu. Buradaki eğitimi sırasında şiir ve hitabet sanatıyla illgilenmeye başladı. Hatta kendisi "Eğer hitabet hocamız Alay Emini, Mehmet Asım Efendi imdadıma yetişmeseydi ben de şair olup çıkacaktım, çünkü hevesim vardı." demektedir. Çünkü Mehmet Asım Efendi, şiir ve hitabetle uğraşmasının askerlikte başarılı olmasını engelleyeceğini söylemişti. Mustafa Kemal, edebiyat alanında Namık Kemal ve eserlerinden önemli ölçüde yararlandı. İdadideki Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Naküyiddin Yücekök Bey, başarılı bir öğrenci olan Atatürkle yakından ilgileniyordu. Kurmay subay olarak mutlaka yabancı bir dil öğrenmesi gerektiğine inandığı için Fransızca öğrenmesine büyük destek veriyordu. § N Tarihe özellikle de Türk tarihine büyük merak duyan Mustafa Kemal'e tarih öğretmeni Kolağası Tev-fik Bey yeni ufuklar açmıştır. Atatürk'ün burada başlayan tarih sevgisi hayatı boyunca devam etmiştir. Mustafa Kemal'i Manastır'da iken en çok etkileyen olay 1897 yılında başlayan Türk - Yunan savaşıdır. Bu savaşta önemli bir zafer kazanan Türk ordusunun anlaşma masasında zarara uğraması Atatürk'te engin bir vatan sevgisinin oluşmasında etkili oldu. Gönüllü olarak savaşa katılmak istediyse de bunda başarılı olamadı. Selanik ve Manastır şehirlerinin Avrupa kültüründen çok çabuk etkilenmesi ve Osmanlı yönetiminin bu şehirleri çok sıkı kontrol altında tutamaması, yönetime karşı olanların faaliyetlerini artırmalarına neden olmuştur. Mustafa Kemal de çeşitli çevreler ile ilişkiye girerek kendisini her yönden geliştirmiştir. Sofya Mustafa Kemal'in Sofya'daki yaşantısı batılı bir toplum içinde ilk yaşayışı olması açısından yararlı bir deneme olmuştur. Burada ilk kez bir Avrupa başkentindeki toplum hayatının incelikleriyle karşılaşmıştır. Mustafa Kemal, Fethi Bey'in arkasından ataşemili-ter olarak Sofya'ya geldiği zaman şehirde Balkan Savaşlarının acısı unutulmaya çalışılıyordu. Mustafa Kemal buradaki görevine ciddi olarak sarılmıştı. Bu görevin askeri olduğu kadar siyasi olduğunu da düşünüyordu. Memleketi yakından tanımak ve özellikle nüfuzlu Türk azınlığıyla daha yakın ilişki kurmak çabasına girişti. Türklerin oturduğu bölgeleri dolaştı. Soydaşlarının bu yabancı ülkede çok iyi bir hayat sürdüklerini görerek hayret etti. Bulgaristan Türkleri rahatça ticaret yapıyor, bunda da başarı gösteriyorlardı. Türkler, Plevne'de ve daha başka yerlerde endüstri kurmuşlardı. Her yerde, daha Türkiye'de benzeri görülmeyen güzel okullar açılmıştı. Mustafa Kemal, kendi ülkesinde de kendi milletinin nasıl bir yaşam düzeyine erişebileceği ve erişmesi gerektiği üzerinde belirli bir düşünce edinmeye başladı. Mustafa Kemal, Sofya'da parlamento rejiminin nasıl işlediğini de gözüyle görüp öğrenmiştir. Arkadaşı Şakır Zümre, Bulgar Meclisinde milletvekiliydi. Bir sürü partilerden oluşan bu mecliste, Türk milletvekillerinden kurulu on yedi kişilik küçük grup, sayısıyla ölçülmeyecek bir önem taşırdı. Karışık tartışmalar arasında dengeyi korur, arada bir de oylarıyla bir tarafın ağır basmasını sağlardı. Mustafa Kemal, meclisin balkonunda oturur, görüşmeleri dikkatle izler, ileride yararlanmak üzere parlamento taktiklerini derinlemesine incelerdi. İstanbul Atatürk, 13 Mart 1899'da İstanbul'daki Harp Oku-lu'nda eğitime başladı. Atatürk, siyasal düşüncelerinin burada olgunlaşmaya başladığını söylemektedir. Burada eğitimine devam etmekle birlikte ülke sorunlarıyla da ilgili düşünmeye başlamıştır. Çünkü ülke yönetiminde yanlışlar olduğunu fark etmişti. Askerlik hayatı süresince değişik görevlerde bulunan Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918'de istanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde göreve başladı. Bu dönemde İstanbul, itilaf Devletleri'nin işgali altına girmişti. İstanbul'un dışında diğer Anadolu şehirleri de işgal altındaydı. Buna karşılık İstanbul Hükümeti işgallere tepki göstermemekteydi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'daki zayıf kadro ile vatanın kurtarıla-mayacağının farkındadır. Herkesin umutsuz olduğu bir ortamda O, herşeyin bitip kaybolduğunu kabul etmiyordu. İstanbul'da arkadaşlarıyla konuşuyor, tartışıyor, çözüm yolları araştırıyordu. Sonunda kararını verdi. Anadolu'ya geçecekti. Orada bir Milli teşkilat kurup mücadeleye başlayacaktı. Tek güvencesi Türk milletinin bağımsızlık ve mücadele aşkıydı. Bu durum karşısında tek çarenin Anadolu'ya geçip Türk halkını örgütlemek olduğunu anladı. 1 üf 19 Mayıs 1919'da Bandırma Vapuru ile Samsun'a çıkarak Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Bu tarihlerde Karadeniz bölgesindeki Rumlar, Türkleri katlediyordu. Türklerin de kendilerini korumak için yaptıkları mücadeleler bölgede karışıklığın yaşanmasına neden oluyordu. İtilaf Devletleri'nin bölgedeki karışıklıkları gidermek için Osmanlı Devleti'ni uyarması üzerine Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gönderildi. Mustafa Kemal'in asıl amacı ise Türk milletinin bağımsızlığını sağlamaktı. Karşılaştığı bütün zorluklara rağmen yılmadı. Kurtuluş Savaşı'nı başlattığında yalnız Türk milletine olan güveni vardı. Bu durumu "Benim kuvvet ve kudretim, halkın bana gösterdiği emniyet ve itimattan ibarettir." sözü ile belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, İstanbul'da karşılanırken (6 Ağustos 1929) ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİ VE ÖZELLİKLERİ Vatan ve Millet Sevgisi Atatürk'ün vatan ve millet sevgisi, fedakarlıklarla dolu hayatının her döneminde hayranlıkla söz edilecek hatıralarla doludur. Türk milleti hakkında verilen esaret ve ölüm kararına karşı çıkarak Milli Mücadeleye girişmesi Atatürk'ün vatan ve millet sevgisinin en açık göstergesidir. "Bu vatan, çocuklarımız için cennet yapılmaya layıktır." sözleriyle de vatan sevgisini ortaya koymuştur. Hayatının sonlarına doğru hastalığının kendisine büyük rahatsızlık vermesine rağmen vatanını ihmal etmemiş, Hatay'ın ana vatana katılması için mücadele etmiştir. Türk milletini çok iyi tanıyan Atatürk, yaptığı her şeyi Türk milletine inanarak ve güvenerek yapmıştır. O, Türk milletine güvendiği gibi Türk milleti de O'na güvenmiş ve bu karşılıklı inançtan Kurtuluş Sava-şı'nda başarı ve yeni bir devlet doğmuştur. Daha 1923 yılında, "Benim kuvvet ve kudretim halkın bana gösterdiği emniyet ve itimattan ibarettir." sözü ile kuvvetinin kaynağını açıklamıştır. "Milli Mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır." diyerek Türk milletinin büyüklüğünü ve tarihi rolünü ifade etmiştir. Curnnuıbaşkanı t..- «lUbtafa Kemal, Kütahya ~t~.~s-yonu'nda bir yurttaş ile dilekçesi hakkında konuşurken (24 Ocak 1933) Yaratıcı Düşüncesi "Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğunda herkes, onlara delilik der." diyen Atatürk, çok kısa bir zamanda Türkiye'yi çağdaş, modern ve laik bir devlet yapısına kavuşturmuştur. Dehası, olağanüstü durumlarda başka kimsenin yüklenemeyeceği işleri yapmasını sağlamıştır. Onun bu yönü gerek askerlik, gerekse siyaset ve devlet adamlığı alanlarında yapmış olduğu çalışmalarından açıkça ortaya çıkmaktadır. Atatürk, uzak görüşü ile Türk milletinin yaşama kabiliyetini sezmiş ve onun sesini dünyaya duyurmuştur. Yahya Kemal Beyatlı Atatürk'ün bu özelliğini, "Mustafa Kemal Paşa'nın asıl dehası Samsun'a çıktığı günden itibaren Türk milletinin istiklal iddiasında oluşunu sezişindedir." demiştir. İşgal edilmiş ve dağılmış bir devlet yerine bağımsız bir devlet kurması, çağdaşlaşma ve ilerleme yolunda çok kısa sürede alışılmış bir düzenin ve hayat tarzının dışında yenilikler ortaya koyması, kimsenin düşünemediği veya cesaret edemediği inkılap hareketlerini gerçekleştirmesi onun cesaretini ve yaratıcı gücünü göstermektedir. 13 İleri Görüşlülüğü Atatürk'ün büyük bir devlet adamı olma yönünü oluşturan en önemli özelliklerinden birisi de ileri görüşlü olmasıdır. O'nun bu özelliği en iyi bir şekilde Osmanlı Devleti'ni yeniden canlandırmak yerine çağın gereklerine uygun yeni bir devlet oluşturma çabasında görülmektedir. Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumu iyi tespit eden Atatürk, yapılması gerekenleri I. Dünya Savaşı başlamadan planlamış ve gerekli tedbirleri düşünmüştür. I. Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti'nin de girdiği günlerde bu savaşta Almanların yenileceğini, Çanakkale Savaşı'nın sonlarına doğru, düşmanın birkaç gün içinde çekilebileceğini ve 1937 yılında, İtalya'nın Habeşistan'a saldırmasıyla II. Dünya Savaşı'nın başlamış olduğunu söylemesi olayların gidişinden sonucun ne olacağını görebildiğini göstermektedir. Ayrıca Atatürk'ün, II. Dünya Savaşı'nın çıkacağını ve bu savaşın sonuçlarını tahmin etmesi ileri görüşlülüğüne bir kanıttır. O, II. Dünya Savaşı çıkmadan önce, "Bir dünya harbi olacaktır. Bu harp neticesinde dünyanın durumu ve dengesi baştan başa değişecektir, işte bu sırada doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza mütareke yıllarından daha çok felaketler gelmesi mümkündür." demiştir. 1933 yılında dönemin Mısır büyükelçisine, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şöyle demiştir: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen manileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır." Asya ve Af-rika'daki gelişmelere baktığımızda Atatürk'ün ne kadar ileri görüşlü olduğunu daha iyi anlayabiliriz. İnkılapçılığı Atatürk, Türk inkılabının hem fikri hazırlığını yapmış, hem de onu başarıya ulaştırmıştır. Atatürk'e göre, "İnkılap, var olan müesseseleri zorla değiştirmek demektir. Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeniyet icaplarına uygun, ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymaktır." Atatürk'ün inkılapçı yapısı Türk toplumunun tarihi gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti'nin sona erişini net bir şekilde gören Atatürk, durum değerlendirmesi yaptıktan sonra tarihi kararını vermiştir. Bağımsızlık mücadelesini kazandıktan sonra yeni bir devlet kurması ve o devleti modern bir hale getirmesi onun inkılapçılık özelliğinin en büyük göstergesidir. Atatürk, yaptığı inkılapların amacını ve Türk gençliğinin inkılaplara sahip çıkması gerektiğini şu sözleriyle ifade etmiştir: "Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılapların ana ilkesi budur. Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere başvurulmuştur. Bize gelince; inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız." Atatürk, Türk toplumuna yeni bir zihniyet, yeni bir görüş ve yeni bir düşünce getirmiştir. Atatürk'ün inkılapçılık yönü Batılılar tarafından da ilgi görmüş, tarihe mal olmuş ve yaşayan inkılapçılarla kıyaslan-mıştır. . ütürk yeni Türk harflerini öğretirken Atatürk'ün idealleri, daha gençlik yıllarında şekillenmiş ve zamanı gelince uygulanmak üzere bir sisteme bağlanmıştır. O'ndaki vatan ve millet sevgisi ideallerinin oluşmasında önemli bir unsur olmuştur. O'nun idealleri Türk milletinin ihtiyaçlarından doğmuş, Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi'nde gerçekleşmiştir. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığını en büyük ideal olarak benimseyen Atatürk, "Türk halkı, asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali bir lazımı hayatiye telakki etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır. Yaşayamaz ve yaşamayacaktır." demiştir. N Atatürk, Türk milletinin bağımsız olmasını sağlamakla birlikte sosyal, ekonomik ve kültürel zaferlerin kazanılması için de mücadele etmiş ve bunu bir hayat felsefesi haline getirmiştir. Önder Oluşu İnsanlık tarihinin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarında birisi olan Atatürk, bağımsızlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bulunan Türk milletine yol göstermiş bir liderdir. Düşüncesi, davranışları ve uygulamalarıyla çok yönlü bir lider olan Atatürk, Türk milletinin kalbinde saygın bir yere sahip olmuştur. Hayata bir asker olarak atılan Atatürk, komutanlığını yaptığı birçok savaşı kazanmıştır. Atatürk'ün bağımsızlık mücadelesi esir milletlerin de kurtuluşu için umut kaynağı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'ni kurması ve başarıyla yönetmesi de yetenekli bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Atatürk, yapacağı işleri günlerce, bazen aylarca düşünerek hazırlardı. "Benim her emrim yapılır; çünkü, benden yapılmayacak emirler çıkmaz." demesi vereceği kararlarda nasıl hassas davrandığını da göstermektedir. Atatürk ayrıca verdiği kararların ısrarlı takipçisi olmuş ve her işini mutlaka istediği şekilde sonuçlandırmıştır. Atatürk, milleti yönetirken dürüst bir siyaset takip etmiş ve "Her an tarihe karşı, cihana karşı hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak lazımdır." sözleriyle verdiği kararların ve gerçekleştirdiği işlerin sorumluluğunu da taşımıştır. Atütürk çalışırken Atatürk, Türk toplumuna yeni bir zihniyet, yeni bir görüş ve yeni bir düşünce getirmiştir. Atatürk'ün inkılapçılık yönü Batılılar tarafından da ilgi görmüş, tarihe mal olmuş ve yaşayan inkılapçılarla kıyaslanmıştır. Atatürk, yaptığı inkılapların amacını ve Türk gençliğinin inkılaplara sahip çıkması gerektiğini şu sözleriyle ifade etmiştir: "Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılapların ana ilkesi budur. Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere başvurulmuştur. Bize gelince; inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız." Birleştirme ve Bütünleştirme Gücü Atatürk, Milli Mücadeleyi gerçekleştirmek için birleştirici ve toplayıcı bir lider olmuştur. O'ndaki bu özellik Milli Mücadele sırasında açıkça ortaya çıkmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra başlayan işgallere karşı Türk milletinin kurduğu bölgesel cemiyetleri tek bir çatı altında birleştirmiş, I. TBMM'de farklı görüşteki milletvekillerini aynı amaca yönelterek uyumlu çalışmalarını sağlamıştır. Atatürk'le beraber Milli Mücadeleye atılan ve başarılı hizmetler veren Rauf Orbay bu konudaki düşüncesini şöyle belirtmiştir: "Mustafa Kemal Paşa, mücadeleye atılmasaydı bu memleket kurtulamazdı. Anadolu'nun tehlikeye düşen yerlerinde, batıda, doğuda ve güneyde başlayan ve bir yurtsever düşüncenin mahsulü olan, zayıf milli mukavemet hareketleri, Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştiril-meseydi her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi." Başka bir ifadesinde de "Mustafa Kemal olmasaydı da Milli Mücadele olurdu. Nitekim yer yer mukavemet hareketleri daha önce başlamıştı. Ancak Mustafa Kemalsiz Milli Mücadelenin sonucu, Anadolu'da Tevaif-i Müluk devrinin ihyası, parçalanmış bazı küçük beyliklerin kurulması olurdu." demiştir. Atatürk, Milli Mücadele sonrasında da birleştirici ve bütünleştirici olmaya devam etmiştir. Bu durum Atatürk'ün milliyetçilik ilkesiyle ifade edilmiştir. Milliyetçilik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk milletinde milli benlik duygusu meydana getirmiştir. Gençlik yıllarında dünyadaki siyasal gelişmelerle ilgilenen ve yönetim şekillerini inceleyen Atatürk, Türk milletinin yapısına en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğuna inanmıştır. Bundan dolayı kurduğu yeni devletin millet egemenliği esasına dayanmasını istemiştir. § 15 Mantıklı ve Gerçekçi Oluşu Hayatı boyunca akıl ve mantığa büyük önem veren Atatürk; çağdaş yaşamın, siyasi ve sosyal sorunların çözümünün bilimde ve mantıkta bulunabileceğini ifade etmiştir. Bir devlet adamı olarak, "Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur." diyerek ilhamını hayatın gerçeklerinden almış ve uygulamalarını bu gerçekçiliğe dayandırmıştır. O'nu büyük devlet adamı ve evrensel bir lider yapan; üstün kişiliğinin yanında akıl ve mantıkla hareket etmesidir. Bu durumu, "Bizim; akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek, en belirgin özelliğimizdir." sözleriyle ifade etmiştir. boğumu Şemsi Efendi 2 Okulu'na başlaması gj Selanik Mülkiye 2 Rüştiyesi'ne başlaması g Selanik Askeri 2 Rüştiyesi'ne başlaması g Manastır Askeri 2 İdadisi'ne başlaması , g Harp Okulu'na 2 başlaması , §J Harp Akademisi'ne 2 başlaması ^ o Kurmay Yüzbaşı olarak 2 orduya katılması 1^. g Hareket Ordusu ile ^ 2 İstanbul'a gelmesi £ Trablusgarp Savaşı'na 2 katılması •2 Sofya Ateşemiliterliği'ne 2 atanması jw 2 Çanakkale Cephesi'nde ^ 2 önemli başarılar kazanması !2 Ruslardan Muş ve 2 Bitlis'i geri alması ^ 2 Yıldırım Orduları Srup X Komutanı olması 2 9. Ordu Müfettişi olarak 2 Samsun'a gitmesi İÇ! evaplı Atatürk'ün Hayatı (1881 - 1919) 1. Atatürk'ün aşağıdaki sözlerinden hangisi barışa verdiği önemi en iyi açıklar? A) Yurtta sulh, cihanda sulh. B) Adalet mülkün temelidir. C) Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. D) Ne mutlu Türk'üm diyene! Mustafa Kemal, herkesin vatanın bütünlüğünden ve milletin bağımsızlığından ümidini kestiği bir dönemde ortaya çıkmış ve Türk milletine mücadele azmi kazandırmıştır. Farklı görüşleri, farklı düşünceleri biraraya getirmiştir. Ulusu en güzel şekilde sevk ve idare ederek yenilmez görünen düşmanları ve güçlükleri yenmesini bilmiş, milletini tek vücut halinde yeniden bağımsızlığına kavuşturmada liderlik yapmıştır. Yukarıdaki paragrafta Atatürk'ün hangi yönü üzerinde durulmuştur? A) Barışa önem vermesi B) Mantıklılığı C) Birleştirme ve bütünleştirme gücü D) Gurura yer vermemesi Atatürk, çok kısa bir zamanda Türkiye'yi çağdaş, modern ve laik bir devlet yapısına kavuşturmuştur. Buna göre Atatürk ile ilgili, I. İnkılapçı düşünceye sahiptir. II. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli rol oynamıştır. III. Dünya barışının sağlanmasına katkıda bulunmuştur. yargılarından hangisi ya da hangilerine ulaşılabilir? A) Yalnızl C) Yalnızlll B) Yalnız II D) I ve II 16 1 Görünür cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilgiye uğrayabilir. Fakat; bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Önemli olan, memleketi temelinde yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çökmesidir. v.________________ _____________________/ İ Bu söze dayanarak Atatürk'ün aşağıdaki-lerden hangisine daha fazla önem verdiği söylenebilir? A) Tekniğe B) Orduya C) Milli birliğe D) Barışa 5. Mustafa Kemal bir sözünde; "Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Millî kültürümüzü çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkaracağız." demiştir. Bu söz Mustafa Kemal'in kişisel özelliklerinden hangisini en iyi ifade eder? A) İleri görüşlülüğünü B) Mantıklılığını C) Sabır ve disiplin anlayışını D) İdealistliğini 6. Atatürk'ün, I. Önder olması II. Birleştirme ve bütünleştirmeci gücü III. İleri görüşlülüğü özelliklerinden hangileri Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında etkili olmuştur? A) I ve II B) I ve III C) II ve III D) I, II ve III 7. Atatürk 1923'te yaptığı bir konuşmada Hatay için, "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz. Günü gelecek siz de kurtulacaksınız." demiş ve 1939'da Hatay Türkiye'ye katılmıştır. Atatürk'ün bu sözü, onun hangi özelliğini yansıtmaktadır? A) İleri görüşlülüğünü B) Sabır ve disiplin anlayışını C) Vatanseverliğini D) Hakikati arama gücünü 8. "Yurt toprağı sana herşey feda olsun, kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın." Atatürk'ün yukarıdaki sözü onun hangi özelliğiyle ilgilidir? A) İleri görüşlülüğüyle B) Vatanseverliğiyle C) Barışçılığıyla D) İnsan ve insanlık sevgisiyle "Görünür cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilgiye uğrayabilir. Fakat; bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Önemli olan, memleketi temelinde yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çökmesidir. Atatürk'ün Çanakkale Cephesi'nde verdiği yukarıdaki emir, daha çok aşağıdaki özelliklerinden hangisiyle ilgilidir? A) Akıl ve bilimi rehber edinmesiyle B) Disiplinli olmasıyle C) Vatan sevgisiyle D) Banşseverliğiyle C. T. : 1-A 2-C 3-A 4-C 5-D 6-D 7-A BOLUM 2 Milli Uyanış, Yurdumuzun İşgaline Tepkiler 20. YÜZYILIN BAŞINDA OSMANLI DEVLETİ VE AVRUPA'NIN DURUMU OSMANLI DEVLETİ Siyasi Durum Osmanlı Devleti, 18. yüzyıla kadar dünyanın sayılı devletlerinden birisiydi. Ancak gerek Avrupa'daki, gerek kendi bünyesindeki gelişmelerin etkisiyle gücünü kaybetmiştir. Osmanlı Devleti'ni siyasi alanda etkileyen önemli gelişmeler şunlardır: Fransız İhtilali Osmanlı Devleti, geniş sınırlara ulaşmasıyla birlikte farklı ırk ve dinden bir çok ulusu da bünyesinde barındırmaya başlamıştı. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik hareketi, Osmanlı Devleti içindeki milletler arasında hızla yayıldı. 19. yüzyılda Balkanlarda ve Arap eyaletlerinde belirli bölgeleri Osmanlı idaresinden ayırarak bağımsız devletler kurma çabaları ortaya çıktı. Avrupa devletleri, özellikle de Rusya, bu ayaklanmaları destekliyordu. Balkanlarda yoğun olarak görülen bu ayaklanmaların bağımsızlık ile sonuçlanması Osmanlı Devleti'nin sınırlarının daralmasına neden olmuştur. II. Meşrutiyet İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin çalışmaları sonucu 1908 yılında meşrutiyet yönetimi yeniden kuruldu. Ancak bu rejime karşı olanlar İstanbul'da bir ayaklanma çıkardılar. 31 Mart Olayı denilen bu ayaklanmayı Selanik'ten gelen Hareket Ordusu bastırdı. Mahmut Şevket Paşa komutasındaki bu orduda Mustafa Kemal de yer almıştır. Osmanlı Devleti'ndeki bu iç kargaşa ortamından yararlanan Avusturya, Bosna-Hersek'i topraklarına katmış, Girit Yunanistan'a bağlanmış, Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etmiştir. i a Trablusgarp Savaşı Sömürgecilik yarışında geç kalan İtalya'nın gelişen sanayisi için ham madde ve pazara ihtiyacı vardı. Bundan dolayı Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumdan yararlanarak Trablusgarp'a saldırdı (1911). Osmanlı Devleti, Trablusgarp'ta aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu az sayıdaki vatansever subayın mücadelesiyle önemli başarılar kazandı. Ancak bu subaylar Balkan Savaşlarının başlaması üzerine geri dönmek zorunda kaldılar. İtalya ile yapılan Uşi Antlaşması (1912) ile de Trablusgarp İtalya'ya bırakıldı. Böylece Osmanlı Devleti, Kuzey Af-rika'daki son toprağını da kaybetmiştir. Balkan Savaşları Osmanlı Devleti, Balkan topraklarını yaklaşık 450 yıl egemenliği altında bulundurmuştu. Ancak 20. yüzyıl başlarında Balkan devletlerinin kendi aralarında kurduğu ittifakla yapılan savaşlar bu egemenliği de büyük ölçüde sona erdirmiştir. Balkan uluslarından Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ Osmanlı Devleti'ne karşı birlikte hareket etmişlerdir. 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesiyle başlayan I. Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti başarılı olamamıştır. Osmanlı Devleti'nin başarılı olamamasında, > Bazı komutanlar arasında anlaşmazlıklar olması > Savaş sırasında askeri birliklerin birbirleriyle bağlantı kuramamaları > Ordunun ihtiyaçlarının yeteri kadar karşılanamaması > Balkanlardaki Osmanlı ordusunun düzensiz olması ve bir kısmının savaştan önce serbest bırakılması gibi nedenler etkili olmuştur. Birinci Balkan Savaşı 30 Mayıs 1913'te imzalanan Londra Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Edirne dahil Balkanlardaki bütün topraklarını kaybetmiştir. Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti'nden aldıkları toprakları paylaşamamaları İkinci Balkan Savaşı'na neden olmuştur. Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ile I. Balkan Savaşı'ndayer almayan Romanya birleşerek Bulgaristan'a savaş açtılar. Bu durumdan yararlanan Osmanlı Devleti saldırıya geçerek Edirne ve Kırklareli'yi geri almıştır. Bulgaristan'ın yenildiği bu savaştan sonra Balkan devletleri arasında Bükreş Antlaşması imzalandı. Osmanlı Devleti de Bulgaristan ile İstanbul, Yunanistan ile Atina, Sırbistan ile de İstanbul Antlaşma-sı'nı imzaladı. Osmanlı Devleti bu antlaşmalarla Balkanlarda kalan Türklerin haklarını korumaya çalışmıştır. Ekonomik Durum Osmanlı Devleti; Coğrafi Keşifler, kapitülasyonlar, Sanayi İnkılabı ve sömürgecilik faaliyetleri sonucunda ekonomik alanda zor durumda kalmıştır. Kapitülasyonlar Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupa'da Osmanlı Devleti'ne karşı oluşabilecek Hristiyan birliğini bozmak amacıyla Fransa'ya tanıdığı ayrıcalıklar bir süre sonra diğer devletlere de tanındı. Zamanla kapitülasyonlar üzerindeki denetimini kaybeden Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin açık pazarı haline geldi. Bu durum Osmanlı ekonomisinin önemli ölçüde zarar görmesine neden olmuştur. Ekonomik gücü iyice azalan Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda Avrupa devletlerinden borç alma yoluna gitti. Ancak alınan borçların ödenememesi üzerine alacaklı devletler, Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi'ni kurarak Osmanlı Devleti'nin önemli gelir kaynaklarına el koydular. Bu durum Osmanh Devleti'nin bağımsız ekonomi politikası takip etmesini engellemiştir. Sömürgecilik Avrupa devletleri, bilim ve teknikteki gelişmelerden yararlanıp askeri ve ekonomik alanlarda güç kazanırken Osmanlı Devleti bu yeniliklerden yeterince yararlanamadı. Coğrafi Keşifler sonucunda yeni ticaret yollarının bulunması, Osmanlı Devleti'nin ekonomik alanda zarar görmesine neden oldu. Sanayi İnkılabı ile birlikte sanayileşme sürecini tamamlayan devletler ham madde ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve pazar bulabilmek amacıyla Osmanlı topraklarına göz diktiler. Bu amaçla Fransa; Cezayir (1830) ve Tunus'u (1881), İngiltere ise Kıbrıs (1878) ve Mısır'ı (1882) işgal etmiştir. AVRUPA DEVLETLERİ 18. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen Sanayi inkılabı ve Fransız İhtilali, Avrupa devletlerini siyasi ve ekonomik açıdan önemli ölçüde etkilemiştir. İlk defa ingiltere'de başlayan Sanayi İnkılabı daha sonra diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. Bu ülkeler büyük fabrikaların kurulması ile birlikte ucuz ve bol miktarda ürettikleri ürünler için ham madde ve pazar aramaya başladılar. Başta İngiltere olmak üzere Fransa, Belçika, Hollanda gibi devletler kendi sınırları dışında kalan bölgelerde egemenlik kurdular. Böylece ekonomik ve siyasi çıkar elde ettiler. Bu devletlere daha sonra İtalya ve Almanya da katıldı. 19. yüzyılın ikinci yarısında İtalya ve Almanya'nın siyasi birliklerini kurması Avrupa'daki dengenin bozulmasına neden oldu. Devletler arasında yaşanan rekabet Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasında etkili oldu. Ekonomik bakımdan gelişerek dünyanın sayılı devletlerinden biri olmayı amaçlayan Rus Çarlığı, sıcak denizlere inme ve Slav ulusları bir çatı altında toplama politikası takip ediyordu. Bu politikaları doğrultusunda Osmanlı Devleti'ne saldırıyor, Balkan uluslarını kışkırtıyordu. Devletlera rasındaki ilişkilerde önemli rol oynayan unsurlardan birisi de Fransız İhtilali'nin yaydığı fikirlerdir. 1789 yılındaki Fransız İhtilali sonucunda milliyetçilik, eşitlik, adalet ve özgürlük gibi kavramlar öne çıkmıştır. "Her milletin kendi devletini kurması" esasına dayanan milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti ve Avusturya - Macaristan İmparatorluğu gibi çok uluslu devletlerin yıkılmasında etkili olmuştur. Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında toprak kaybetmesi, I. Dünya Savaşı'na girmesinde etkili olmuştur. Sanayi İnkılabı ve Fransız ihtilali, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa devletlerinin iç ve dış siyasetlerinin belirlenmesinde etkili olmuştur. I. DÜNYA SAVAŞI (1914 - 1918) Savaşın Nedenleri Sömürge Yarışı 18. yüzyılda Avrupa'da başlayan Sanayi İnkılabı sonunda üretimdeki artış, hammadde ve pazar ihtiyacını artırdı. Sanayileşen ülkeler hammadde ve pazar ihtiyacını karşılamak için büyük sömürge imparatorlukları kurdular. Bu konuda başı çeken ülkeler İngiltere ve Fransa oldu. 1870'li yıllarda siyasi birliğini tamamlayıp sanayisini geliştiren Almanya, dünyada sömürgeleştirilecek fazla bir yer kalmadığı için İngiliz ve Fransız sömürgelerine göz dikti. Bu durum I. Dünya Savaşı'nın en önemli nedeni oldu. Bloklaşma ve Silahlanma Yarışı Almanya ile İngiltere arasında başlayan gerginlik olası bir savaş durumuna karşı silahlanma yarışına neden oldu. Almanya, Avusturya - Macaristan ve İtalya ile birlikte İttifak Devletleri grubunu kurdu. Buna karşılık İngiltere de Fransa ve Rusya ile anlaşarak İtilaf Devletleri grubunu oluşturdu. Gruplaşmalar devletler arasındaki rekabeti ve silahlanma yarışını daha da artırdı. Milliyetçilik Akımının Etkileri 19. yüzyılda milliyetçilik hareketleri etkisini iyice artırdı. Etnik açıdan son derece karmaşık bir yapıya sahip olan Balkanlarda bu durum daha fazla hissedilmekteydi. I. Dünya Savaşının Başlaması 1914'te Saraybosna'yı ziyaret etmekte olan Avusturya - Macaristan veliahdı Ferdinand bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bu durum I. Dünya Sa-vaşı'nı başlatan olay oldu. Avusturya - Macaristan İmparatorluğu, Ferdinand'ın öldürülmesi olayının sorumluluğunu Sırbistan'a yükledi. Katillerin Sırbistan tarafından korunduğunu ileri sürerek Sırbistan'a savaş açtı. Rusya, Sırbistan'ın yanında yer aldı. Fransa ve İngiltere de Rusya'yı destekledi. Almanya ise Avusturya - Macaristan'ın yanında savaşa katıldı. İtalya savaşın başlarında tarafsızlığını ilan etti. Bir süre sonra da Almanya'dan ayrılıp İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa girdi. Savaş sırasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan Almanya'nın yanında, Japonya, ABD, Romanya ve Yunanistan ise İtilaf Devletleri'nin yanında I. Dünya Savaşı'na girmiştir. Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesi ve Savaştığı Cepheler Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinde, > Son zamanlarda kaybedilen (Kars, Ardahan, Ba-tum, Mısır, Batı Trakya, Ege adaları vb.) yerleri geri alma > Siyasi yalnızlıktan kurtularak devletin parçalanmasını önleme > Kapitülasyonları kaldırma > İktidardaki ittihat ve Terakki liderlerinin aşırı Alman hayranı olması ve savaşı Almanya'nın kazanacağına inanmaları düşünceleri etkili olmuştur. Almanya başlangıçta Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapmaktan kaçınmıştır. Ancak savaşın uzayacağı anlaşılınca Osmanlı Devleti'ne duyduğu ihtiyaç artmıştır. Almanya, Osmanlı Devleti'ni kendi yanında savaşa sokarak, > Cephe sayısını çoğaltıp savaşı geniş bir alana yaymayı, bu yolla Avrupa'daki savaş yükünü azaltmayı > Süveyş Kanalı ve Boğazları kontrol ederek İtilaf Devletleri'nin sömürgeleri ve Rusya ile bağlantısını kesmeyi > Osmanlı hükümdarının halifelik sıfatından yararlanarak bütün Müslümanları İtilaf Devletleri'ne karşı kullanmayı > Osmanlı Devleti'nin insan gücü ve hammadde kaynaklarından yararlanmayı amaçlamıştır. i Bu gelişmeler sonunda İttihatçılarla Almanlar arasında gizli bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmadan sonra Akdeniz'de İngilizlerden kaçan iki Alman savaş gemisi Osmanlı Devleti'ne sığındı. Osmanlı Devleti'nin satın aldığını ilan ettiği bu iki gemi daha sonra Karadeniz'e çıkarak Rus limanlarını bombaladı. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Böylece Osmanlı Devleti de I. Dünya Sa-vaşı'na girmiş oldu. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesiyle, savaş daha geniş bir alana yayılmıştır. OSMANLI DEVLETİ'NİN SAVAŞTIĞI CEPHELER Kafkas Cephesi Bu cephe 1914'te Rus saldırısıyla açıldı. Osmanlı kuvvetleri Rusları durdurmayı başardı. Bu sırada Almanlarla da anlaşan Enver Paşa karşı taarruza geçmeye karar verdi. Amacı; Doğu Anadolu'daki Rus ordusunu arkadan çevirmek, Azerbaycan'ı ele geçirerek Baku petrollerini kontrol altına almak ve Türkistan'a ulaşmaktı. Enver Paşa'nın Sarıkamış üzerinden başlattığı karşı taarruz ağır kış şartları, açlık ve salgın hastalıklar yüzünden büyük kayıplar ve başarısızlıkla sonuçlandı. İlkbaharda saldırıya geçen Ruslar, Erzurum, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı aldı. 1916'da Doğu Cephesi'ne atanan Mustafa Kemal Paşa, Muş ve Bitlis'i Ruslardan geri aldı. Bu sırada Rusya'da ihtilal çıktı. İktidarı ele geçiren Sovyet Rusya ile Brest Litowsk Antlaşması yapıldı (1918). Bu antlaşma ile Rusya, 1878'de Berlin Antlaşması'yla aldığı Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı Devleti'ne geri verdi. Böylece bu cephe kapanmış oldu. Çanakkale Cephesi Bu cephe İtilaf Devletleri tarafından açıldı. İtilaf Devletleri, > Boğazlar yoluyla zor durumda bulunan Rusya'ya erzak ve cephane yardımı yapmayı > İstanbul'u alarak Osmanlı Devleti'ni savaş dışı bırakmayı > Balkan devletlerini kendi yanlarında savaşa sokarak Balkanlardan Almanya'ya karşı yeni bir cephe açmayı istemişlerdir. İtilaf Devletleri bu amaçlara ulaşmak için kuvvetli bir donanma hazırladılar. Ancak deniz ve kara savaşlarında ağır yenilgilere uğradılar. Çanakkale Savaşları Osmanlı Devleti'nin galibiyetiyle sonuçlandı. Çanakkale Savaşları sırasında 34 yaşında kurmay yarbay olan Mustafa Kemal, aldığı kararlar ve yaptığı uygulamalar ile hem savaşın hem de Türk milletinin kaderi üzerinde etkili oldu. Askeri ve araziyi çok iyi tanıması, harita okuma ve alan araştırması konusunda detaylı düşünebilmesi başarısında önemli bir rol oynamıştır. Mustafa Kemal, Arıburnu ve Anafartalar'da, Çimentepe'ye doğru ilerleyen düşman kuvvetlerinin geri püskürtülmesinde ve Conkbayırı'ndan düşmanın atılmasında önemli rol oynadı. Mustafa Kemal'e başarılarından dolayı "Muharebe Altın Liyakat Madalyası" verildi. Çanakkale Savaşları, > I. Dünya Savaşı'nın bir süre uzamasında > İngiltere ve Fransa'dan yardım alamayan Rusya'da karışıklıklar çıkmasında > Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti ve Almanya'nın yanında savaşa girmesinde > Mustafa Kemal'in Türk halkı tarafından tanınmasında ve milli mücadele ruhunun doğmasında etkili olmuştur. Irak Cephesi Bu cephe; > Irak petrollerini ele geçirmek, > Türk ordusunun İran'a girmesini engellemek, > Kafkasya üzerinden Rusya'ya yardım ulaştırmak isteyen İngilizler tarafından açılmıştır. Osmanlı Devleti Irak'ta önemli başarılar elde etti. Kut El Amara Savaşları kazanılarak İngiliz kuvvetleri esir edildi. Ancak bu başarılar devam ettirilemedi. Toparlanan İngilizler çok büyük kuvvetlerle yeniden saldırıya geçtiler. 1917'de Bağdat'ı alan İngilizler, 1918'de Musul sınırlarına kadar geldiler. Mondros Ateşkes Anlaşmasından üç gün sonra da Musul ve Kerkük'ü işgal ettiler. f Kanal - Filistin ve Suriye Cephesi Osmanlı Devleti, Almanların da isteğiyle; İngiltere'nin Hindistan sömürgeleriyle en kısa yolu olan Süveyş Kanalı'nı almak ve Mısır'ı yeniden ele geçirmek amacıyla Kanal harekatını başlattı. 1915'de başlatılan harekat başarısızlıkla sonuçlandı. Çok büyük kuvvetler toplayan İngilizler önce Sina yarımadasını ele geçirdiler, ingilizler Arapları da isyan ettirerek ilerlemeye başladılar. 1917'de Filistin'i ele geçirdiler. 1918'de Suriye'yi de alarak Anadolu sınırlarına kadar dayandılar. 1918'de Yıldırım Ordularına atanan Mustafa Kemal, İngilizleri Halep'in kuzeyinde durdurdu. Bu sırada Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı ve bu cephede de savaşlar sona erdi. GALİÇYA CEPHESİ RUSYA AVUSTURXA-, MACARİSTAN' Ana Cepheler Müttefiklerine Y Ettiği Cepheler ^tl Müttefiklerine Yardım I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin savaştığı cepheler Diğer Cepheler Osmanlı Devleti yukarıdaki cepheler dışında Hicaz ve Yemen'de isyan eden Araplar ve İngiliz kuvvetleriyle savaştı. Ayrıca müttefiklerine yardım amacıyla, Makedonya, Romanya ve Galiçya'da Rus, Romen ve Sırplara karşı kuvvet gönderdi. Savaşın Sona Ermesi 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı dört yıl sürdü. 1917'de Rusya'da çıkan Bolşevik İhtilali Almanya ve müttefiklerini ümitlendirdi. Ancak kısa bir süre sonra ABD'nin savaşa girmesiyle durum değişti. Taze, dinç ve çok iyi silahlanmış Amerikan kuvvetlerinin Avrupa'ya çıkmasıyla Almanların batı cephesi çöküverdi. Böylece Almanya, Avusturya - Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti'nin içinde yer aldığı İttifak Devletleri yenildi. Savaşta yenen ve yenilen bütün devletler çok zarar gördü. Milyonlarca insan öldü. Şehirler yakılıp yıkıldı. Savaştan sonra yenenlerle yenilenler arasında önce ateşkes sonra da barış antlaşmaları yapıldı. Avrupa'nın haritası yeniden çizildi. İmparatorluklar yıkıldı. Milli devletler kuruldu. Devletlerin yönetim sekililerinde köklü değişiklikler oldu. Osmanlı Devleti savaşın yenilgiyle sonuçlanacağının anlaşılması ve müttefiklerinin savaştan çekilmeye başlaması üzerine 30 Ekim 1918'de İtilaf Devletleriyle Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalayarak savaştan çekildi. MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI (30 Ekim 1918) 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı yaklaşık dört yıl sürdü. 1918 sonlarına gelindiğinde ABD'nin savaşa girmesiyle Almanların batı cephesi çökmüştü. Bulgarların savaştan çekilmesiyle Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki bağlantı da kesilmişti. İtilaf Devletleri bir taraftan Suriye ve Irak'ı alarak Anadolu kapılarına dayanmışlar, bir taraftan da Balkanlardan yeni bir cephe açarak doğrudan İstanbul üzerine yürümeye hazırlanıyorlardı. Durumun tamamen ümitsiz bir hal aldığını gören İttihatçıların birçoğu yurt dışına kaçmışlardı. Böyle bir durumda yapacak bir şey kalmadığını gören Osmanlı yöneticileri İtilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldılar. Mondros Ateşkes Anlaşmasının Önemli Maddeleri 1. Çanakkale ve istanbul Boğazlan açılacak, buralardaki istihkamlar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir. > Anlaşmanın bu maddesi İstanbul ile Anadolu arasındaki bağlantının kesilmesine neden olmuştur. 2. Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için bırakılacak bir miktar kuvvet dışında Osmanlı ordusu terhis edilecek, Osmanlı savaş gemileri, ağır silahlar ve cephaneler itilaf Devlet-leri'nin gözetiminde olacaktır. > Bu madde ile Osmanlı Devleti'nin savunma gücü ortadan kaldırılmıştır. 3. Anadolu dışında savaşan Osmanlı kuvvetleri en yakın itilaf Devleti birliğine teslim olacaktır. 4. Osmanlı Devleti bütün liman ve tersaneleri, To-ros tünellerini, demiryollarını, telgraf ve telefon hatlarını İtilaf Devletleri'nin denetimine verecektir. > İtilaf Devletleri bu madde ile yapacakları işgaller sırasında ulaşım ve haberleşme hatlarını kontrol ederek Türk halkının organize olarak işgallere karşı koymasını engellemek istemişlerdir. 5. itilaf Devletleri ile Ermenilere ait esirler serbest bırakılacak, Türk esirler ise bırakılmayabilecektir. > Bu madde devletlerin eşitliği ilkesine aykırıdır. 6. Doğudaki altı vilayette (Van, Erzurum, Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Sivas) karışıklık çıkarsa oralar da işgal edilecektir. > itilaf Devletleri bu madde ile Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesine zemin hazırlamışlardır. 7. itilaf Devletleri, güvenliklerini tehlikeye düşürecek herhangi bir olay olursa istedikleri yerleri işgal edebilecektir. > İtilaf Devletleri bu madde ile ileride yapacakları işgaller için gerekçe oluşturmayı amaçlamışlardır. Mondros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti'nin savunma gücü ortadan kalkmış, orduları dağıtılmış, orduya ait bütün silah ve cephanelere limanlara, ulaşım ve haberleşme hatlarına el konulmuştur. Bu durum Osmanlı Devleti'nin fiilen sona erdiğini göstermektedir. PARİS BARIŞ KONFERANSI (1919) İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı'ndan sonra yenilen devletlerle yapacakları barış antlaşmalarının esaslarını belirlemek üzere Paris'te bir konferans topladılar. Konferansla İngiltere, Fransa ve İtalya etkiliydi. Konferans sonunda, > Dünya barışının korunması ve devletler arası sorunların çözümü için Milletler Cemiyeti kuruldu. > Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ile yapılacak barış anlaşmalarının esasları belirlendi. > Manda ve himaye sistemi kabul edildi. > İzmir'in Yunanistan'a verilmesi kararlaştırıldı. İtilaf Devletleri aralarındaki bazı anlaşmazlıklardan dolayı Osmanlı Devleti ile yapılacak barışın esaslarını belirleyemediler. Bu nedenle Osmanlı Devleti ile yapılacak barışı sonraya bıraktılar. İŞGAL HAREKETLERİ İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan hemen sonra aralarındaki gizli anlaşmalara uygun bir şekilde Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladılar. İlk işgal ateşkesten üç gün sonra İngilizlerin Musul'u almasıyla başladı. Ardından 13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri'nin donanması İstanbul önlerine geldi. Aynı gün Mustafa Kemal Paşa da Suriye Cephe-si'nden İstanbul'a dönmüştü. Boğazdan geçerken işgal güçlerinin donanmasına bakıp yaverine dönerek, Geldikleri gibi giderler." demiştir. İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Anlaşması'nın çeşitli hükümlerine dayanarak Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladılar, ingilizler, Musul'dan sonra Antep, Maraş, Urfave Mardin'i işgal ettiler. İngilizler daha sonra Irak'ta hak iddia etmemesi şartıyla Antep, Maraş ve Urfa'yı Fransızlara bırakmışlardır. Fransızlar; İskenderun, Dörtyol ve Adana'yı işgal ettiler, italyanlar; Antalya, Burdur, Muğla ve Konya'ya asker çıkardılar. İzmir'in İşgali (15 Mayıs 1919) I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri'nin aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarda İzmir ve çevresinin İtalya'ya verilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı'na Yunan Başbakanı Venizelos bazı sahte belgeler sundu. KARADENİZ Samsun «Bursa Ankara , •. ^Eskişehir kesir — Küf»»ya Q cPtf^c Aydın 2 o o Muğla Afyon® A^kşehir Cj> J ™ony i ^ Maraf Adana ;r? Antakya Antep Musul ^ <3- 1 İNGİLİZLER FRANSIZLAR 1 İTALYANLAR ] YÜNANULAR ERMENİLER GÜRCÜLER Boğazlar Bölgesi Bugünkü Sınırlar ! sonra işgal e- yerler Bu belgelerde Batı Anadolu'da Rum nüfusun Türklerden fazla olduğu, Rumların Türkler tarafından katledildiği iddia ediliyordu. Yunanistan bu iddiaları ileri sürerek İzmir'in işgalini haklı gerekçelere dayandırmaya çalışıyordu. İngiltere, Doğu Akdeniz ve Ege'de kuvvetli bir italyan varlığını çıkarlarına aykırı buluyordu. Bu nedenle Venizelos'un iddiaları İngilizler tarafından da desteklendi. Nitekim İtalya'nın tüm itirazlarına rağmen İzmir ve çevresinin Yunanistan'a verilmesi kararlaştırıldı. Yunanlılar, İtilaf Devletleri'nin donanmasının da desteğiyle 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ettiler. Yunan askerleri bölgedeki Rumların da desteğiyle İzmir ve çevresinde işgal ettikleri yerlerde Türklere karşı geniş çaplı bir katliam uyguladılar. İzmir'in işgali Anadolu'da geniş yankı buldu. Türk halkı işgale sert tepki gösterdi. Bölgedeki askeri birliklerin de desteğiyle Kuvayı Milliye birlikleri kuruldu. Yunan işgaline karşı şiddetli bir direniş başladı. İzmir'in işgali Türk halkının işgallere karşı direnişinin artmasına neden olan en önemli olay olmuştur. İŞGALLERE KARŞI TEPKİLER Azınlıkların Tepkileri Osmanlı Devleti içerisinde değişik ırk ve dinden azınlık gruplar yaşamaktaydı. Bu azınlık gruplar Osmanlı yöneticilerinin hoşgörüsü sayesinde dinlerini, dillerini ve kültürlerini korumuşlardı. Bu azınlık gruplardan bir kısmı Avrupalı devletlerin yardım ve desteğiyle Osmanlı Devleti'nden ayrılarak bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. Anadolu'da yaşayan Rumlar ve Ermeniler ise bulundukları yerlerde küçük bir azınlığı teşkil ettiklerinden Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmışlardı. Anadolu'da yaşayan Rumlar ve Ermeniler Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü güç durumdan yararlanmak istediler. Temel amaçları işgalleri kolaylaştırmak ve bağımsız devlet kurmaktı. İtilaf Devletleri tarafından da desteklenen Rumlar ve Ermeniler amaçlarına daha kolay ulaşabilmek için çeşitli cemiyetler kurdular. Bu cemiyetlerin yardımlarıyla oluşturulan Rum ve Ermeni çeteleri Türklere karşı baskı ve zulüm yapmaya başladılar. Amaçları Türkleri göçe zorlayarak bulundukları yerlerde nüfus üstünlüğünü ele geçirmekti. İstanbul Hükümetinin Tutumu İstanbul Hükümeti işgaller karşısında tamamen sessiz kaldı. Onlara göre işgalci güçlere karşı koymak imkansızdı. Oysa Osmanlı Devleti'nin devamı, padişah ve halifenin varlığı her şeyden önemliydi. Bu nedenle tamamen yok olmaktansa küçük bir toprak parçası üzerinde, büyük devletlerden birinin himayesinde de olsa devletin varlığını devam ettirmesi önemliydi. İstanbul Hükümeti'ne göre; İtilaf Devletleri'ne karşı gelmek onların işgallerini daha da artırabilirdi. Bu nedenle onların her istediği derhal yerine getirilmeliydi. İstanbul Hükümeti'nin bu görüşlerini destekleyen ve körü körüne padişaha bağlı olanlar da vardı. Bu kişiler padişah ve halifeyi, İstanbul Hüküme-ti'ni desteklemek amacıyla birçok cemiyet kurmuştur. Bu cemiyetler Anadolu'daki Milli Mücadele hareketinin karşısında yer almışlardır. Türk Halkının Tutumu Türk halkı, yabancı işgalleri ve azınlıkların zararlı çalışmaları karşısında sessiz kalmamıştır. Yapılan işgaller ve haksızlıklar karşısında İstanbul Hükümeti'nin hiçbir şey yapmadığını görünce derhal harekete geçmiştir. Türk halkı ilk olarak haklarını hukuksal yollardan korumak amacıyla müdafaa-i hukuk cemiyetleri kurmuştur. Bölgesel kurtuluş yolları araştıran bu cemiyetler çeşitli yollarla dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmış, ancak istediği başarıyı elde edememiştir. Yabancı işgallerin giderek yaygınlaşması ve azınlıkların zararlı çalışmalarının artması üzerine Türk halkı silahlı mücadele yoluna başvurmuştur. İşgaller karşısında vatanı koruma ve bağımsız yaşama isteğinin sonucu olarak halkın içinden çıkan bu direniş ruhuna Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler) denmiştir. Türk milletinin direnme gücünü ve vatanseverliğini simgeleyen Kuvay-ı Milliye Ruhu Kurtuluş Savaşı kazanılana kadar devam canlı kalmıştır. Mustafa Kemal'in Tutumu Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada Suriye'de Yıldırım Orduları Grup Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. Aynı gün İtilaf Devletleri donanması da istanbul'a gelmişti. Bunu gören Mustafa Kemal Paşa kurtuluşa olan inancını "Geldikleri gibi giderler!" söziyle ifade etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da bulunduğu sürece yurdun kurtuluşu için çalışmalar yapmış, ancak burada bir şey yapılamayacağını görmüştür. Mustafa Kemal Paşa; Anadolu'daki milli cemiyetlerin birleştirilmesi ve Türk halkının yeterince bilinçlendirilmesi halinde kurtuluşun mümkün olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Anadolu'ya geçmek istiyordu. Bu sırada 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gitmesi, orada hem 9. Ordu'nun terhis işlemlerini yapması, hem de bölgedeki Türklerle Rumlar arasındaki çatışmaları önlemesi istendi. Mustafa Kemal bu kararı Milli Mücadele hareketi için bir fırsat olarak değerlendirip kabul etti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak Milli Mücadele hareketini başlattı. YARARLI ve ZARARLI CEMİYETLER Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra ortaya çıkan durum, Osmanlı Devleti içerisinde çeşitli cemiyetlerin kurulmasına neden olmuştur. Bu cemiyetlerden bir kısmı; işgalci güçlerle işbirliği yapmışlar, vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını yok etmeye yönelik çalışmalar içinde olmuşlardır. Bu cemiyetlere "Milli Varlığa Düşman Cemiyetler" denmiştir. Bir kısım cemiyetler ise Türk halkının haklarını savunmaya, vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını korumaya çalışmışlardır. Bu cemiyetlere ise "Milli Cemiyetler" denmiştir. MİLLİ VARLIĞA DÜŞMAN CEMİYETLER Bu cemiyetler genelde işgalci güçlerle işbirliği içerisinde vatanın bütünlüğünü parçalamaya yönelik çalışmalar içinde olmuştur. Bu cemiyetlerden bir kısmı azınlıklar tarafından kurulmuştur. Bir kısım cemiyetler ise Türkler tarafından kurulmuş olmasına rağmen çalışmaları, vatanın bütünlüğüne ve milletin bağımsızlığına zarar vermiştir. f Azınlıkların Kurduğu Cemiyetler Ermeni Taşnak ve Hınçak Cemiyeti: Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesi için çalışmıştır. Mavri Mira Cemiyeti: Rumlar tarafından kurulmuştur. Amacı Batı Anadolu ve Trakya'yı Yunanistan'a katmaktır. Cemiyet bölgede nüfus çokluğunu sağlayabilmek için Rusya'dan Rum göçmen getirmiştir. Etniki Eterya: Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırmak isteyen Rumlar tarafından kurulmuştur. Pontus Rum Cemiyeti: Artvin'den Samsun'a kadar uzanan kıyı şeridinde bir Rum devleti kurmak için çalışmıştır. Türkler Tarafından Kurulan Cemiyetler Sulh ve Selamet-i Osmaniye Cemiyeti: Bu cemiyet İstanbul Hükümeti'nin başında bulunan Damat Ferit Paşa'nın düşünceleri doğrultusunda hareket etmiştir. Milli cemiyetlere karşı düşmanca bir tutum içinde olmuştur. İngiliz Muhipler (Sevenler) Cemiyeti: İstanbul'daki ileri gelen pek çok kişinin de üyesi olduğu bu cemiyet İngiliz mandası altına girmeyi savunmuştur. Wilson İlkeleri Cemiyeti: Amerikan mandasını savunanlar tarafından kurulmuştur. İslam Teali Cemiyeti: İstanbul'daki medrese mensupları tarafından da desteklenen bu cemiyet kurtuluşun İslami kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün olacağını savunmuştur. Kürt Teali Cemiyeti: Halifelik ve saltanat yanlısı olmakla beraber Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bir Kürt devleti kurmayı da amaçlamıştır. Milli varlık açısından zararlı olan bu cemiyetler; > İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri'nin güdümünde olmuşlardır. > Halifelik ve saltanat yanlışıdırlar. > Anadolu'da başlayan Milli Mücadele hareketine şiddetle karşı çıkmışlardır. > Manda ve himaye (Osmanlı Devleti'nin varlığını güçlü bir devletin himayesinde sürdürmesi düşüncesi) fikrini savunmuşlardır. MİLLİ CEMİYETLER Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Merkezi Erzurum olmak üzere Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesi tehlikesine karşı kurulmuştur. Bölgenin etnik ve kültürel açıdan Türklüğünün korunması için; bölgeden göçün önlenmesi, bölgenin tarihi ve kültürel açıdan Türk olduğunun ortaya konması, bölgenin ekonomik açıdan kalkındırılmasına yönelik çalışmalar yapmıştır. Erzurum Kongre-si'nin toplanmasını sağlayan cemiyetin Milli Mücadele açısından çok önemli bir yeri vardır. Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: Trakya'nın Yunanistan'a verilmesi ihtimaline karşı kurulmuştur. İzmir Müdafaa-i Hukuki Osmaniye Cemiyeti: İzmir'in Yunanlılara verilmesi ihtimaline karşı kurulmuştur. Redd-i İlhak Cemiyeti: İzmir'in işgalinden hemen önce kurulmuştur. Yunanlılara karşı Batı Anadolu'daki direnişi örgütleyen cemiyet olmuştur. Trabzon Muhafazaa-i Hukuki Milliye Cemiyeti: Trabzon ve çevresinde faaliyet gösteren Pontusçu Rumlara karşı kurulmuştur. Kilikyalılar Cemiyeti: Çukurova ve çevresindeki Ermeni faaliyetlerine karşı kurulmuştur. Milli Kongre Cemiyeti: Merkezi İstanbul olan bu cemiyet Türk halkının haklılığını basın yayın organları yoluyla savunmaya çalışmıştır. Milli Cemiyetlerin Genel Özellikleri > Kuruluşlarında vatan, millet ve Türklük duygusu hakimdir. > Bölgesel olarak faaliyet göstermişler, Sivas Kongresi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla bir çatı altında toplanmışlardır. > Türk halkının işgallere karşı bilinçlenip, direnişe geçmesinde ve Milli Mücadele hareketinin başlamasında etkili olmuşlardır. > İşgallere karşı basın yayın ve hukuk yollarını kullanarak mücadele etmişlerdir. S m evaplı İtalya, 1911 'de hiçbir geçerli neden göstermeden Osmanlı Devleti'nin Kuzey Afrika'daki son toprağı olan Trablusgarp'a saldırdı. Amacı gelişen sanayisine ham madde ve pazar bulmak, Avrupa'daki büyük devletler safına katılmaktı. Buna göre Trablusgarp'ın hangi özelliği İtalyan işgalinin gerekçesi olarak gösterilemez? A) Zengin yer altı kaynaklarının bulunması B) İtalya'ya yakın olması C) Ülkede çöllerin geniş yer kaplaması D) Akdeniz kıyısında bulunması Uşi Antlaşması ile, Trablusgarp'ın yönetimi İtalya'ya verilmiş, Rodos ve çevresindeki On İki Ada da geçici olarak İtalyan yönetimine bırakılmıştır. Buna göre, antlaşmanın sonuçları ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? A) Ege'deki Osmanlı varlığı sona ermiştir. B) Ege adaları İtalya'ya bırakılmıştır. C) İtalya'nın Doğu Akdeniz ve Ege'de etkinliği artmıştır, D) Ege adaları Yunanistan'dan alınmıştır. 3. Çanakkale Savaşlarında ortaya çıkan Türk topraklarını koruma inancı, Kurtuluş Savaşı'nda yeniden canlanmıştır. Buna göre Çanakkale Savaşlarının hangi özelliği Türk Kurtuluş Savaşı ile benzerlik göstermez? A) Vatanı koruma düşüncesi B) Üstün düşman kuvvetlerinin yenilgiye uğratılması C) Savaşın Türklerin çoğunlukta yaşadığı topraklarda yapılması D) Savaşta Alman subaylarının da bulunması 4. Balkan Savaşları sonunda, • Ege Adaları Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. • Türklerin bir kısmı Balkanlardan Anadolu'ya göç etmiştir. • Azınlıkların çoğunlukta olduğu Balkan toprakları kaybedilmiştir. Bu bilgilere bakarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) Ege'deki Osmanlı üstünlüğünün sona erdiği B) Türk göçmenler sorununun yaşandığı C) Balkanlarda Hristiyan azınlıklar sorununun bittiği D) Balkanlarda Türk nüfus kalmadığı Aşağıdaki diyagramda Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra Anadolu'nun durumu verilmiştir. İşgallerin başlaması İstanbul i Hüküme- ; , ti'nin ses- i siz kalması '• Kuvayı Milliye _ V birliklerinin ~ kurulması Buna göre, diyagramdaki "?" yerine aşağıdaki yargılardan hangisi getirilmelidir? A) İstanbul'un işgali Türk halkının bağımsız yaşama düşüncesini güçlendirmiştir. B) Türk halkı işgallere tepki göstermiştir. C) İstanbul Hükümeti, Kuvayı Milliye birliklerinin kurulmasını desteklemiştir. D) İtilaf Devletleri işgaller sırasında azınlıkları desteklemişlerdir. 31 Çanakkale Savaşları sonunda, • Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa girmiştir. • Rusya'nın müttefiklerinden yardım alma ümidi kalmamıştır. • Savaş yaklaşık iki yıl uzamıştır. Buna göre Çanakkale Savaşlarının sonuçları için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) Balkanlardaki Rus etkisi artmıştır. B) Çanakkale Savaşları Rusya'nın destek almasını zorlaştırmıştır. C) ittifak Devletleri'nin sayısının artmasında etkili olmuştur. D) I. Dünya Savaşı'ndaki can ve mal kaybının artmasına neden olmuştur. 7. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinden sonra Irak, Kanal, Çanakkale, Suriye, Filistin ve Yemen cepheleri açılmıştır. Buna göre, I. İtilaf Devletleri güçlenmiştir. II. Savaş geniş bir alana yayılmıştır. III. Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. yargılarından hangisi ya da hangilerine ulaşılabilir? A) Yalnızl C) I ve III B) Yalnız II D) II ve III . ü. 8. Mondros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Mondros Ateşkes Anlaşması'nın aşağıdaki maddelerinden hangisine bakarak, böyle bir sonuç çıkarılamaz? A) Ateşkesten bir gün sonra savaş duracaktır. B) Osmanlı Devleti'nin tüm ulaşım ve haberleşme araçları itilaf Devletleri'nin kontrolüne verilecektir. C) Osmanlı ordusu terhis edilecektir. D) itilaf Devletleri gerekli gördükleri yerleri işgal edebileceklerdir. # 9. İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı sırasında yaptıkları gizli anlaşmalarda Osmanlı topraklarını aralarında paylaşmışlardı. Bu anlaşmalarda İzmir ve çevresinin italya'ya verilmesini kararlaştırmışlardı. Buna rağmen savaştan sonra toplanan Paris Konferansı'nda ingiltere'nin de çabalarıyla İzmir ve çevresinin Yunanistan'a verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu durumun aşağıdakilerden hangisine neden olduğu savunulabilir? A) Osmanlı Devleti'nin direnişinin kırılmasına B) İtilaf Devletleri arasında ayrılıkların çıkmasına C) Yunanistan'ın İtalya'dan daha güçlü bir devlet haline gelmesine D) Paris Konferansı'nın başarısızlıkla sonuçlanmasına S i 10. "Doğu Anadolu'da altı ilde (Erzurum, Van, Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Bitlis) herhangi bir karışıklık çıktığında İtilaf Devletleri bu illeri işgal edebileceklerdir. J- İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Anlaşma-sı'na bu hükmü koydurarak aşağıdakilerden hangisini amaçlamışlardır? A) Türk halkının Milli Mücadeleye katılımını engellemeyi B) Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni Devleti'nin kurulmasına ortam hazırlamayı C) Osmanlı Devleti'ni savunmasız duruma düşürmeyi D) Azınlıkların bağımsız olmak için çıkardıkları ayaklanmaları engellemeyi 32 11. "itilaf Devletleri güvenliklerini tehlikeye düşürecek herhangi bir olay olursa, istedikleri stratejik noktaları işgal edebileceklerdir." Mondros Ateşkes Anlaşmasında yer alan bu maddenin aşağıdakilerden hangisine yönelik olduğu savunulabilir? A) Türklerin çoğunlukta yaşadığı Anadolu topraklarının işgal edilmesine B) İstanbul Hükümeti'nin güç kazanmasına C) Milli cemiyetlerin çalışmalarının sona ermesine D) Anadolu'da güvenliğin sağlanmasına 12. Mustafa Kemal, İstanbul'da bulunduğu süre içerisinde, memleketin içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabileceğini araştırdı ve Anadolu'ya geçmeye karar verdi. Mustafa Kemal'in bu tutumu aşağıdakilerden hangisi ile açıklanabilir? 13. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra yurdun çeşitli yerleri işgal edilmiştir. Bunun yanında ülke içinde yasal olmayan pek çok cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetlerden bir kısmı düşmanlarla işbirliği yaparken, bir kısmı vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı için çalışmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra ortaya çıkan bu durum aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir? A) İşgalcilerin yeterince güçlü olmadıklarının B) Ülkede devlet otoritesinin kalmadığının C) Yasaların yeterli olmadığının D) Ülkede demokratik bir idarenin kurulduğunun 14. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra kurulan cemiyetlerin faydalı ve zararlı cemiyetler şeklinde sınıflandırılmasında belirleyici özellik aşağıdakilerden hangisi olmuştur? A) Halife yanlısı olup olmamaları B) Silahlı mücadele yapıp yapmamaları C) Meşrutiyet yanlısı olup olmamaları D) Milli Mücadele'nin yanında veya karşısında olmaları 15. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı sırasında, Almanya'nın da isteği ile Kanal Cephesi'ni açarak Süveyş Kanalı'na hâkim olmak için taarruza geçmiştir. Aşağıdakilerden hangisi Kanal Cephesi'nin açılmasının nedenlerinden biri olamaz? A) Almanya'nın savaş alanını genişletme isteği B) Mısır'ı ele geçirme isteği C) İngilizlerin, Ruslara yardım etmesini engelleme düşüncesi D) İngiltere'nin Uzakdoğu sömürgeleri ile olan bağlantısını kesme düşüncesi 16. I. Dünya Savaşı'nın temel nedeni Almanya'nın gelişen sanayisi için ham madde ve pazar arayışıdır. Almanya dünyada sömürgeleştirilecek pek fazla yer kalmadığı için İngiltere'nin sömürgelerine göz dikmiştir. Buna göre Almanya'nın durumu için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) Almanya'nın güçlenmesinin İngiltere'nin aleyhine olduğu B) Almanya'nın sömürge yarışında geç kaldığı C) Almanya'nın yayılma politikası güttüğü D) Alman sömürgelerinin İngiltere'nin eline geçtiği 8-A 9-B 10-B 11-A 12-C 13-B 14-D 15-C 16-D A) Anadolu dakı işgalcilerle anlaşmak istemesiyle B) İstanbul'un işgal edileceğini düşünmesiyle C) Milletin kurtuluşunun, milletin karar ve desteği ile gerçekleşeceğini düşünmesiyle D) Karadeniz'de bir Pontus Rum Devleti'nin kurulmasını engellemek istemesiyle MİLLİ MÜCADELEYE HAZIRLIK DÖNEMİ MUSTAFA KEMAL'İN SAMSUN'A ÇIKIŞI VE MİLLİ BİLİNCİN UYANDIRILMASI Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasından sonra Anadolu yer yer işgal edilmiş, azınlık isyanları artmıştır. Bu dönemde İstanbul'a gelen Mustafa Kemal Paşa (13 Kasım 1919) ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarabilmek için girişimlerde bulunmuştur. Ancak istanbul'un işgalci devletlerin sıkı denetiminde olması ve İstanbul Hükümeti'nin bağımsız hareket edememesi nedeniyle Anadolu'ya geçmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bu tarihlerde Samsun çevresinde Rumlarla Türkler arasında yaşanan çatışmalar üzerine itilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'nden bu karışıklıklara son vermesini aksi takdirde Mondros Ateşkes Anlaşması'nın yedinci maddesine dayanarak bölgeyi işgal edecekleri tehdidinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi, Mustafa Kemal Paşa'yı 9. Ordu Müfettişliği görevine getirip, geniş yetkilerle donatarak Samsun'a göndermiştir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa'ya Anadolu'nun kurtuluşunu sağlamak için düşündüklerini yapabilme konusunda tarihi bir fırsat olmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi olarak görevleri şunlardır: > Samsun ve çevresinde Rumlarla Türkler arasındaki çatışmaları önleyerek güvenliği sağlamak > Bölgedeki silah ve cephaneleri toplayarak İstanbul'a göndermek > Mondros Ateşkes Anlaşması'nın uygulanmasını gerçekleştirmek 16 Mayıs'ta Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa üç gün sonra Samsun'a ulaşmıştır. Bandırma vapurun rnsi'ı - ni Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı dönemde Osmanlı aydınları ve halk, ülkenin içine düştüğü bu durumdan kurtulabilmesi için çeşitli fikirler ortaya atıyorlardı. Ortaya atılan fikirlerin başlıcaları şunlardı: > İngiltere'nin koruması altına girilmesi > Amerika'nın koruması altına girilmesi > Bölgesel kurtuluş yollarının araştırılması § Mustafa Kemal Paşa bu fikirlerin hiç birisine ka-H tılmıyordu. O'na göre vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı için milletin birlik olması ve top-yekûn mücadele etmesi gerekliydi. O, kayıtsız şartsız tam bağımsızlık elde edilmedikçe kurtuluşun gerçekleşmeyeceğine inanıyordu. Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktıktan hemen sonra gerekli incelemeleri yaptı ve bir rapor hazırlayarak İstanbul Hükümeti'ne bildirdi. Mustafa Kemal Paşa raporunda bölgede yaşanan çatışmaların Rumların siyasi emellerinden kaynaklandığını, Rumların bu emellerinden vazgeçmeleri halinde çatışmaların kendiliğinden sonra ereceğini bildirdi. Bunun yanında ülkenin her tarafının işgal edilmekte olduğunu, Türk halkının her ne pahasına olursa olsun bu işgalleri onaylamayacağını ifade etti. Mustafa Kemal Paşa "Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün, elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı, işte ben bu milli kuvvete bu Türk milletine güvenerek işe başladım." diyerek Milli Mücadelenin başlarından itibaren Türk halkına olan inancını dile getirmiştir. HAVZA GENELGESİ (29 Mayıs 1919) Mustafa Kemal, Samsun'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra asıl düşüncelerini gerçekleştirmek, yani Milli Mücadele hareketini başlatmak üzere Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladı. Samsun'dan Havza'ya geçti. Buradan, ülkedeki bütün askerî ve sivil amirlere telgraflar çekerek bazı isteklerde bulundu. Bu istekler şunlardır: > İşgallere karşı yurdun her yerinde protesto mitinglerinin yapılması > İstanbul'daki işgal güçleri ve hükümet yetkililerine protesto telgraflarının çekilmesi > Millete, ülkenin içinde bulunduğu acı durum ve felâketin boyutlarının anlatılması > İşgallere gerekçe oluşturmamak için azınlıkları rencide edici söz ve davranışlardan kaçınılması Mustafa Kemal Paşa Havza Genelgesi'ni yayınlayarak; milletin işgallere karşı bilinçlenmesini ve tepki göstermesini sağlamayı amaçlamıştır. Genelgenin yayınlanmasından sonra başta Havza ve istanbul olmak üzere yurdun pek çok yerinde işgalleri protesto eden mitingler yapılmış, İstanbul'a protesto telgrafları çekilmiştir. Bu sıralarda İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi de protesto ve mitinglerin hızlanmasını sağlamıştır. Bu durum Havza Genelgesi run hedeııne ulaştığının göstergesidir. AMASYA GENELGESİ (22 Haziran 1919) Havza'dan Amasya'ya geçen Mustafa Kemal, ülkenin işgali karşısında rahatsız olan sağduyu sahibi komutanları buraya davet etmiştir. Bunlardan Rauf Bey (Orbay), Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Ce-besoy) ile Amasya'da bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda alınan kararları Konya'daki Cemal Paşa ile Erzurum'daki Kazım Karabekir Paşa'nın onayı alındıktan sonra bir genelge ile tüm ilgili kişilere duyurulmuştur. Bu durum Mustafa Kemal Paşa nın Milli Mücadele hareketini kişisel davası olmaktan çıkararak millete mal etmeye çalıştığını gösterir. RAUF ORBAY (1881 - 1964) 1881 yılında istanbul'da doğmuştur. 1899'da Deniz Harp Okulu'nu bitirerek deniz kuvvetlerine katılmıştır. Balkan Savaşlarındaki başarısı nedeniyle "Hamidiye Kahramanı" unvanını kazanmıştır. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde izzet Paşa kabinesinde Denizcilik Bakanlığı yapmıştır. Mondros Mütarekesi'ni imzalamıştır. Rauf Orbay, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Kurtuluş Savaşı'nı başlatan ve yöneten birkaç kişilik kadro içinde yer almıştır. İstanbul'un işgalinden sonra Malta'ya sürgüne gönderilmiş, 1921 'de sürgünden dönerek Milli Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiştir. TBMM Dönemi'nde Bayındırlık Bakanlığı ile Başbakanlık yapmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer almıştır. 17 Haziran 1 926'daki izmir Suikasti'yle ilgili görülerek yargılandığında, Avrupa'da bulunan Orbay da 10 yıl hapse mahkum edilmiştir. 10. yıl affından sonra yurda dönmüştür. 1939 yılında TBMM'- nin altıncı döneminde Kastamonu'dan milletvekili seçilmiştir, ikinci Dünya Savaşı sırasında 1942'de Londra Büyü-kelçiliği'ne getirilmiştir. 1964 yılında istanbul'da vefat etmiştir. REFET BELE (1881 - 1963) 1881'de Selanik'te doğdu. 26 Aralık 1898'de Harp Okulu'ndan Piyade Teğmen rütbesiyle mezun olduktan sonra Osmanlı ordusunun değişik birimlerinden görev yaptı. Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşlarında görev aldı. 1918'de Jandarma Genel Komutanlığı'na getirildi. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 19 Mayıs'ta Samsun'a geldi. 23 Ekim 1919'da Heyeti Temsiliye tarafından Batı Anadolu'daki durumu yerinde görmek ve komutanlar arasında birliği sağlamak üzere görevlendirildi. Çerkez Ethem ayaklanmasını bastırdı. I. TBMM'ye izmir milletvekili olarak seçildi. 1920'de İçişleri Bakanlığı'na getirildi. Aynı yıl Güney Cephesi Komutanlığı'na atandı Mustafa Kemal Paşanın Başkumandan olduğu 5 Ağustos 1921'de Milli Savunma Bakanlığı'na getirildi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı. 1 Kasım 1926'da milletvekilliğinden istifa etti. 8 Aralık 1926'da kendi isteğiyle askerlikten emekliye ayrıldı. 1935 - 1950 yılları arasında istanbul milletvekilliği yaptı. 2 Ekim 1963'te istanbul'da vefat etti. Amasya Genelgesi'nin Maddeleri Maddelerin Yorumları > Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. > Kurtuluş Savaşi'nın gerekçesi belirtilerek, Türk milleti ulusal bağımsızlık ve egemenlik mücadelesine çağrılmıştır. > Bölgesel mücadelelerin ülkenin kurtuluşu için yeterli olamayacağı belirtilmiştir. > istanbul Hükümeti üzerine düşen görevi yerine getirmemekte, bu durum milleti yok olmuş gibi göstermektedir. > İstanbul Hükümeti'ne ilk defa karşı çıkılarak, görevini yerine getiremediği açıkça belirtilmiştir. Bu durum Milli Mücadelenin gerekçelerinden biri olarak ortaya konulmuştur. > Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. > Kurtuluş Savaşi'nın yöntemi ortaya konmuştur. > Türk halkına milli bağımsızlık çağrısı yapılmıştır. > Milli egemenlik ve milliyetçilik ilkelerine vurgu yapılmıştır. > Milletimizin haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etki ve denetimden uzak millî bir kurul oluşturulmalıdır. > Kurtuluş Mücadelesinin kişisellikten çıkarılarak kurumsallaştırılması, padişahın denetiminde bağımsız olarak yürütülmesi hedeflenmiştir. > Temsilciler Kurulu'nun oluşturulması, bu karar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. > Anadolu'nun en güvenli yeri olan Sivas'ta milli bir kongre toplanacaktır. Bu amaçla seçimlerin yapılabildiği yerlerde seçimle belirlenen, seçimlerin yapılamadığı yerlerde ise milletin güvenini kazanmış üç delege seçilerek Sivas'a gelecektir. > Milli birlik ve beraberliğin sağlanması yolunda önemli bir adım atılmıştır. > Delegelerin seçimini, Redd-i İlhak ve müda-faa-i hukuk cemiyetleri ile belediyeler yapacaktır. > Halkın Milli Mücadeleye katılımının artırılması hedeflenmiştir. > Milletin güvenini kazanmış, Milli Mücadele taraftarı kişilerin seçilmesi ve kararların halkın istekleri doğrultusunda alınması sağlanmaya çalışılmıştır. > Milli cemiyetlerle ve yerel yönetimler etkin duruma getirilmeye çalışılmıştır. > Bu durum millî bir sır olarak kalacak, delegeler gerekirse kimliklerini gizleyerek derhal Sivas'a geleceklerdir. > itilaf Devletleri ile İstanbul Hükümeti'nin Sivas Kongre-si'ni engellemeye yönelik olası faaliyetlerine karşı önlem alınmıştır. > Mevcut askerî ve sivil örgütler kesinlikle dağıtılmayacak, komuta bırakılmayacak ve başkalarına devredilmeyecektir. > Mondros Ateşkesi'ne karşı çıkılmıştır. Ordu alınan kararların uygulanması ile görevlendirilmiştir. > Doğu illeri adına 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. 0 güne kadar diğer illerin delegeleri de Sivas'a ulaşabilirse, Erzurum Kongresi delegeleri de Sivas'ta yapılacak genel kongreye katılmak üzere yola çıkacaktır. > Sivas Kongresi'nin birleştirici özelliği ortaya konulmuştur. ALI FUAT CEBESOY (1882-1968) 1882'de İstanbul'da doğdu. Harp Okulu'nu bitirdikten sonra 1905'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev yaptı. 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya geçen Mustafa Kemal xPaşa'nın başlattığı Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biri oldu. 21 Haziran 1919'daki Amasya Genelgesi'ni imzalayanlar arasında yer aldı. Sivas Kongresi kararıyla Batı Anadolu Umum Kuvayı Milliye Komutanlığı'™ getirildi. 23 Nisan 1920'de açılan Birinci TBMM'ye Ankara milletvekili olarak girdi. Aynı yıl oluşturulan Batı Cephesi'ne komutan atandı. 8 Kasım 1920'de komutanlıktan alındı ve TBMM Hükümeti'nin ilk büyükelçisi olarak Moskova'ya gönderildi. Bu görevi sırasında TBMM Hükümeti adına Moskova Antlaşması'nı (16 Mart 1921) imzaladı. Asker milletvekillerinin siyasi ve askeri görevlerinden birini seçmelerine ilişkin kararın çıkması üzerine 1924'te askeri müfettişlikten ayrılarak TBMM'ye döndü. 17 Kasım 1924'te Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adı-var ve Refet Bele ile birlikte kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın genel sekreterliğini üstlendi. Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlıkları ile TBMM Başkanlığı görevlerinde bulundu. Ali Fuat Paşa'nın adı, anısını yaşatmak için Geyve istasyonu ile Çetinkaya - Erzincan demiryolu üzerindeki bir istasyona verilmiştir. Amasyı üenelgesi'n,,. .dzırlandığı Saraydüzü Kışlası Amasya Genelgesi'nden Sonraki Gelişmeler Amasya Genelgesi'nde alınan kararlar gereğince yurt genelinde temsilci seçimleri yapılmaya başlandı. Bu durum İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri tarafından hoş karşılanmadı. İtilaf Devletleri İstanbul Hükümeti'ne baskı yaparak Mustafa Kemal'in derhal İstanbul'a geri çağrılmasını istediler. Baskılara dayanamayan İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal'i istanbul'a yeniden geri çağırdı. Mustafa Kemal bu çağrıya uymadı. Emirleri padişahtan aldığını, ancak onu dinleyeceğini bildirdi. İstanbul Hükümeti, çağrıldığı halde gelmediği ve halkı yönetime karşı kışkırttığı gerekçesiyle Mustafa Kemal'i 9. Ordu Müfettişliği görevinden aldı (25 Haziran 1919). Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 8 Temmuz 1919'da padişaha çektiği bir telgrafla resmî göreviyle birlikte askerlik mesleğinden de istifa ettiğini bildirdi. Rütbesiz ve üniformasız bir halde yalnızca milletin desteğine güvenen Mustafa Kemal Paşa çalışmalarına yılmadan devam etmiştir. Mustafa Ke-ma. Paşa bu tutumuyla mücadeleden ödün vermeyeceğini göstermiştir. Ulusal Bağımsızlık: Bir devletin veya milletin siyasal, askeri, ekonomik, kültürel vs. bütün alanlarda başka bir devletin veya milletin etkisi altında olmadan kendi çıkarları, duygu ve düşünceleri doğrultusunda hareket etmesidir. Kurtuluş Savaşı Türk milletinin bağımsız olmasını sağlamıştır. Ulusal Egemenlik: Bir ulusun kendisini yönetecek kişileri belirlemesi, belli bir süreliğine seçtiği kişilere vekalet vermesidir. Ulusal egemenliğin gerçekleştirilebilmesi için bağımsızlık temel koşuldur. TBMM'nin açılması, saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilan edilmesi, siyasal partilerin kurulması ve kadınlara da seçimlere katılma hakkı tanınması gibi çalışmalar ulusal egemenlik doğrultusunda yapılmıştır. ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) Mondros Ateşkes Anlaşması, Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti, Doğu Karadeniz'de ise bir Pontus Rum Devleti kurulması gibi tehlikelerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. İtilaf Devletleri'nin desteğini alan Ermeni ve Rumların bu topraklarda bağımsız olmak amacıyla ayrılıkçı hareketlere girişmesi vatansever Türk halkını harekete geçirmiştir. f Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk ve Trabzon Muha-fazaa-i Hukuk Cemiyetleri bu yörelerin Ermeni ve Rumlara verilmesini engellemek için mücadele etmeye başlamıştır. Bu cemiyetler Erzurum'da bulunan 15. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir Pa-şa'nın desteği ile Erzurum'da bir kongre toplayıp ortaya çıkan tehlikelere karşı yapılabilecek çalışmaları görüşmeye karar vermişlerdir. Mustafa Kemal bölgesel kurtuluş yollan aramak yerine bütün milleti kapsayan bir mücadelenin başlatılması gerektiğine inanıyordu. Bölgesel kurtuluş yolları aramanın ülkenin bölünmesine yol açabileceğini düşünüyor, bu nedenle bölgesel kongrelerin toplanmasını uygun bulmuyordu. Buna rağmen Kazım Karabekir'in desteğini almak, kongreden milli kararlar çıkmasını sağlamak ve yurt genelinde örgütlenmeyi başlatmak amacıyla Erzurum Kongresi'ne katılma kararı aldı. Kongre başkanlığına da seçilen Mustafa Kemal kongrede milli kararlar alınmasını sağlamıştır. Erzurum Kongresinin toplandığı okul binasının günümüzdeki görünümü Erzurum Kongresi'nde Alınan Kararlar > Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez. > Vatanın bağımsızlığını korumada istanbul Hükümeti üzerine düşen görevi yerine getiremezse geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin üyeleri millî kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu görevi şimdilik Temsil Heyeti yapacaktır. > Manda ve himaye kabul edilemez. > İçimizdeki Hristiyan azınlıklara, siyasî hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. > Osmanlı Mebuslar Meclisi derhal toplanmalı, İstanbul'daki hükümetin çalışmaları meclis denetimine girmelidir. > Kuvayı Milliye'yi âmil (etken) ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır. Erzurum Kongresinin Önemi > Erzurum Kongresi; toplanış amacı, şekli ve yapısı bakımından bölgesel bir kongredir. Buna karşın alınan kararlar tüm yurdu ilgilendirdiğinden millî bir kongre olarak kabul edilmiştir. > Milli sınırlar ifadesi, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ilk kez bu kongrede ilân edilmiştir. Bu madde daha sonra Misak-ı Millîde yer almıştır. > O güne kadar kurtuluş yollarından biri olarak görülen manda ve himaye (bir başka devletin koruması altına girmek) fikri ilk defa reddedilmiştir. Böylece tam bağımsızlıktan yana karar alınmıştır. > İlk kez azınlıklara ayrıcalık tanınmasına karşı çıkılmıştır. > İlk kez geçici bir hükümet kurulması gündeme gelmiştir. > Millet iradesine dayalı bir yönetimden bahsedilmiştir. Gerekirse yeni bir hükümetin kurulması kararlaştırılmıştır. > Kongre sonunda, alınan kararları uygulamak amacıyla 9 kişilik bölgesel bir Temsil Kurulu oluşturulmuştur. Kurulun başkanlığına da Mustafa Kemal getirilmiştir. > Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar Sivas Kongresi, Mebusan Meclisi ve TBMM'ye ışık tutmuştur. Erzuruı ngresi'ne katılan bazı delegeler S SİVAS KONGRESİ (4-11 Eylül 1919) Mustafa Kemal Erzurum'dan sonra Sivas'a geldi. Amasya Genelgesi'nde kararlaştırıldığı şekilde, ülkenin her tarafından seçilen delegelerin katılımıyla Sivas Kongresi toplandı. İstanbul Hükümeti, Sivas Kongresi'nin toplanmasını engellemek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Sivas valisine Mustafa Kemal'in tutuklanması emri verilmiştir. Ancak vali, Mustafa Kemal'in aldığı önlemler nedeniyle bu isteği yerine getirememiştir. İtilaf Devletleri'nin işgal tehditleri de kongrenin toplanmasına engel olamamıştır. Sivas Kongresi'ne katılan delegeler vatanın kurtuluşu ve milletin mutluluğundan başka hiçbir kişisel amaç izlemeyeceklerine ve mevcut siyasi partilerden hiçbirinin amaçlarına hizmet etmeyeceklerine dair yemin etmişlerdir. Bu durum Milli Mücadele hareketinin tamamen milleti ve memleketi kurtarma amacına yönelik bir hareket olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Kongrenin ilk günlerinde Amerika'nın mandasına girilmesi konusu tartışılmıştır. Manda ve Himaye Sistemi: I. Dünya Savaşı'n-dan sonra ABD başkanı Wilson'un önerisi doğrultusunda ortaya atılmıştır. Bu sisteme göre güçsüz devletler, bir süre büyük devletlerin yönetimi ve koruması altında yaşayarak gelişimlerini tamamlayacaklardı. Mandater yönetim anlayışı, sömürülen ulusların bağımsızlık bilincinin ve kendi kendilerini yönetme yeteneğinin gelişmesini önlemiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürge altında bulunan birçok ulusun bağımsız olmasıyla önemini kaybetmiştir. Atatürk, Sivas Kongresi öncesinde manda isteklerinin kendisine ulaştırılması üzerine, "Amerikan mandası diye çırpınanlar, bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu'nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu sakim (hastalıklı) fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde gerçeklerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kararını vermiştir. Millî irade şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız. Tek ve değişmez parola şudur: Tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar mücadele, yahut da: Ya İstiklal, Ya Ölüm!" cevabını vererek bağımsızlığın koşulsuz olarak sağlanacağına vurgu yapmıştır. Rauf (Orbay) Bey'in teklifi ile "Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için Amerika'dan bir kurul istenmesine ve inceleme sonucunda gerçeklerin gösterilmesi" kararına varılmıştır. Böylece mandayı savunanlar küs-türülmeyerek bu sorun çözüme kavuşturulmuştur. Sivas Kongresi'nde Alınan Kararlar > Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar genişletilerek kabul edilmiştir. > Ülke genelinde faaliyet gösteren bölgesel nitelikteki millî cemiyetler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir. > Manda ve himaye fikri kesin olarak reddedilmiştir. > Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin açılması için sürdürülen çalışmalara devam edilmesi kararlaştırılmıştır. > Kongrede alınan kararları uygulamak ve cemiyetin faaliyetlerini yürütmek üzere Temsil Heyeti oluşturulmuştur. Heyetin başkanlığına Mustafa Kemal getirilmiş ve bir hükümet gibi çalışması öngörülmüştür. Sivas Kongresi sonunda Milli Mücadele hareketinin propagandasını yapmak ve yapılan çalışmaları halka duyurmak amacıyla irade-i Milliye adıyla bir gazete çıkarılması kararlaştırılmıştır. i Sivas Kongresi'nin Önemi > Sivas Kongresi, toplanış amacı, yöntemi ve alınan kararlar bakımından millî (ulusal) bir kongredir. > Millî cemiyetler birleştirilerek, ulusal güçler tek merkezden yönetilmeye başlanmıştır. > Manda ve himaye fikri kesin olarak reddedilmiştir. Böylece tam tec iğin .-. gerçekleştirilmesi nec; mışt; > Erzurum Kongresi'nde oluşturulan Temsil Heye-ti'ne 6 yeni üye ilave edilerek bütün yurdu temsil edecek şekilde genişletilmiştir. Böylece Amasya Genelgesi'nae oıuşıurulması istenen milli heyet kurulmuş ve bir hükümet gibi çalışmaya başlamıştır. > Mustafa Kemal, Temsil Heyeti'nin başkanlığına seçilmiştir. Su durum halkın Mustafa Kemal'i Mi;ı. lenin önderi olarak kabullendiğinin gcs ^den biridir, > Kongre sonunda oluşturulan ve bir hükümet gibi çalışması öngörülen Temsil Heyeti, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa'yı Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığına atamıştır. Böylece bir hükümet anmıştır. Mustafa Kemal Sivas Kongresi delegelenyie birlikio Milli Mücadele Dönemi'nde Balıkesir, Alaşehir, Afyon, Nazilli, Edirne ve Lüleburgaz gibi şehirlerde de kongreler yapılmıştır. Ancak bu kongrelerde bölgesel kararlar alınmıştır. I İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ Sivas Kongresi toplanmadan önceki günlerde gelen delegeler, millî ülkü ve hareketlerin geniş ve sürekli bir biçimde yayımlanması için bir gazetenin çıkarılması gereği üzerinde durmuşlardı. İsmail Fazıl Paşa'nın önerisi ile çıkarılacak gazetenin adı irade-i Milliye oldu. Sivas Kongresi'nin 11 Eylül perşembe günkü oturumunda basın konusu ele alındı ve haftada iki gün olmak üzere İrade-i Milliye adıyla bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Gazete yönetiminin politik kuruluşla ilgisi bulunmayan birine verilmesi istendi, ilk sayısı 14 Eylül günü çıkan gazetenin çıkış sebebi, yine bu sayıda "Millî hareketin halka ve dünyaya duyurulması" olarak belirtilmiştir. İrade-i Milliye Gazetesi'nin özellikle ilk beş sayısındaki yazılar, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Temsil Kurulu'nun Sivas'ta bulunduğu süre içinde 19 sayı yayımlandı. İlk sayı bin adet basıldı. Aşırı talep üzerine baskı sayısı artırıldı. Gazete basıldığı günlerde geçmiş baskıları yirmi kuruş yerine, iki yüz kuruşa dahi arayanlar vardı. Özellikle istanbul'dan büyük bir istek vardı. İrade-i Milliye, Temsil Kurulu adına yayın yapmak için _ kurdurulan ilk Millî Mücadele aazetesidir. $ I_________________________________________ w N Sivas Kongresi'nden Sonraki Gelişmeler Sivas Kongresi ve sonrasındaki gelişmeler İstanbul'daki Damat Ferit Paşa Hükümeti'ni harekete ge-, çirdi. Damat Ferit Paşa önce Mustafa Kemal ve arkadaşlarını tutuklatmaya çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Milli Mücadele hareketini engellemek için yoğun bir propagandaya girişti. Sivas Kongresi sonunda Mustafa Kemal Paşa'nın doğrudan padişahla görüşme isteği Damat Ferit Paşa tarafından engellendi. Bunun üzerine Mustafa Kemal istanbul'la Anadolu arasındaki haberleşme-I nin kesilmesini istedi. Bundan sonra hükümet işleri için yazışmaların Sivas'ta bulunan Temsil Heyeti ile yapılmasını istedi. Bunun sonunda Anadolu ile irtibatı kesilen Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. Yerine daha ılımlı görüşlere sahip olan Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Bu olay Temsil Heyeti'nin İstanbul Hükümeti'ne karşı kazandığı ilk siyasi basandır. AMASYA GÖRÜŞMELERİ (20-22 Ekim 1919) Damat Ferit Hükümeti'nin istifasından sonra yönetime gelen Ali Rıza Paşa Hükümeti, Milli Mücadele hareketine karşı ılımlı bir tavır almıştı. Anadolu ile ilişkilerin devam etmesini istemekteydi. Bu düşünceler doğrultusunda Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal ile görüşmek üzere İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı Anadolu'ya gönderdi. Mustafa Kemal ile Salih Paşa arasında Amasya Görüşmeleri yapıldı. Amasya Görüşmeleri'nde Alınan Kararlar > Türk vatanının bağımsızlığı ve bütünlüğü korunacak, Müslüman olmayan topluluklara, ülkemizin siyasi ve sosyal dengesini bozacak haklar verilmeyecektir. > İstanbul Hükümeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Temsil Heyeti'ni tanıyacaktır. > İstanbul Hükümeti, Temsil Heyeti'nin görüşlerini almadan işgalci devletlerle barış görüşmeleri yapmayacaktır. > Osmanlı Mebuslar Meclisi açılacak, milletvekili seçimleri serbestçe yapılacak, seçimlere müdahale edilmeyecektir. > Mebuslar Meclisi'nin İstanbul dışında daha güvenli bir yerde toplanması sağlanacaktır. Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisi'nin işgal altındaki bir yerde hür iradesiyle kararlar alamayacağını düşünüyordu. Bu nedenle meclisin Anadolu'da işgalden uzak bir yerde toplanmasını istiyordu. Böylece meclise doğrudan müdahale etme olanağı da olacaktı. Mustafa Kemal'in bu konuda ne kadar ileri görüşlü olduğu daha sonra İtilaf Devletleri'nin İstanbul'u resmen işgal etmesiyle ortaya çıkmıştır. Amasya Görüşmelerinin Önemi ve Sonuçlan > İstanbul Hükümeti bu görüşmeleri yapmakla Temsil Heyeti'nin varlığını resmen tanımış oldu. Böylece Temsil Heyeti yasal bir kuruluş haline geldi. > Temsil Heyeti'nin nüfuzu ve güvenilirliği arttı. > İstanbul Hükümeti, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararları onaylamış oldu. > Mebuslar Meclisi'nin toplanması sağlanarak hükümet çalışmalarının denetim altına alınması imkanı doğdu. Görüşmelerden sonra İstanbul'a dönen Salih Paşa, alınan kararlardan sadece Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin toplanmasını hükümete kabul ettirebilmiştir. TEMSİL HEYETİ'NİN ANKARA'YA GELMESİ istanbul Hükümeti Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin İstanbul'da toplanmasına karar verdi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, ileri gelen komutanlarla bir görüşme yaptı. Görüşmede Mebuslar Meclisi'nin serbestçe çalıştığı görülene kadar Temsil Heyeti'nin Anadolu'da kalması kararlaştırıldı. Toplantıdan sonra Mustafa Kemal Mebuslar Meclisi ile daha yakından temaslarda bulunmak amacıyla Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya geldi (27 Aralık 1919). Bu gelişmelerden sonra ¦ ı yeni merkezi haline gel- Ankara'nın merkez olarak seçilmesinde, > Ulaşım ve haberleşme imkanlarının iyi olması > İşgallerden uzak, güvenli bir konumda bulunması, > İstanbul'daki gelişmeleri daha yakından takip etme imkânının bulunması, > Ankara'nın, Batı Cephesi'ne yakın olması etkili olmuştur. Mustafa Kernel .-alık 1919'da Ankara'ya geldiğin- de seymenler tarafından karşılanmıştır. i % SON OSMANLI MEBUSLAR MECLİSİ'NİN TOPLANMASI Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Amasya Görüşme-leri'nde, Mebuslar Meclisi'nin açılması yönünde karar alınmıştı. İstanbul Hükümeti'nin de bu durumu kabul etmesiyle yurt genelinde seçimler yapılarak milletvekilleri belirlendi. Mustafa Kemal, meclisin İtilaf Devletleri'nin kontrolünde olan İstanbul'da toplanmasını istemiyordu. Çünkü böyle bir ortamda t;- >t iradesini yansıtacak kararların alınmasının mü -..in olmayacağını biliyordu. Fakat bu konuda İstanbul Hükümeti ile görüş birliği sağlanamadı. Mustafa Kemal, İstanbul'a giden Milli Mücadele yanlısı milletvekilleri ile Ankara'da görüştü. Onlara düşüncelerini ve mecliste ne yapmaları gerektiğini anlattı. Mebuslar Meclisi 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Mustafa Kemal, Erzurum'dan milletvekili seçilmiş olmasına rağmen güvenlik sorunu nedeniyle İstanbul'a gitmemiştir. Misak-ı Millinin İlan Edilmesi Mebuslar Meclisi çalışmalarına başladıktan sonra Millî Mücadelenin düşünce ve gayelerini temsil eden Felâh-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) Grubu oluşturuldu. Bu grup Mustafa Kemal'in kendilerine verdiği program doğrultusunda çalışmalarda bulunmuştur. Bu grubun çalışmaları sonucunda mecliste 28 Ocak 1920'de Misak-ı Millî (Millî Yemin) kararları kabul edilmiştir. Misak-ı Millî Kararları > Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandığı sırada Türk askerlerinin elinde bulunan topraklar bir bütündür, parçalanamaz. > Arap topraklarının geleceği bu topraklarda yaşayan halkın vereceği oy ile belirlenmelidir. > Batı Trakya Türklerinin geleceği bölge halkının vereceği oy ile belirlenmelidir. > Kars, Ardahan ve Batum için yeniden halkoyuna başvurulabilir. > Osmanlı başkenti ile Marmara Denizi'nin güvenliği korunmalıdır. Bu sağlandıktan sonra Boğazların dünya ticaretine ve ulaşımına açılmasında bizimle birlikte ilgili devletlerin vereceği kararlar geçerli olacaktır. > Azınlıklara tanınacak haklar çevre ülkelerdeki Türk ve Müslümanlara tanınan haklar kadar olacaktır. > Tam bağımsızlığımızı, siyasi ve ekonomik gelişmemizi engelleyici sınırlamalar kesinlikle kaldırılmalıdır. Osmanlı borçları ödenecektir. Misak-ı Millî'nin Önemi ve Sonuçları > Misak-ı Millî ile Türk vatanının sınırları çizilmiştir. > Kapitülasyonlar, Boğazlar, azınlık hakları ve dış borçlar konusu gündeme getirilmiştir. Kapitülasyonlara karşı çıkılmıştır. > Tam bağımsızlık ve ülkenin bütünlüğünün korunması yolunda önemli bir adım atılmıştır. > Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar Mebuslar Meclisi tarafından onaylanmıştır. Bu durum Milli Mücadele hareketini güçlendirmiştir. > Misak-ı Milli kararlarının ilan edilmesi İtilaf Devletleri'nin İstanbul'u resmen işgal etmelerine yol açmıştır. İSTANBUL'UN İŞGALİ (16 Mart 1920) Mebuslar Meclisi'nin Misak-ı Millîyi ilân etmesi üzerine böyle bir kararın çıkmasını beklemeyen İtilaf Devletleri önce, alınan kararları değiştirmeye çalıştılar. Başarılı olamayınca da Milli Mücadele yanlılarına gözdağı vermek amacıyla; İstanbul'u resmen işgal edip meclisi dağıttılar. Millî Mücadele yanlısı olarak gördükleri bazı milletvekillerini tutuklayıp, Malta Adası'na sürgün ettiler (16 Mart 1920). Kaçmayı başaran bazı milletvekilleri Ankara'ya geldiler. İtilaf Devletleri yayınladıkları bir bildiri ile; İşgalin geçici olduğunu amaçlarının padişah halifenin durumunu güçlendirmek olduğunu ilan ettiler. İtilaf Devletleri bu yolla işgale gösterilecek tepkileri azaltmayı amaçladılar. I İtilaf Devletleri; Misak-ı Milli kararları üzerine İstanbul'u işgal edip meclisi dağıtmakla Türk halkının düşünce ve kararlarına saygılı olmadıklarını göstermişlerdir. İstanbul'un İşgaline Karşı Tepkiler Mustafa Kemal, İstanbul'un işgali üzerine derhal harekete geçti. Öncelikle işgal olayını dünya kamuoyu önünde protesto etti. Ardından bir dizi önlemler aldı: > İstanbul'la her türlü haberleşmenin kesilmesini istedi. > İtilaf Devletleri'nin Ankara'ya asker sevk etme ihtimaline karşı Gebze ve Ulukışla istasyonlarını tahrip ettirdi. > İstanbul'daki tutuklamalara karşılık Anadolu'daki İtilaf Devletleri subaylarının tutuklanmasını istedi. > Anadolu'da bulunan resmi ya da özel bütün mali kuruluşların para ve kıymetli eşyalarının İstanbul'a gönderilmesi yasaklandı. İstanbul'un İşgalinin Sonuçları > Mebusan Meclisi çalışamaz hale gelmiştir. > İtilaf Devletleri'nin Osmanlı yönetimi üzerindeki etkinliği artmıştır. > İstanbul Hükümeti'ne güveni azalan halkın Milli Mücadele'ye katılımı artmıştır. > Ankara'da yeni bir meclisin açılmasına ortam hazırlamıştır. İtilaf Devletleri F' slar Meclisini ;ak-ı Milliyi kabul etmesi üzerine İstanbul'u işgal etmişlerdir. Atatürk'ün bu sözlerine bakarak Milli Mücadelede aşağıdakilerden hangisine güvendiği söylenebilir? A) İstanbul Hükümeti'ne B) 9. Ordu Müfettişliği görevine getirilmesine C) Osmanlı padişahının Müslümanların halifesi olmasına D) Türk milletinin bağımsızlığını koruma konusundaki inancına 2. Amasya Genelgesi'nde; "Milletin haklarını savunmak ve haklı sesini dünyaya duyurmak üzere her türlü baskı ve denetimden uzak milli bir heyetin varlığı gerekmektedir." denilerek bir hükümet gibi çalışmak üzere Temsil Heyeti'nin oluşturulması gündeme getirilmiştir. Böyle bir kararın alınmasında öncelikle aşağıdakilerden hangisinin etkili olduğu savunulabilir? A) Manda ve himaye fikrini savunanların olmasının B) İstanbul Hükümeti'nin Türk halkının haklarını koruyamamasının C) Azınlıkların yer yer isyanlar çıkarmasının D) Müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin kurulmuş olmasının 3. Erzurum Kongresi'nde alınan aşağıdaki kararlardan hangisi, doğrudan İstanbul Hükü-meti'nin otoritesini sarsacak bir özellik taşımaktadır? A) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez. B) İstanbul Hükümeti vazifesini yapamazsa, geçici bir hükümet kurulacaktır. C) Azınlıklara siyasi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. D) Mebuslar Meclisi'nin toplanması için çalışılacaktır. Mustafa Kemal, Milli Mücadele ile ilgili gelişmeleri halka duyurmak için, I. Gazete çıkarma II. Düzenli bir ordu kurma III. Anayasa yapılmasını sağlama çalışmalarından hangisi ya da hangilerini yapmıştır? A) Yalnızl C) Yalnız I B) Yalnız II D) II ve III 5. "Azınlıklara tanınacak haklar, çevre ülkelerdeki Türk ve Müslümanlara tanınan haklar kadar olacaktır." Misak-ı Millide yer alan bu maddeye göre, azınlık sorununun aşağıdakilerden hangisi temel alınarak çözülmek istendiği ileri sürülebilir? A) Devletler arası eşitlik ilkesi B) Manda ve himaye düşüncesi C) Kapitülasyon hükümleri D) Sevr Antlaşması kararları Milli Kongreler Bölgesel Kongreler Kongrelerle ilgili diyagrama bakarak, I. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi'nden önce yapılmıştır. II. Alaşehir Kongresi, Edirne ve Afyon kongrelerinden daha önemlidir. III. Erzurum Kongresi, bölgesel ve milli yönleri olan bir kongredir. yorumlarından hangisi ya da hangileri yapılabilir? A) Yalnızl C) Yalnız III B) Yalnızl D) II ve III m Mondros Ateşkesi'nden sonra padişah, Osmanlı Mebusan Meclisi'ni dağıtmıştır. Bu durumun, I. Osmanlı Hükümeti'ni denetleyecek bir gücün ortadan kalkması II. Halkın devletin geleceğine ilişkin kararlara katılımının engellenmesi III. İtilaf Devletleri'nin İstanbul ve Boğazların yönetimini TBMM'ye bırakması sonuçlarından hangilerine yol açtığı söylenebilir? A) Yalnız I C) I ve II B) Yalnız II D) II ve III İTestl 1-D 2-B 3-B 4-A 4K> 5-A Hftv • 6-C mgg-: 7-C evaplı Erzurum Kongresi; Doğu Anadolu'ya yönelik Ermeni tehlikesine karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere daha çok Doğu Anadolu'dan temsilcilerin katıldığı bölgesel bir kongredir. Ancak kongrede tüm yurdu ilgilendiren kararlar alındığından milli kongre olarak da kabul edilmektedir. Kongrede alınan aşağıdaki kararlardan hangisinin, Erzurum Kongresi'ne milli kongre özelliği kazandırdığı savunulamaz? A) Kongrede oluşturulan Temsil Heyeti yalnızca Doğu Anadolu'yu temsil eder. B) Kuvayı Milliye'yi etkili, millet iradesini hakim kılmak esastır. C) Azınlıklara siyasi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. D) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez. 3. Sivas Kongresi'nin, I. Manda ve himaye düşüncesinin reddedilmesi II. Temsil Heyeti'nin başkanlığına Mustafa Kemal'in seçilmesi III. İrade-i Milliye adlı bir gazetenin çıkarılmasına karar verilmesi kararlarından hangisi ya da hangileri, doğrudan Türk halkının Mustafa Kemal'i Milli Mücadelenin önderi olarak kabul ettiğini gösterir? A) Yalnız I C) I ve III B) Yalnızl D) II ve III Milli Mücadele Dönemi'nde aşağıdakilerden hangisi Anadolu hareketinin etkinliğinin arttığına kanıt olarak gösterilemez? 8 "Vatanı en son kayasına kadar müdafaa edeceğiz. Allah, milletimize mağlubiyeti gösterirse, bütün evlerimizi, mallarımızı ateşe vererek vatanı bir harabeye çevirerek, boş bir çöl halinde düşmana bırakacağız." Mustafa Kemal Paşa'nın Amasya'da yaptığı bu konuşma aşağıdakilerden hangisini göstermektedir? A) Bağımsızlık yolundaki kararlılığını B) Ülkenin yakılıp yıkılmakta olduğunu C) Ülke topraklarının giderek verimsizleştiğini D) Milletin birlik ve beraberliğini sağlamanın güç olacağını A) Temsil Heyeti'nin baskıları sonucunda Damat Ferit Hükümeti'nin istifa etmesi B) İstanbul Hükümeti ile Temsilciler Kurulu arasında Amasya Görüşmesi'nin yapılması C) Osmanlı yönetiminin Mebusan Meclisi'nin toplanmasını kabul etmesi D) Temsil Heyeti'nin Ankara'ya gelmesi 5. Mustafa Kemal, Sivas Kongresi'nden sonra Temsil Heyeti adına, İstanbul Hükümeti'ne çektiği telgraflarda Mebuslar Meclisi toplanmadan İtilaf Devletleri ile barış görüşmelerinin başlatılmamasını istemiştir. Mustafa Kemal'in bu öneri ile aşağıdakilerden hangisini amaçladığı savunulabilir? A) Barış antlaşmasının yapılmasını engellemeyi B) Savaşı kaçınılmaz hale getirmeyi C) Saltanata son vermeyi D) Yapılacak barış antlaşmasına Türk milletinin karar vermesini sağlamayı r 45 6. Sivas Kongresi ve Temsil Heyeti'nin çalışmaları sonunda, İstanbul'da Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmiş, yeni kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti ise Mustafa Kemal Paşa ile Amasya Görüşmeleri'ni yapmak zorunda kalmıştır. Bu durum aşağıdakilerden hangisini göstermektedir? A) İstanbul Hükümeti'nin Milli Mücadeleyi desteklediğini B) Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti'nin Anadolu'daki etkinliğinin arttığını C) Halkın hilafet ve saltanata karşı olduğunu D) Milli Mücadelenin amacına ulaştığını 8. Amasya Genelgesinin; I. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. II. İstanbul Hükümeti'nin görevini yapmaması milleti yok olmuş göstermektedir. III. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. maddelerinden hangisi ya da hangileri Milli Mücadelenin yöntemini belirtmektedir? A) Yalnızl B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve II 9. Milli Mücadelenin başlangıcında yapılan kongrelerde kabul edilen; • Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez. • Manda ve himaye kabul edilemez. • Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine, milletçe karşı konulacaktır. kararları aşağıdakilerden hangisinin bir göstergesidir? A) Milli birlik ve beraberliğin sağlanamadığının B) İşgalci güçlerin amaçlarına ulaşamadıklarının C) Bağımsızlık yolunda her türlü fedakarlığın yapılacağının D) İtilaf Devletleri ile savaşa girilmeyeceğinin 10. Türk Kurtuluş Savaşının hazırlık döneminde; • Vatanın bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. • Kuvayı Milliye'yi etkin, milli iradeyi hakim kılmak esastır. kararlarının alınması aşağıdakilerden hangisini göstermez? A) Milli güçlerin destekleneceğini B) Egemenlik hakkının millete ait olacağını C) Demokratik bir yönetimin benimsendiğini D) Padişah ve halifenin güçlendirileceğini 11. Milli Mücadele Dönemi'nde İstanbul Hükümeti'nin Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında verdiği tutuklama kararları uygulanamamıştır. Bu durum aşağıdakilerden hangisini gösterir? A) İstanbul Hükümeti'nin Anadolu'da etkinliğinin kalmadığını B) Vatanın düşman işgalinden kurtarıldığını C) Mustafa Kemal'in askerlik mesleğinden istifa ettiğini D) Halkın Milli Mücadeleye olan desteğinin zayıfladığını Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin Misak-ı Milli kararlarını kabul etmesi üzerine istanbul'u işgal eden İtilaf Devletleri bir genelge yayınlayarak; "işgalin geçici olduğunu, amaçlarının padişah ve halifeyi korumak olduğunu, işgale direnenler olursa İstanbul'un da Türklerden alınacağını" ilan ettiler. İtilaf Devletlerinin böyle bir genelge yayınlamakla aşağıdakilerden hangisini amaçladıkları savunulabilir? A) Padişahın saygınlığını artırmayı B) Türk milletinin haklarını korumayı C) TBMM'nin açılmasına ortam hazırlamayı D) İşgale karşı direnilmesini önlemeyi KTest 8 1-A 2-A 3-B 4-D 5-D H*b «f-D BP-c m** -Bio-d '^pı-A BİRİNCİ TBMM DÖNEMİ TBMM'NİN AÇILMASI itilaf Devletleri'nin İstanbul'u işgal edip, Mebuslar Meclisi'ni dağıtmaları, Mustafa Kemal'e, milli egemenliğe dayalı bir devlet kurma düşüncesini uygulamaya koyma fırsatı tanımıştır. Mustafa Kemal, Temsil Heyeti adına 19 Mart 1920'de bir genelge yayınlayarak Ankara'da yeni bir meclisin toplanacağını bildirdi. Bunun için derhal seçimlerin yapılmasını, her ilden seçilecek beş üyenin 15 gün içinde Ankara'ya gelmelerini istedi. Ayrıca İstanbul'dan kaçmayı başaran Mebuslar Meclisi üyelerinin de Ankara'ya gelmesi istendi. Bu durum Ankara'da açılacak yeni meclisin millet iradesine saygılı olduğunu ve "Vatanın geleceğini ulusal irade belirleyecektir." ilkesinin uygulamaya konduğunu gösterir. Nitekim genelgeye uygun bir şekilde Anadolu'nun çeşitli yerlerinden seçilen milletvekilleri ile İstanbul'dan kaçabilen milletvekilleri Ankara'da toplandılar. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra 23 Nisan 1920'de TBMM açıldı. in açılışına halk ; ..,--mstıı. TBMM'nin açılmasından sonra başkan seçilen Mustafa Kemal'in meclise sunduğu bir önerge kabul edildi. Bu önergede şu kararlar yer almıştır; > Hükümet kurmak zorunludur. > Geçici bir meclis başkanı veya padişah vekili atamak doğru değildir. > Meclis başkanı aynı zamanda hükümetin de başkanıdır. > Mecliste ortaya çıkan millet iradesi yurdun kaderine el koymuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur. > Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplamıştır. > Padişah ve halifenin durumu, ülke işgalden kurtulduktan sonra, meclisin vereceği kararla belirlenecektir. TBMM bu konu ile ilgili kararını 1 Kasım 1922'de vermiş ve saltanatı kaldırmıştır. Bu önerge ile; > Yasama ve yürütme yetkisi TBMM'de toplanarak güçler birliği ilkesini benimsemiştir. Bu kararın alınmasında Kurtuluş Savaşının devam etmesi, olağanüstü koşulların çabuk karar alınmasını ve uygulanmasını gerektirmesi etkili olmuştur. > Geçici bir meclis başkanı veya padişah vekili tanınmamakla, meclisin sürekli olacağı ve bağımsız hareket edeceği anlatılmak istenmiştir. > TBMM'nin millet egemenliği ilkesini benimsediği belirtilmiştir. > TBMM'nin üstünde bir güç tanımamakla İstanbul Hükümeti yok sayılmıştır. > Millî egemenliğin tam yansıyabilmesi için, İstanbul'dan gelen milletvekilleri de meclise kabul edilmiştir. > Meclis başkanının hükümetin de başkanı olması Mustafa Kemal'e geniş yetkiler kazandırmıştır. TBMM'nin açılmasıyla millet egemenliğine dayalı yeni Türk Devleti'nin temelleri atılmıştır. Temsil Heyeti'nin görevi de sona ermiştir. I. TBMM'nin Özellikleri > Olağanüstü yetkilere sahip kurucu bir meclistir. Mili egemenlik ilkesine dayanan yeni bir anayasa hazırlaması I. TBMM'nin kurucu meclis olduğunun göstergesidir. s 47 > Üyeleri halk tarafından seçildiğinden millet egemenliğine dayalı yasal bir güçtür. > Çok farklı görüş ve düşünceye sahip kişilerden oluşması yönüyle demokratik bir meclistir. Meclisteki ortak amaç yurdun işgalden kurtarılması olduğundan birlik ve beraberlik sağlanmıştır. Meclis içinde tartışmaların yaşanmaması için vatanın kurtuluşuna öncelik verilmiştir. > TBMM açıldıktan bir süre sonra ilk hükümet oluşturulmuştur. Meclis hükümeti sistemi benimsendiğinden, hükümet üyeleri (bakanlar) tek tek meclis tarafından seçilmişlerdir. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal önerge gereğince aynı zamanda hükümetin de başkanı olmuştur. > I. TBMM 1921'de yeni Türk Devleti'nin ilk anayasasını (Teşkilat-ı Esasiye) hazırlamıştır. Olağanüstü şartlardan dolayı kısa ve öz olarak hazırlanan bu anayasada meclisin toplanma ve çalışma esasları belirtilmiş, egemenlik hakkının millete ait olduğu ve nasıl kullanılacağı ifade edilmiştir. Vatandaşların temel hak ve özgürlükleri ile ilgili konulara değinilmemiştir. > Azınlıklar TBMM için yapılan seçimlere katılmamışlardır B'; jm t::. , ıv/t'ye :n:! J h<- ^it?'ik ka- I. TBMM 1923'e kadar çalışmalarını sürdürmüştür. Nisan 1923'de seçimlerin yenilenme kararıyla görevi de sona ermiştir. Mustafa Kemal, 30 Nisan 1920'de Avrupa devletlerinin dışişleri bakanlarına; TBMM'nin kurulduğunu, yabancı hükümetlerin, İstanbul Hükümeti ile yaptıkları ve yapacakları antlaşmaların Türk milletinin gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından tanınmayacağını bildirmiştir. Birinci TBMM, > 16 Mart 1920'den sonra İstanbul Hükümeti'nin yaptığı ve yapacağı işleri yok saymıştır. > Düzenli bir ordu kurarak, Kurtuluş Savaşı'nı zaferle sonuçlandırmayı başarmıştır. > 1921 Anayasası'nı (Teşkilat-ı Esasiye) yürürlüğe koymuştur. > İstiklal Marşı'nı milli marş olarak kabul etmiştir. > Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu çıkarmıştır. > istiklal Mahkemelerini kurmuştur. > Saltanatı kaldırmıştır. Hıyanet-i Vataniye Kanunu (29 Nisan 1920) TBMM, kendi varlığına yönelik ayaklanmaları önlemek ve askerden kaçmaları engellemek amacıyla 29 Nisan 1920'de Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu çıkarmıştır. Bu kanuna göre, "TBMM'ye isyan anlamına gelen sözlü, yazılı veya fiili muhalefette bulunan veya kargaşa çıkarmaya kalkışan herkes vatan haini sayılır." hükmü meclis tarafından kabul edilmiştir. TBMM, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu uygulamak amacıyla İstiklâl Mahkemelerini kurmuştur (11 Eylül 1920). İstiklâl Mahkemeleri'nin üyeleri milletvekilleri arasından seçiliyor ve verdikleri kararlar hemen yerine getiriliyordu. Kuruluşu, işleyişi ve kararlarının hemen yerine getirilmesi ile bu mahkemeler ihtilâl mahkemesi özelliğine sahiptir. Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun çıkarılması ve İstiklal Mahkemelerinin kurulması TBMM'nin Anadolu'daki otoritesini güçlendirmiştir. TBMM'YE KARŞI ÇIKAN AYAKLANMALAR TBMM'nin açılması başta İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri olmak üzere çıkarları elden giden bazı çevreler tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu çevreler TBMM'ye karşı etkili bir propagandaya girişerek halkı TBMM aleyhine kışkırtmışlardır. Bu kışkırtmanın etkisinde kalan ve TBMM'yi anlayamayan bazı kişiler, ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanmalar çıkarmışlardır. TBMM bu en kritik dönemde; bir yandan düşman işgaliyle uğraşırken, bir yandan da bu isyanları bastırmaya çalışmıştır. î 48 ir w ı Ayaklanmaların Nedenleri 1. TBMM'nin açılmasıyla çıkarlarının elden gideceğini düşünen bazı kişi ve grupların halkı ayaklanması için kışkırtması 2. Mondros'tan sonra Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü durumu değerlendirmek isteyen Rumlarla Ermenilerin işgalleri kolaylaştırmak ya da bağımsız devlet kurmak için çalışmaları 3. İstanbul Hükümeti'nin, > TBMM aleyhine propaganda yapması > Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhine fetvalar yayınlaması > Padişah halifenin emirlerini dinlemeyenlerin dinden çıkacağını vurgulaması > Askerlik ve verginin kaldırıldığını ilan etmesi 4. Düzenli ordunun kurulması sırasında etkinliklerini kaybedeceğini düşünen bazı Kuvayı Milliye şeflerinin orduya katılmayarak isyan etmesi 5. Yıllardır süren savaşlar nedeniyle halkın yorgun ve bitkin durumda olması Ayaklanmalar Doğrudan İstanbul Hükümeti Tarafından Çıkarılan Ayaklanmalar İstanbul'un işgalinden sonra yeniden sadrazamlığa getirilen Damat Ferit Paşa, İngilizlerin de baskısıyla TBMM'ye karşı her türlü kötülüğü yapmaya başladı. Yayınlattığı hükümet bildirileri, şeyhülislam fetvaları ve padişah fermanlarında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını komünistlik ve dinsizlikle suçladı. Onları gıyaplarında yargılatıp idama mahkum ettirdi. istanbul Hükümeti, Anadolu'da otoritesini yeniden kurmak ve milli kuvvetleri yok etmek için de girişimlerde bulundu. Bu amaçla İngilizlerin de desteğiyle Balıkesir dolaylarında Ahmet Anzavur ayaklanmasını çıkardı. İsyan milli kuvvetler tarafından kısa sürede bastırıldı. Ardından Kuvayı İnzibatiye (Düzen Sağlayıcı Birlikler) adıyla bir ordu kurdurdu. Ancak Osmanlı paşalarının komuta ettiği bu ordunun büyük bir kısmı tek kurşun dahi atmadan milli kuvvetlerin tarafına geçti. Tiflis SOVYETLER BİRLİĞİ ÖLÇEK i____50___100 İM Mkm 1 HİLAFET ORDUSU SALDIRISI M DÜZCE AYAKLANMASI ANZAVUR AYAKLANMASI flgt KONYA AYAKLANMASI YOZGAT AYAKLANMASI MİLLİ AŞİRETİ AYAKLANMASI ÇERKEZ ETHEM AYAKLANMASI DEMİRCİ MEHMET EFE AYAKLANMASI ! PONTUS AYAKLANMASI ERMENİ AYAKLANMASI TBMM'ye karş /aklanmalar r H 49 İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletlerinin rA Kışkırtmaları Sonucunda Çıkan Ayaklanmalar Bu ayaklanmaların çıkmasında İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri'nin kışkırtmaları önemli rol oynamıştır. Bunun yanında halkın yıllardır süren savaşlar nedeniyle yorgun ve bitkin düşmesi, askere gitmek istemeyen bazı kişilerin dağa çıkması, çıkarları elden giden bazı kimselerin halkı kışkırtması da ayaklanmaların çıkmasında etkili olmuştur. Bolu, Düzce, Hendek, Adapazarı, Yozgat, Konya, Afyon, Millî Aşireti (Urfa) ayaklanmaları bunların en önemlilerin-dendir. Kuvayı Milliye Şeflerinin Çıkardığı Ayaklananlar Düzenli ordunun kurulması sırasında Kuvayı Milliye birliklerinin de orduya katılması istenmişti. Ancak bu durumu kabul etmek istemeyen bazı Kuvayı Milliye şefleri isyan ettiler. Bunların en önemlileri Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe isyanlarıdır. Azınlıkların Çıkardığı Ayaklanmalar işgalleri kolaylaştırmak ya da bağımsız devletler kurmak isteyen bazı azınlık gruplar da TBMM'ye karşı çeşitli ayaklanmalar çıkardılar. Bunların en önemlileri; Doğu Karadeniz kıyılarında bir devlet kurmaya çalışan Pontusçu Rumlar ile Doğu Anadolu ve Çukurova bölgelerinde egemenlik kurmaya çalışan Ermenilerin çıkardığı ayaklanmalardır. TBMM'nin Ayaklanmalara Karşı Aldığı Önlemler 1. İstanbul'la her türlü bağlantı kesilmiştir. İstanbul Hükümeti'nin yaptığı tüm işlemler yok sayılarak Anadolu'daki etkisi azaltılmıştır. 2. Ayaklananların üzerine milli kuvvetler sevk edilmiştir. 3. Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla TBMM'ye karşı gelmek ve askerden kaçmak suç sayılmıştır. 4. İstiklâl Mahkemeleri kurulmuş, suçlular bu mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmıştır. Bu mahkemelerin üyeleri milletvekilleri arasından seçildiğinden TBMM yargı yetkisini de kullanmıştır. 5. İstanbul Hükümeti tarafından dağıtılan şeyhülislam fetvalarına karşılık, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi ve arkadaşları tarafından Milli Mücadelenin haklılığı ve gerekliği ile ilgili fetvalar yayınlanmıştır. 6. Düzenli ordunun kurulması sağlanarak ülkede devlet otoritesi kurulmaya çalışılmıştır. Ayaklanmaların Sonuçları > Millî Mücadele'nin uzamış, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması gecikmiştir. > Başta Yunan işgali olmak üzere işgallerin geniş alanlara yayılmasına, Anadolu'nun daha uzun süre düşman işgali altında kalmasına yol açmıştır. > Millî kaynak kaybı meydana gelmiş, millî kuvvetler birbirine karşı kullanılmak zorunda kalınmıştır. SEVR ANTLAŞMASI (10 Ağustos 1920) İtilaf Devletleri Paris Konferansı'nda yenilen devletlerle yapacakları barış antlaşmalarının esaslarını belirlemişlerdi. Ancak Anadolu'nun paylaşılması konusunda anlaşamadıkları için Osmanlı Devleti ile yapacakları barış anlaşmasını sonraya bırakmışlardı. İtilaf Devletleri Nisan 1920'de topladıkları San Remo Konferansı'nda Osmanlı Devleti ile yapacakları barış anlaşmasının esaslarını belirlediler. Anlaşmayı imzalamak üzere Osmanlı temsilcilerini Paris yakınlarındaki Sevr kasabasına davet ettiler. Osmanlı Devleti anlaşmanın bazı maddelerine itiraz ettiyse de bir sonuç elde edemedi. itilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ni barışa zorlamak için Yunanlıları taarruza geçirdiler. Yunanlılar kısa zamanda Batı Anadolu'nun önemli bir kısmını ve Trakya'yı ele geçirdiler, ingilizler ise Mudanya ve Ban-dırma'ya asker çıkardılar. Nitekim Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki Osmanlı heyeti 10 Ağustos 1920'de Sevr Barış Antlaş-ması'nı imzaladı. Osmanlı anayasasına göre uluslararası anlaşmaların Mebuslar Meclisi tarafından onaylanması gerekiyordu. Ancak meclis dağıtılmıştı. Bu nedenle padişah bir Saltanat Şurası toplayarak Sevr Antlaşması'nı onaylamıştır. t Sevr Antlaşmasının Önemli Maddeleri > İstanbul, Osmanlı başkenti olarak kalacak, ancak anlaşma şartlarına uymazsa burası da elinden alınacaktı. > Boğazlar bütün devletlerin gemilerine açık olacak, içinde Türklerin yer almadığı uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecekti. > Doğu Anadolu'da, Ermenistan ve Kürdistan Devletleri kurulacaktı. > Trakya ve Batı Anadolu Yunanlılara, Irak ve Arabistan İngilizlere, Suriye ve Lübnan Fransızlara bırakılacaktı. > Antalya, Muğla ve Konya İtalyanların; Adana, Malatya ve Sivas üçgeni arasındaki bölge ise Fransızların nüfuz bölgesi olacaktı. > Askerlik zorunlu olmayacak, Osmanlı ordusu en fazla 50700 kişiden oluşacak, ordunun ağır silahları da olmayacaktı. > Azınlıklar vergi vermeyecek ve askerlik yapmayacaklardı. > Kapitülasyonlar en geniş şekilde yeniden yürürlüğe konacak, bütün devletler yararlanabilecekti. > Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecek, bunun yanında maliye işleri İtilaf Devletleri'ne bırakılacaktı. Sevr Antlaşması'nın Önemi ve Sonuçları > Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti tamamen yok sayılmış, toprakları yağmalanmak istenmiştir. > Azınlıklara çok geniş haklar tanınmış, Türk halkının hakları kısıtlanmıştır. > Mebuslar Meclisi tarafından onaylanmadığı için hukukî geçerliliği yoktur. > Sonuç olarak uygulanmayan, "ölü doğmuş" bir antlaşmadır. Bu yönüyle 1878 Ayastefanos Ant-laşması'yla benzerlik gösterir. > TBMM Sevr Antlaşması'nı kabul etmediği gibi sert tepki göstermiş, anlaşmayı imzalayan ve onaylayanları vatan haini olarak ilân etmiştir. > Bu antlaşma, TBMM'yi ve Türk halkını yıldırma-mıştır. Mücadele etmekten başka çare kalmadığını gören halk, TBMM'ye olan desteğini artırmıştır. Nitekim bütün yokluk ve imkansızlıklara rağmen Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan Barış Antlaşması ile Sevr'in geçersizliği ortaya konmuştur. Mustafa Kemal'in Milli Mücadeleyi Örgütlerken Karşılaştığı Sorunlara Bulduğu Çözümler > Türk halkında milli heyecanın uyanmasına katkıda bulunan Havza Genelgesi'nin yayınlaması üzerine istanbul Hükümeti, Mustafa Kemal'i istanbul'a geri çağırmıştır. Mustafa Kemal bu sorun karşısında yalnız padişahtan emir alacağını söyleyerek zaman kazanmış, Milli Mücadele'yi örgütleme çalışmalarına devam etmiştir. > Bölgesel sorunları görüşmek üzere toplanan Erzurum Kongresi'ne katılarak başkan seçilmiş ve bu kongrenin milli kararlar almasını sağlamıştır. > İtlaf Devletleri'nin Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin toplanmaması için yaptıkları tehditlerin boş olduğunu ortaya koyarak delegelerin ümitsizliğe düşmesini engellemiştir. > Sivas Kongresi'nin başında Amerika'nın himayesine girilmesi ile ilgili öneriler karşısında ikna edici konuşmalar yapmış, bu görüşü savunan milletvekilleri ile tek tek görüşerek düşüncelerini değiştirmelerinde etkili olmuştur. "Ya istiklal, ya ölüm." sloganıyla milli bağımsızlık düşüncesinin yerleşmesine katkıda bulunmuştur. > Sivas Kongresi'ni basmakla görevlendirilen Ali Ga-lip'i aldığı tedbirlerle etkisiz hale getirmiştir. Ayrıca onu kışkırtan Damat Ferit'in tutumunu padişaha iletme isteği engellenince istanbul'la ilişkileri kesmiştir. Bunun sonucunda Damat Ferit Hükümeti'nin düşürülmesini sağlamıştır. > Sivas Kongresi'nde bölgesel direniş çabalan içinde olan cemiyetleri bir çatı altında toplayarak direnişi etkili hale getirmiştir. > Damat Ferit Hükümeti'nin tüm engellemelerine rağmen Temsilciler Kurulu'nun yasal bir kuruluş olarak tanınmasını ve Mebuslar Meclisi'nin açılmasını sağlayıp, Misak-ı Milli kararlarının alınmasına öncülük etmiştir. Böylece Amasya Genelgesi ile Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan birçok kararın resmi bir nitelik kazanmasını sağlamıştır. > Milli Mücadele boyunca Türk halkının padişah ve halifeye bağlılığını bildiğinden milli birlik ve beraberliği bozucu açıklama ve çalışmalardan kaçınmıştır. Böylece Türk halkının düşmana karşı top-yekûn mücadele edebilmesini, halkın birlik ve beraberliğini koruyabilmesini sağlamıştır. Mustafa Kemal'in Milli Mücadeledeki bunlara benzer birçok çabası onun vatanseverlik, liderlik, ileri görüşlülük gibi birçok özelliği olduğunu gösterir. m LU <•> co -1 o (¦j m W 'O m < cc S "l ş. a 'O o >- m UJ Ul cc ir o ¦o o o Ul m tr EC :> > Ul Ul CO CO O m 5i Ki İLAN f (¦3 <¦> -1 -1 ¦o IC ¦O m >" m (M 3 < => Z u. O hl z N CO LIZ SN Z LU ING S cr- li_ ıu uı Ul uı cc cc cc °o ¦o O o a O Ul Ul Ul cc ir cc > ¦> > Ul Ul Ul CO to CO s O o .t Ul Ul Ul cc cc E ¦o •o o o o a Boğazların, Anlaşma Devletleri'nin işgali altında olmasından dolayı Doğu Trakya'da bir cephe açılamamıştır. Yunan ordusu Anadolu'dan atılıncaya kadar Doğu Trakya'nın kendi olanakları ile mücadele etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. > İngilizler ve İtalyanlar ile askeri mücadele olmamış, siyasi mücadele yapılmıştır. DOĞU CEPHESİ Kurtuluş Savaşı sırasında Doğu Cephesi'nde savaşlar Ermeniler ile yapılmıştır, itilaf Devletleri'nin Anadolu'yu işgal etmesi, Ermenilerin Doğu Anadolu'yu da içine alan geniş topraklarda devlet kurma ümitlerini artırdı. Bu durum, Ermeniler ile bölgedeki Türk kuvvetleri arasında savaşlara neden olmuştur. Ermeni sorununun temeli 19. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. Ermeni sorununun ortaya çıkması ve sonuçlanması sırasıyla aşağıda anlatılacaktır: Ermeni Sorunu Osmanlı Devleti zamanında çoğunlukla Doğu Anadolu ve Çukurova bölgesinde yaşayan Ermeniler 19. yüzyıl sonlarına kadar zengin ve mutlu bir yaşam sürmüşlerdir. Kendilerine tanınan din, dil ve kültürel haklardan sonuna kadar yararlanmışlardır. Devlete sadakatlerinden dolayı kendilerine millet-i sadıka denilmiştir. S! N 19. yüzyılda Doğu Anadolu'dan İskenderun'a kadar olan yerleri ele geçirmek isteyen Rusya, bu amacına ulaşabilmek için Ermenileri kullanmaya karar vermiştir. Bu amaçla Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri ayaklandırmaya çalışmıştır. 1878'de yapılan Berlin Antlaşması'nda Rusların isteğiyle Ermenilerle ilgili bazı maddeler konmuştur. Böylece Et; --ı sc>r-.;•¦ ¦ uln^-.i i- =¦ ¦ ¦ ¦. ka zanmıştır. Bu arada İngiltere de Doğu Anadolu ve Kafkasya'da bir Ermenistan Devleti kurulmasını sağlayarak Rusların daha güneye inmesini engellemeyi amaçlamış, bu nedenle Ermenilerle yakından ilgilenmeye başlamıştır. Rusya, I. Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu'da yaşayan Ermenileri kullanmaya başladı. Türk ordusu ve gençlerinin cephede bulunmasından yararlanan Ermeni komitacılar, Türk köy ve kasabalarına baskınlar yaparak kadın, çocuk, yaşlı demeden yüz binlerce insanı öldürdüler. Amaçları şiddet yoluyla Türkleri göç ettirip Doğu Anadolu ve Çukurova'da nüfus üstünlüğünü ele geçirmek, itilaf Devletleri ve Rusların işini kolaylaştırmaktı. Osmanlı Devleti giderek büyüyen Ermeni sorunu karşısında 1915'de Tehcir Kanunu'nu çıkardı. Bu yolla Ermenilerden bir kısmı zorunlu olarak Suriye ve Lübnan'a göç ettirildi. Ancak bu olay Avrupa kamuoyu tarafından çarpıtılarak Türkler Ermenileri katlediyor şeklinde yorumlandı. İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı sonunda yapılan Mondros Ateşkes Anlaşması'na Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesine gerekçe olacak maddeler koydurdular. 10 Ağustos 1920'de yapılan Sevr Antlaşması ile Doğu Anadolu'da büyük bir Ermeni Devleti kurulması kararlaştırıldı. Ermeniler, kendilerine vaat edilen yerleri almak üzere 1920 ortalarında saldırıya geçtiler. Ermenistan Savaşı ve Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920) Ermenilerin saldırıya geçmesi üzerine TBMM Hükümeti, 15. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir Pa-şa'yı Doğu Cephesi komutanlığına atadı ve Ermenilere karşı gerekli önlemlerin alınmasını istedi. Kâzım Karabekir, Haziran 1920'de harekete geçti. Ermenileri yenerek Sarıkamış, İğdır ve Kars'ı kurtardı. Zor durumda kalan Ermenilerin isteğiyle Gümrü Antlaşması imzalandı (1920). Doğu Cephesi Gümrü Antlaşması'nın Önemli Maddeleri 1. Türk - Ermeni sınırı, Araş Nehri ve Çıldır Gölü arası olacaktı. 2. Ermeniler Kars, Sarıkamış ve İğdır'ın Türkiye'ye ait olduğunu kabul edecekti. 3. Ermenistan, TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi tanıyacak, Doğu Anadolu'ya yönelik toprak taleplerinden vazgeçecekti. 4. Düşman ordusuna katılarak Türklere karşı silah kullanmış veya öldürme olaylarına katılmış olanların dışındaki Ermeniler, en geç altı ay içinde Türkiye'ye dönebilecekti. Gümrü Antlaşması'nın Sonuçları > TBMM Hükümeti uluslararası alanda ilk askerî ve siyasî başarısını kazanmıştır. Böylece uluslararası belgelerde TBMM'nin ismi geçmeye başlamıştır. Bu durum TBMM'nin Türk ulusunun temsilciliğini üstlendiğini gösterir. > Ermeniler, Doğu Anadolu'ya yönelik toprak taleplerinden vazgeçmişlerdir. Bu durum Sevr Antlaşması'nın uygulanamayacağını ortaya koymuştur. > TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi tanıyan ilk devlet Ermenistan olmuştur. > Ermeni sorunu büyük ölçüde çözüme kavuşturulmuştur. > Doğu Cephesi büyük ölçüde kapanmış, buradaki birliklerin bir kısmı Batı Cephesi'ne gönderilmiştir. GÜNEY CEPHESİ Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan hemen sonra Urfa, Antep ve Maraş İngilizler tarafından, İskenderun ve Çukurova bölgesi Fransızlar tarafından işgal edilmişti. İngiltere 1919'da yapılan bir anlaşma ile Musul'daki haklarından vazgeçmesi şartıyla, Antep, Maraş ve Urfa'yı Fransa'ya bırakmıştı. Fransızlar, Suriye ve Lübnan'dan topladıkları Ermenileri de yanlarına alarak bölgeyi işgal ettiler. Fransızların desteğini alan Ermenilerin katliamlara girişmesi üzerine Antep, Maraş, Adana ve Osmaniye gibi güney illerinde direniş hareketleri başladı. Fransızlar ve onların güdümündeki Ermenilere karşı koymak amacıyla bölgede Kuvayı Milliye birlikleri kuruldu. Örgütlenen yerli halk Fransızlara karşı kahramanca savaştı. Sivas Kongresi'nden sonra Güney Cephesi'ne gönderilen komutanlar, Kuvayı Milliye birliklerinin yönlendirilmesinde önemli roller üstlendiler. Fransızlar 1 Nisan 1920'de kuşattıkları Antep'e ancak 9 Şubat 1921'de girebildiler. Gümrü Antlaşmasından sonra sıranın kendine geleceğini düşünen Gürcistan da TBMM ile bir anlaşma yaparak Ardahan, Artvin ve Batum'u Türkiye'ye teslim etmiştir. 1878 i 1914-1918 18 Ağustos 1920 3 Aralık 1920 11 Şubat 1020 10 Nisan 1920 25 Ekim 1921 M tn 5 c >. re c: -3 O < g -h -+ 3 > C: & O 3 ep'ı O > 3 3 3 Savaşı o HA 3 3 -+ & Kurt 3 Kurt ISD 3 D ulu; ulu; ulu; Maraş'ta Sütçü İmam'la başlayan Türk direnişi karşısında ağır kayıplar veren Fransızlar, şehri boşaltmak zorunda kaldılar. Urfalılar da kahramanca mücadele ederek Fransızların şehri terk etmesini sağladılar. Adana ve Osmaniye'de, Fransızlar tarafından desteklenen Ermenilerle çetin mücadeleler oldu. Sonunda Fransız ve Ermeniler bölgeyi boşaltmak zorunda kaldılar. Türk ordusunun Sakarya Savaşı'nı kazanmasından sonra Anadolu'da tutunamayacağını anlayan Fransa, TBMM ile 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması'nı imzalayarak işgal ettiği yerlerden çekilmiştir. Böylece Güney Cephesi'nde savaşlar sona ermiştir. Sütçü İmam ~^SjT I Maraşta İngiliz askerlerinin yerini ^^^H Fransız askerleri aldıktan sonra ^^^V şehirdeki Ermenilerin taşkınlıkları ^^^^^^^ artmıştı. Zaten Fransız ordusun-^^HV da çok sayıda Ermeni bulunu-^HBFJ yordu. 31 Ekim 1919 cuma günü " ----- akşamına kadar, Fransızlarla be- raber gruplar halinde şehri dolaşan Ermeniler, Türk halkına ağır hakaretler ve küfürlerle mütecaviz davranışlarda bulundular. Akşam vakti, Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğunu gören Fran-sız-Ermeni devriyesinden bir asker; "Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!" diyerek kadınların peçesini zorla açmak istedi. Kadınlar yakındaki bir kahvehanede bulunanlardan yardım istediler. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait, Fransız Ermeni Lejyonerlerinin açtığı ateş sonucu ağır yaralandı. Bu sırada yakındaki küçük bir dükkanda süt satan Hacı imam tabancası ile bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürdü, bir diğerini de yaraladı. Sütçü imam'ın bu cesareti karşısında düşman askerleri şaşkınlıktan ellerini silahlarına bile götüremediler. Ertesi günden itibaren Sütçü İmam, Fransızlar ve Ermeniler tarafından her yerde arandı. Ancak Maraş halkı öyle bir birlik içindeydi ki Sütçü İmam'ın izi dahi bulunamadı. Oysa Sütçü İmam gündüzlerini köy ve bağ evlerinde, gecelerini de şehirde komşularında geçiriyordu. Sütçü İmam'ın Türk'ün şeref, namus ve dinine saldırı karşısında gösterdiği kahramanlıktan sonra halk adeta birbirine kenetlenerek işgalcileri Maraş'tan atmayı başarmıştır. Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. 31 ekim 1919 da, düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş'tan kovulmasından sonra, harpteki fedakarlıklarına mükafat olarak Belediyeye alınmış, kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti. Bir top atımı sırasında barutun ısınan namludan erken ateş alması neticesi yaralanmış ve iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etmiştir. Sütçü imam'ın türbesi Şahin Bey (1877 -1920) HEIHW"9 Antepli Şahin Bey İstiklâl Horbi'nin jHnVBBBBT 1 '-}zız şehitlerindendir. Tek başına düş-&VM| ' J ¦ • T3na meydan okumuş, "Düşman ^BAv rabalan cesedimi çiğnemeden An- ¦BBM^Ç^fc» îp'e giremez." demiştir. Bu kahra- ¦^^^kX AfjB manın hayatı, fedakarlıklarla dolu-¦¦¦¦¦¦¦¦¦¦j dur ve yeni nesil için ibret levhasıdır. ¦B^^^BBİ^^^Hİ istiklâl Savaşı'nın büyük kahramanlarından Şahin Bey, 1877 yılında Gaziantep'de doğdu. Asıl adı Mehmet Said'dir. 1899'de Yemen'e er olarak giden Mehmet Said, Yemen Cephesi'nde gösterdiği muvaffakiyet ve kahramanlık üzerine başçavuş oldu. Mehmet Said, 191 l'de Trab-lusgarb harbine gönüllü olarak katıldı, Balkan savaşlarında Çatalca Cephesi'nde savaştı. Galiçya'da 15. Kolordu'da savaşan Mehmet Said, 1917 Ekiminde Sina Cephesi'nde vazife aldı. Tehlikeli vazifelere gönüllü olarak koşan, vatanperverliği, ahlakı ile dikkatleri üzerinde toplayan Mehmet Said'in rütbesi teğmenliğe yükseltilti. 1918 yılında İngilizlerle Sina Cephesi'nde cereyan eden şiddetli bir muharebe neticesinde esir düştü. Mısır'daki ingiliz esir kampında 1919 Aralık ayı başlarına kadar esir olarak kalan Mehmet Said, ateşkesten sonra serbest bırakıldı. Şahin Bey, 13 Aralık 1919da İstanbul'a geldi ve Harbiye Nezareti-'ne müracaat ederek vazife istedi. Harbiye Nezareti tarafından Urfa'nın Birecik kazası Askerlik Şubesi Başkanlığı'na tayin olunan Şahin Bey, işgal altındaki Antep'in vaziyetini görerek Antep'te kalmaya karar verdi. Antep Heyet-i Merkeziyesi'ne müracaat ederek vazife isteyen Şahin Bey, heyetin kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutma vazifesini vermesi üzerine derhal çalışmaya başladı. Yıllardır evinden, ailesinden, çocuklarından ayrı kalan Şahin Bey, kendisine verilen vatan hizmetinin mesuliyetini omuzuna aldıktan sonra derhal hizmet mahalline koştu. Yıllar sonra döndüğü evinde ise ailesi ve çocukları arasında ancak bir gün kalabildi. 1920 yılı Ocak ayı başlarında köyleri dolaşarak işgalcilerle savaşın önemini ve faziletini anlatan Şahin Bey, kısa zamanda 200 fedai topladı. Kilis - Antep yolu, Antep harbinin kilit noktasıdır. Ne yapılıp edilmeli Fransızların bu yoldan Antep'teki işgal birliklerine yardım ulaştırmalarına engel olunmalıdır. Şahin Bey kendisine haber gönderen An-teplilere şu cevabı vermektedir: "Müsterih olunuz. Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez!" 5 Kasım 1919'da ingilizlerden işgal hareketini devralan Fransızlar, bir türlü Anadolu'nun bu güzel beldesini işgale muvaffak olamamakta, şehir halkı, sınırlı imkânlarıyla karşı koymaktadırlar. Fransızlar bütün ümitlerini Kilis'ten gelecek takviye kuvvetlerine bağlamışlardır. Fakat, o yolu da Şahin Bey bir avuç serdengeçtisiyle tutmuştur. Şahin Bey ve fedaileri 3 Şubat'ta ve 18 Şubat 1920'de tam donanımlı Fransız birliklerini perişan etmişlerdir. Şahin Bey, zaferin ardından düşman kumandanına gönderdiği mektupta şöyle demektedir: "Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şühedâ kanı kanşıktır... Din için, namus için, hürriyet için ölüme atılmak bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Bir gün evvel topraklanmadan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza." Sürüyle saldıran düşman kuvvetleri bir avuç yiğit karşısında perişan olmanın şaşkınlığına düşmüşlerdi. Bu şaşkınlık yerini öfkeye terketmiş ve Antep'e ulaşmak düşman kuvvetleri için bir prestij meselesi olmuştur. Fransız kuvvetleri 25 Mart 1 920'de Andorya kumandasında yola çıkar. Fransız kuvvetleri sekiz bin piyade ve iki yüz süvariden oluşmaktaydı. Ayrıca Fransız birliğinde, bir batarya top, 16 ağır makinalı tüfek, çok miktarda otomatik tüfek ve 4 tank mevcuttu. Kahraman Şahin Bey, ancak yüz kişiyi bulan fedâileriyle düşmanın karşısına dikilmişti. 25 Mart günü sabahtan akşama kadar çatışma devam etmiş ve Şahin Bey düşmana ağır kayıplar ver-dirmiştir. Şahin Bey gece gündüz uyumuyor, çatışma esnasında her tarafa yetişerek fedailerin manevî kuvvetlerini yükseltmeye çalışıyordu. Sırtındaki kaputu çıkartıp nöbet bekleyen yiğitlerin üzerine örten Şahin Bey, her hareketiyle örnek olmaktaydı. 28 Mart sabahına kadar düşmana aman vermeyen Şahin Bey, durumun gittikçe kritik hal almasından sonra kendisine geri çekilmeyi tavsiye edenlere şöyle diyordu: "Düşman buradan geçerse ben Ayıntab'a ne yüzle dönerim, düşman ancak benîm vücudum üzerinden geçebilir." Çatışmanın 4. günü öğleye doğru Şahin Bey'in yanında 18 kişi kalmıştı. Onların da şehit olmalarından sonra tek başına kalan Şahin Bey, son kurşunu kalıncaya kadar düşman ateşine karşılık vermiştir. Atacak kurşunu kalmayan Şahin Bey, tüfeğini yere çarparak kırmış ve üzerine hücum eden düşmanlara karşı yumruklarını sıkarak karşı durmuştur. Silahsız Şahin Bey'in yanına yaklaşamayan düşman askerleri uzaktan ateş ederek Şahin Bey'i şehit etmişler, ardından süngü darbeleriyle aziz nâşını parça parça etmişlerdir. 28 Mart 1 920'de şehit olan Şahin Bey'in ağzından dökülen son söz şu olmuştur. "Allah'ım vatanımı kurtar, alçak düşman! Gel sen de süngüle." Şahin Bey'in şehadet haberi şehre gelince yanık bağırlardan şu mısralar dökülmüştür: Şahin'i sorarsan otuz yaşında, Süngüyle delindi köprü başında. Çeteler toplanmış ağlar başında. Uyan şahin uyan gör neler oldu. Sevgili Ayıntab'a Fransız doldu. Şahin Bey, istiklal meş'alesini tutuşturmuş, onbinlerce Şahinler, tutuşturulan bu meş'aleyi söndürmemek için vargüçleriy-le vuruşmaya koşmuşlardır. Şahin Bey'in 11 yaşındaki oğlu Hayri de gönüllü olarak savaşa katılmış ve bütün çatışmalarda yer almıştır. BA"> CEPHESİ Batı Cephesi İzmir'in işgalinden hemen sonra kurulmuştur. Bu cephede başlangıçta Kuvayı Milliye birlikleri savaşmıştır. TBMM açıldıktan sonra düzenli orduya geçilerek mücadeleye devam edilmiştir. KUVAYI MİLLİYE'NİN KURULMASI Kuvayı Milliye dar anlamıyla; Milli Mücadelede düzenli ordu kuruluncaya kadar işgal güçlerine karşı silahlı mücadele eden direniş kuvvetlerini ifade eder. Kuvayı Milliye'nin kurulmasında birçok Türk subayı görev almıştır. Kuvayı Milliye birliklerinin kurulmasında; > Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkması ve Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmesi > Osmanlı hükümetlerinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması > İtilaf Devletleri'nin Mondros Ateşkes Anlaşmasının hükümlerini tek taraflı uygulayarak Anadolu'yu yer yer işgal etmeleri gibi nedenler etkili olmuştur. İşgallere karşı ilk silahlı direniş hareketi Güney Cephesi'nde (Dörtyol'da) Fransızlara karşı başladı (19 Aralık 1918). Sivas Kongresi'nde alınan kararlar gereğince Güney Cephesi'nde Kuvayı Milliye'nin teşkilatlanması, bölgedeki milli kuvvetlere yardım edilmesi ve bölgeye halkı teşkilatlandırmak amacıyla subaylar gönderilmesi kabul edilmiştir. ' ovayı Milliye Birliği İkinci direniş hareketi İzmir'in işgalinden sonra Ege Bölgesi'nde başlamıştır. İzmir'den sonra Yunanlıların Manisa, Aydın ve Ayvalık'ı işgal etmeleri üzerine vatansever halk ve subaylar direnişe geçmiştir. İzmir'in işgali üzerine Batı Anadolu'da Balıkesir, milli direnişin merkezi durumuna geldi. Batı Anadolu'daki milli kuvvetler arasında birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla Balıkesir'de 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa başkanlığında bir kongre toplandı. Ayrıca, bölgede teşkilatlanmayı sağlamak amacıyla Alaşehir ve Nazilli'de de kongreler yapılmış, Sivas Kongresi'nde Ali Fuat Paşa Batı Anadolu'daki Kuvayı Milliye birliklerinin genel komutanlığına tayin edilmiştir. Böylece Kurtuluş Sava-şı'mızın Batı Cephesi kurulmuştur. Kuvayı Milliye birliklerinin kaldırılmasında; > İşgalleri kesin olarak durduramamaları > Hukuk devleti anlayışına ters davranarak suçlu gördükleri üyelerini kendileri cezalandırmaları > İhtiyaçlarının karşılanmasında zaman zaman halka baskı yapmaları > Anadolu'nun kesin olarak işgallerden kurtarılmak istenmesi etkili olmuştur. Kuvayı Milliye'nin Milli Mücadeleye Sağladığı Yararlar > Yunan ordularının Anadolu'da rahatça ilerlemelerini engellemişlerdir. > Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumuşlardır. > İç ayaklanmaları bastırmışlardır. > Düzenli ordunun kurulması ve teşkilatlanması için zaman kazandırmışlardır. > Kuvayı Milliye birlikleri arasında ilişki az olup kendi bölgelerini kurtarmaya çalışmışlardır. Ayrıca, Milli Mücadelenin ilk silahlı direniş gücü olmuşlardır. > Ulusal bilincin uyanmasını sağlamışlardır. DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI Kuvayı Milliye birlikleri, düşmanı durduracak ve ülkeyi işgalden kurtaracak güç ve birlikten yoksundu. Bu nedenle bağımsızlık için düzenli ordunun kurulmasının şart olduğu anlaşıldı. 1920 ortalarında Batı Anadolu'da yeniden ilerlemeye başlayan Yunanlılar karşısında Kuvayı Milliye birlikleri başarısız oldu. Bu durum düzenli ordunun gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu. Nihayet Mustafa Kemal'in önerisiyle TBMM düzenli ordunun kurulmasına karar verdi. Düzenli ordunun kurulmasında; > Kuvayı Milliye birliklerinin düşmanı yurttan atabilecek bilgi, tecrübe ve silahlara sahip olmaması > Kuvayı Milliye birlikleri arasında belli bir düzen ve disiplinin olmamasının düşman ilerleyişini kolaylaştırması > Kuvayı Milliye birliklerinin ihtiyaçlarını halktan karşılamaları, bu amaçla zaman zaman halka baskı yapmaları, ayrıca suçluları cezalandırma yöntemlerinin tepkilere yol açması > Devlet olma yolunda ilerleyen TBMM'nin, ülkede bir devlet düzeni kurmasının gerekli olması etkili olmuştur. TBMM, 1920 sonlarında Batı Cephesi'nde düzenli orduyu kurmak üzere İsmet ve Refet Beyleri görevlendirdi. Bu iki komutanın büyük gayretleri sayesinde düzenli ordu kuruldu. Düzenli ordu kurulurken etkinliklerini kaybedecekleri endişesine kapılan Çerkez Ethem gibi bazı Kuvayı Milliye liderleri TBMM'ye karşı ayaklandılar-sa da bir sonuç elde edemediler. Düzenli ordu kurulduktan sonra sıra düşmanın yurttan atılmasına geldi. BATI CEPHESİ'NDEKİ SAVAŞLAR I. İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921) 1920 sonlarında İsmet ve Refet Beyler tarafından Batı Cephesi'nde düzenli ordunun kurulmasına başlandı. Bu durum Yunanlıları endişelendirdi. Yunanlılar; > Çerkez Ethem isyanından yararlanarak, henüz kuruluş aşamasındaki düzenli orduyu güçlenmeden yok etmek > Eskişehir ve Kütahya'yı alarak Ankara'ya giden demiryollarını denetim altına almak > Ankara'yı alıp TBMM'yi dağıtmak ve Sevr Antlaşması'nı Türklere zorla kabul ettirmek amaçlarını gerçekleştirmek için saldırıya geçtiler. 6 Ocak'ta Eskişehir'e doğru saldırıya geçen Yunanlılar, Türk ordusu tarafından İnönü mevzilerinde durduruldular. Yenilen Yunan ordusu 10 Ocak 1921'de geri çekilmek zorunda kaldı. I. İnönü Savaşı'ntn Sonuçları 1. TBMM tarafından kurulan düzenli ordu ilk başarısını elde etmiştir. 2. Türk halkının TBMM'ye ve düzenli orduya olan güveni artmıştır. Buna bağlı olarak askere alım işlemleri hızlanmış, askerden kaçmalar azalmıştır. 3. Zaferden sonra Çerkez Ethem isyanı bastırılmıştır. 4. İsmet Bey, albaylıktan generalliğe terfi ettirilmiştir. 5. 1921 Anayasası ve İstiklal Marşı TBMM'de kabul ve ilân edilmiştir. 6. TBMM'nin uluslararası alanda saygınlığı artmıştır. t Londra Konferansı (21 Şubat -12 Mart 1921) TBMM doğuda Ermenilere, güneyde Fransızlara karşı büyük başarılar kazanmıştı. I. İnönü Sava-şı'nda Yunanlıların yenilgiye uğratılması Türk milli mücadelesinin kolayca yok edilemeyeceğini göstermişti. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Londra Kon-feransı'nı topladılar. Amaçları Sevr Antlaşması'nı biraz daha hafifleterek TBMM'ye kabul ettirmekti. Mustafa Kemal konferanstan bir sonuç çıkmayacağını tahmin ediyordu. Buna rağmen; > Türk halkının haklılığını dünyaya duyurmak, > Türk halkının barış yanlısı olduğunu göstermek, > TBMM'nin uluslararası alanda tanınmasını sağlamak amacıyla konferansa katılmayı destekledi. TBMM'nin askeri alanda kazandığı başarılar siyasal ve diplomatik alanlardaki başarılara ortam hazırlamıştır. Bu duruma aşağıdaki gelişmeler örnek olarak gösterilebilir: > Sevr Antlaşması'nın uygulanamayacağını gören İtilaf Devletleri durumu görüşmek üzere Londra Konferansı'nı toplamışlar, konferansa TBMM'yi de davet etmişlerdir. > Sovyet Rusya, TBMM ile Moskova Antlaşması'nı yapmıştır. Konferansa, TBMM temsilcileri ile birlikte İstanbul Hükümeti temsilcileri de katılmış, ancak İstanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa; "Türk milletinin gerçek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin temsilcisidir." diyerek sözü TBMM temsilcisi olan Bekir Sami Bey'e bırakmıştır. TBMM temsilcisi Bekir Sami Bey görüşmeler sırasında Misak-ı Millîyi gündeme getirmiş, ancak İtilâf Devletleri Sevr Antlaşması üzerinde direttiklerinden anlaşma sağlanamamıştır. Londra Konferansı'nın Sonuçları > İtilaf Devletleri konferansa çağırmakla, TBMM'nin varlığını resmen tanımış oldular. > TBMM Hükümeti konferansa katılmakla, İtilaf Devletleri'nin; "Türkler barışa yanaşmıyorlar, savaşı uzatıyorlar." türünden propagandaları etkisiz hale getirmiştir. > Yeni Türk Devleti'nin haklı davası dünya kamuoyuna duyurulmuştur. > Antlaşma sağlanamayınca Yunanlılar yeniden taarruz hazırlıklarına başlamıştır. İstiklal Marşının Kabulü (12 Mart 1921) Devletlerin bayraklarının yanında bağımsızlık sembolü olarak bir de milli marşları vardır. Milli marşlar, ait olduğu milletin yurduna duyduğu sevgi ve bağlılığı yansıtır. Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında, Milli Mücadelenin anlamını belirtecek ve yeni Türk Devleti'nin bağımsızlığının sembolü olacak bir milli marş besteleme gereği duyuldu. Milli Eğitim Bakanlığı, 1921 yılının başlarında TBMM Hükümeti tarafından alınan bir kararla yarışma düzenledi. Yarışmaya 724 şiir katılmasına rağmen eserlerin hiçbiri yeterli bulunmadı. Mehmet Akif Bey, yarışma para ödüllü olduğu için katılmamıştı. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, kendisine bir mektup yazarak yarışmaya katılmasını istedi. Mehmet Akif Bey'in kahraman ordumuza ithaf ederek yazdığı şiir, 12 Mart 1921'de TBMM'de büyük bir coşkuyla okunarak milli marş olarak kabul edildi. Mehmet Akif Bey, 500 lira olan para ödülünü ise Darülaceze'ye bağışlamıştır. Mehmet Akif Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, istiklal Marşı müsabakasındaki birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocukların ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş olan Darülaceze'ye bağışlamıştır. Halbuki İstiklal Marşı kabul edildiğinde, Mehmet Akif'in cebinde, Z:-c ı! - .: -. zn .'den borç aldı- ğı iki lirası vardı. Milli marş için 500 lira teklif edildiği günlerde Ankara'da 140 lira ile bir çiftlik alınabiliyordu. O günler, paltosu dahi olmadığı için, kışın bile ceketle dolaşan bu idealist şairin, çok soğuk günlerde arkadaşı Baytar ;>efik (Kolaylı)'dan muşambasını ödünç alarak giydiği günlerdi. Buna rağmen Baytar Şefik'in bir gün: "Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto olsaydın." demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmamıştır. Moskova Antlaşması (16 Mart 1921) Rusya, 1917'de gerçekleşen Bolşevik İhtilâli'nden sonra İtilaf Devletleri tarafından dışlanmıştı. İtilaf Devletleri Rusya'da kurulan yeni Sovyet rejimine karşı cephe almışlardı. Bu nedenle, Anadolu'nun İtilaf Devletleri tarafından işgali Sovyet Rusya ile TBMM'yi birbirine yakınlaştırmıştır. Bu arada TBMM'nin Gümrü Antlaşması ile Ermeni sorununu çözmesi, ardından Yunanlıları I. İnönü Savaşı'nda yenmesi, Sovyet Rusya'nın TBMM'ye daha da yakınlaşmasını sağlamıştır. Nitekim bu yakınlaşma, taraflar arasında Moskova Antlaşması'nın imzalanmasını sağlamıştır. Moskova Antlaşması'nın Önemli Maddeleri 1. İki taraftan birinin tanımadığı devletler arası bir senedi diğeri de tanımayacaktır. Bu maddeyle; > Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması'nı, dolayısıyla doğuda kurulacak bir Ermeni Devleti'ni tanımamayı kabul etmiştir. > İki devlet uluslararası alanda birlikte hareket etme konusunda anlaşmışlardır. 2. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasındaki antlaşmalar geçersiz sayılacaktır. ,J|SBy§ 65 Bu maddeyle; > Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasında yapılan antlaşmalar yok sayılmıştır. > Taraflar eski sorunların gündeme gelmesini engellemeyi amaçlamışlardır. > İki ülkede de rejim değişiklikleri olduğu anlaşılmaktadır. 3. Sovyet Rusya, TBMM ile Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanan antlaşmalara göre belirlenen sınırı Batum'un Gürcistan'a verilmesi şartıyla tanıyacaktır. Bu maddeyle; > Batum Gürcistan'a, dolayısıyla Sovyet Rusya'ya bırakıldı. Buna karşılık Rusya, Kars ve çevresinin yeni Türk Devleti'ne ait olduğunu kabul etmiştir. > Dönemin olağanüstü şartlarından dolayı Batum Gürcistan'a bırakılmıştır. Bu durur Misak-ı Milli sınırlarından "«cirnış iik tavizdir. 4. Sovyet Rusya, Misak-ı Milli'yi tanıyacaktır. Bu maddeyle; > Sovyet Rusya, Misak-ı Milli'yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur. > Doğu Cephesi tam anlamıyla güvenlik altına alınmıştır. > Doğu sınırımız büyük ölçüde kesinlik kazanmıştır. İlk kez batılı ve büyük bir devlet Misak-ı Millî'yi ve yeni Türk Devleti'ni tanımıştır. Doğudaki birliklerden bir kısmı batı cephesine kaydırılmıştır. Ayrıca TBMM'nin Rusya'dan silah ve cephane alma imkânı ortaya çıkmıştır. S Udİ. II. İnönü Savaşı (23 Mart -1 Nisan 1921) Londra Konferansı'nın anlaşmazlıkla sona ermesi üzerine İtilaf Devletleri, Yunanlıların yeniden taarruza geçmesini istediler. Yunanlıların amacı; Eskişehir ve Kütahya'yı almak, Ankara'yı alarak TBMM'yi dağıtmak ve Sevr Antlaşması'nı Türklere zorla kabul ettirmekti. 23 Mart'ta saldırıya geçen Yunan ordusu, düzenli ordularımız tarafından İnönü mevkiinde durdurulmuş ve ağır kayıplar verdirilerek geri çekilmek zorunda bırakılmışlardır. Böylece II. İnönü Savaşı da Türk ordusunun üstünlüğü ile sona ermiştir. II. İnönü Savaşı'mn Sonuçları > İtalyanlar, Muğla ve Antalya'dan çekilmeye başlamıştır. Bu durum, itilaf Devletleri'nin Anadolu'daki işgallerin devam etmesi konusunda çözülmeye başladığını ve Türk yurdunun işgallerden kurtulma sürecine girdiğini gösterir. > Fransızlar, TBMM'ye karşı tutumlarını yumuşatmışlardır. > Türk halkının TBMM'ye ve düzenli orduya olan güveni artmıştır. > Mustafa Kemal kazanılan zaferin önemini İsmet Paşa'ya çektiği telgrafta, "Siz orada sadece düşmanı değil, Türk milletinin makus talihini de yendiniz." diyerek belirtmiştir. I 3 3 s B> B> s a a -J ^ ^ (S ıs us »» *? *? M- 7^ C7 JH N C C; I. S 3 -ı. *< 3 o: 3 3 Milli i ord O. 1 -< (ti c 3 3-O "5 3~ C 5' 3 7C to yr C co c n (A s c c 3 3 D 7T O W b tA > 1 tiklâl oskov Kon î D T <* ¦« 2 = aş rf 3 3 kab tA CO cr co i c/> 67 Kütahya - Eskişehir Savaşları (10-24 Temmuz 1921) Yunanlılar, İnönü Savaşlarında Türk ordusunun bir vuruşta dağıtılmayacağım görmüşlerdi. Bu nedenle Anadolu'ya daha büyük kuvvetler getirdiler. Türk ordusuna toparlanma fırsatı vermeden çok büyük kuvvetlerle yeniden saldırıya geçtiler. Türk ordusunun hem sayı, hem de silah ve cephane açısından çok büyük eksikleri vardı. Bu nedenle Eskişehir'den Afyon'a kadar uzanan geniş bir hat boyunca saldıran Yunanlılar karşısında gerilemeye başladı. Mustafa Kemal, daha fazla kayıp verilmemesi için ismet Paşa'ya, -ro. un Sakarya'nın do-qusir; :;,-.-; emrini verdi. Böylece Türk ordusu ilk kez yenik duruma düştü. Kütahya - Eskişehir Savaşının Sonuçları > Türk ordusu çok büyük silah ve malzeme kaybetmiştir. > Halkın TBMM'ye ve düzenli orduya olan güveni sarsılmış, askerden kaçmalar artmıştır. > TBMM'de ordunun yönetilmesiyle sert tartışmalar yaşanmıştır. > Kütahya, Eskişehir, Afyon gibi çok önemli şehirler ve oldukça verimli topraklar kaybedilmiştir. > Ankara'nın Anadolu ile demiryolu bağlantısı kesilmiştir. > Ankara'nın savunulamayacağı, bu nedenle TBMM'nin Kayseri'ye taşınması, düzenli ordunun kaldırılarak yeniden Kuvayı Milliye'ye dönülmesi gündeme gelmiştir. > Mecliste Mustafa Kemal'in şahsına yönelik eleştiri ve suçlamalar başlamıştır. Bazı milletvekilleri "Ordu ne yapıyor, bu başarısızlığın sorumlusu kim?" gibi sorular sormaya başlamışlardır. MAARİF KONGRESİ Atatürk, büyük bir asker, büyük bir devlet adamı ve diplomat olduğu kadar, eğitim alanında da milletimizin çağ değiştirmesini, atılım yapmasını sağlayan büyük bir önderdir. Atatürk'ün millî eğitim konusuna gösterdiği ilgi ve bu konuda ileri sürdüğü görüşler incelendiği zaman, bu konuya adeta bir eğitim düşünürü gibi eğildiği, konunun bütün yönleriyle çok yakından ilgilendiği, çevresine millî eğitimin önemini anlatmak içni her fırsatı değerlendirdiği, millî eğitimde göz önünde tutulması gerekli amaç ve ilkeleri açıklığa kavuşturduğu görülür. Atatürk eğitim alanındaki yenileşmenin önderidir. Atatürk'ün gözünde, Türk Millî Mücadelesi, sadace askeri alanda, düşmanı vatan topraklarından kovmayı tek amaç bilen bir hareket değildi. Askerî alanda kazanılacak zafer, millî kurtuluşun ilk şartı idi. Fakat zaferden sonra yapılacak işler, bağımsızlık savaşı kadar önemliydi. Savaş sürerken bile, Atatürk, savaş sonrasının sorunlarına hazırlanıyor, bu arada millî eğitim konusuna da eğiliyordu. 1921 yılında Ankara'da toplanan Maarif Kongre-t, si'nin eğitim tarihimiz içinde önemli bir yeri vardır. Bu kongre okul ve öğrenci mevcudunu tes-l pit etmek, bu konuda yapılması gereken çalışmaları belirlemek ve eğitime millî bir yön vermek , amacıyla toplanmıştır. Eğitim tarihimizde bir dö-' nemin başlangıcı olarak görülmesi gereken bu kongrede Atatürk, eğitim, bilim ve kültür alanındaki düşüncelerini, yapılacak inkılapların esaslarını, öğretmenler için neler düşündüğünü ve onlardan neler beklediğini açıklamıştır. Bağımsızlık savaşının en bunalımlı günlerinde, düşman kuvvetlerinin kesin sonuca ulaşmak hayaliyle baskılarını arttırdıkları, ordumuzun Sakarya'ya kadar çekilmesine yol açan Kütahya - Eskişehir yöresindeki Yunan saldırısının tehlikeli şekilde geliştiği günlerde, 16 Temmuz 1921'de, Ankara'da "Maarif Kongresi" (Millî Eğitim Kongresi) toplanmıştır. Atatürk cephedeki şartların ağırlığına rağmen, bu kongrenin ertelenmesine razı olmamış, hattâ kongrenin açış konuşmasını kendisi yapmıştır. Bu açış konuşmasında, -devam eden savaşa ve bütün maddî imkânların düşmanı vatanımızdan kovmak için kullanılması zorunluluğuna rağmen- "millî" ve "çağdaş" bir eğitimin temellerinin atılmasını, yapılacak işlerin sağlam bir programa bağlanmasını istemiştir. Ayrıntıları eğitim uzmanlarına bırakmak istediğini belirterek, bazı genel ilkelere değinen Atatürk, eski devrin hurafelerinden, boş inançlarından, doğudan ve batıdan gelebilecek zararlı etkilerden uzak, millî karakterimize ve tarihimize uygun bir kültüre muhtaç olduğumuzu vurgulamıştır. "Gelecekteki kurtuluşumuzun büyük önderleri" olarak selâmladığı öğretmenlere duyduğu derin saygıyı dile getirir. Atatürk'ün, yıllar sonra, "Cumhurbaşkanı olmasa idiniz, ne olmak isterdiniz?" sorusuna, "Millî Eğitim Bakanı olarak eğitim davasına hizmet etmek isterdim." diye cevap vermesi bile, eğitimi millet hayatında ne kadar önemli bir etken olarak gördüğünün işaretidir. Eğitim, milletlerin bağımsız yaşayabilmeleri, kalkınıp güçlenmeleri bakımından hayatî önem taşır. Atatürk'e göre, "En önemli, en esaslı nokta eğitim meselesidir". Çünkü, "Eğitim bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da bir milleti esarete ve sefalete terkeder." Bu bilgiler, Atatürk'ün eğitim faaliyetlerine çok önem verdiğini gösterir. Mustafa Kemal Paşa'ya Başkomutanlık Görevinin Verilmesi (5 Ağustos 1921) Bütün olumsuzluklara rağmen Mustafa Kemal ümitsiz değildi. Düşman yenilebilirdi. Ancak bunun için çabuk kararlar almak ve alınan kararları hemen uygulamak gerekliydi. Bu nedenle Mustafa Kemal meclise bir öneride bulunarak ordu komutanlığıyla birlikte meclisin yetkilerinin de kendisine verilmesini istedi. Nitekim 5 Ağustos 1921'de kabul edilen Başkomutanlık Kanunu ile Meclis, tüm yetkilerini 3 aylık bir süre için Mustafa Kemal Paşa'ya devretti. Böylece Mustafa Kemal Paşa "Başkomutanlık" görevini üstlenmiş oldu. Bu yetki daha sonra uzatılmıştır. Tekâlif-i Milliye Emirleri (8 Ağustos 1921) Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Kanunu'yla tüm yetkileri eline aldıktan sonra orduyu savaşa hazırlamak ve bu arada ordu için gerekli olan acil ihtiyaçları karşılamak için Tekalif-i Milliye Emirlerini (Milli yükümlülükler) yayınladı. Buna göre; > Her aile orduya bir çift çarık, çorap ve bir takım çamaşır verecekti. > Halkın elinde bulunan yiyecek ve giyecek maddeleri ile ulaşım araçlarının bir kısmına bedeli sonradan ödenmek üzere el konulacaktı. > Halk, elinde bulunan silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecekti. > Ordu hizmetlerinde yararlı olacak bütün zanaatkarlar tespit edilip bunlar derhal ordu hizmetine girecekti. > Milli yükümlülükler emirlerini uygulamak üzere her ilçede birer Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurulacaktı. Tekalif-i Milliye Emirleri, Türk ordusunun taarruz gücüne ulaşmasına ve düşmanın Anadolu'dan atılmasına katkı sağlamıştır. Türk halkı Tekalif-i Milliye Emirlerine uymuştur. Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos- 13 Eylül 1921) Eskişehir - Kütahya Savaşlarını kazanan Yunanlılar, bir süre Sakarya nehrinin batısında durmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa çok büyük eksikleri olan ordunun ihtiyaçlarını büyük ölçüde halktan karşılamaya çalıştı. Yunanlılar, Türk ordusunun daha fazla güçlenip toparlanmasına fırsat vermemek için 23 Ağustos 1921'de taarruza geçtiler. Asker sayısı ve silah bakımından çok üstün bir güce sahip olan Yunanlılar karşısında Türk ordusu kahramanca direndi. Yunanlıların bir ara Polatlı'ya kadar yaklaşmaları üzerine Mustafa Kemal Paşa orduya hitaben "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça bırakılamaz." diyerek direnil-mesini istedi. Türk ordusu bu emre sonuna kadar uydu. Yunanlılar cepheyi yarmanın savaşı kazandırmayacağını, Türklerin sonuna kadar direneceğini çok net bir şekilde gördüler. Nihayet 22 gün, 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı, Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı (13 Eylül 1921). Kurtuluş Savaşı'nda ordu ile halk birlikte mücadele etti. Sakarya Savaşı'mn Sonuçları > 1683 Viyana bozgunundan beri devam eden Türk gerileyişi sona erdi. > Yunan ordusunun taarruz gücü kırıldı. Yunanlılar bundan böyle ellerinde kalan yerleri korumak için savunma hattı kurmaya başladılar. > Türk ordusu taarruza geçmek için hazırlıklara başladı. > itilaf Devletleri, TBMM'ye ateşkes ve barış teklifinde bulundular. > TBMM, Mustafa Kemal Paşa'ya "mareşallik" rütbesi ile "gazilik" unvanı verdi (19 Eylül 1921). Fevzi Çakmak'a da mareşallik rütbesi verildi. > Fransızlar, Türk Kurtuluş Savaşı'mn başarıya ulaşma yolunda olduğunu görerek TBMM ile Ankara Antlaşması'nı imzaladılar. Ardından işgal ettikleri Anadolu topraklarından çekildiler. > TBMM ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. > Türk halkının TBMM'ye ve düzenli orduya güveni tam olarak sağlandı. Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) Sakarya Zaferi'nden sonra Türk Kurtuluş Savaşı'mn başarıya ulaşma yolunda olduğunu gören Sovyet Rusya, Moskova Antlaşması'nda giderilemeyen bazı anlaşmazlıkları sona erdirmeyi amaçlamıştır. Bu düşünceyle Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan'dan TBMM ile anlaşmalarını istemiştir. Bu istek doğrultusunda Kafkas Cumhuriyetleri ile TBMM arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır (13 Ekim 1921). Kars Antlaşması ile yeni Türk Devleti'nin doğu sınırları kesin şeklini aldı. Buradaki birlikler Büyük Taarruz için Batı Cephesi'ne gönderildi. Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921) Antep, Maraş, Urfa ve Çukurova bölgesinde Türk halkının şiddetli direnişi ile karşılaşan Fransızlar Türk topraklarını işgal etmenin mümkün olmadığını görmüşlerdi. Bu nedenle II. İnönü Savaşı'ndan sonra TBMM ile görüşmeler yapmak üzere Ankara'ya bir temsilci göndermişlerdi. Ancak Yunanlıların Kütahya - Eskişehir Savaşlarını kazanması üzerine Fransız temsilcisi geri çağrılmıştı. Türk ordusunun Sakarya Meydan Savaşı'nda Yu-£ nanlıları ağır bir yenilgiye uğratması Fransa'nın an-" laşma yolundaki bütün tereddütlerini sona erdirdi. Sonunda Fransa ile TBMM Hükümeti arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre; 1. Taraflar arasındaki savaş durumu sona erecekti. İki taraf egemen oldukları yerlerde genel af ilan edeceklerdi. 2. Hatay, Fransa yönetiminde kalacak ancak, özel bir yönetim kurulacaktı. 3. Hatay'da resmi dil Türkçe olacak, Türk parası geçerli olacaktı. Ankara Antlaşmasının Sonuçları > Hatay dışında bugünkü Suriye sınırımız çizildi. > Fransa Hatay'ın özerkliğini tanıyarak, buranın Türkiye'nin bir parçası olduğunu kabul etti. > Fransa yeni Türk Devleti'ni resmen tanıyan ilk İtilaf Devleti oldu. Ankara Antlaşması ile; itilaf Devletleri'nin Türkiye'ye karşı oluşturdukları birlik parçalandı. > Güney Cephesi'ndeki savaş durumu sona erdi. Buradaki birlikler Büyük Taarruz için Batı Cephesi'ne kaydırıldı. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı (26 Ağustos -18 Eylül 1922) Sakarya Meydan Savaşı ile Yunan kuvvetlerinin taarruz gücünü kıran Türk ordusu, uzun süre taarruz gücüne ulaşmak için hazırlıklar yaptı. Meclis, taarruzdan önce Mustafa Kemal'in Başkomutanlık yetkisini süresiz uzattı. Nitekim hazırlıklar tamamlandıktan sonra 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle Büyük Taarruz başladı. 30 Ağustosla Mustafa Kemal'in bizzat yönettiği Başkomutanlık Meydan Savaşı'yla, Dumlupınar'ın kuzeyinde Yunan kuvvetleri yok edildi. Mustafa Kemal, Türk ordusuna, : :k hede- finiz ' -Hi nıt :ieri!" emrini verdi. 6 Eylül'de Balıkesir'i, 8 Eylül'de Manisa'yı işgalden kurtaran kahraman ordumuz 9 Eylül'de İzmir'e ulaştı. î-tı Ahul .¦ . ¦..;:iT.an. işgalinden •. . Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'de Büyük Taarruz'un Sonuçları > Millî Mücadele'nin silahlı mücadele kısmı başarıya ulaştı. > Anadolu'da; Ermeni, İtalyan ve Fransız işgalinden sonra Yunan işgali de sona erdi. > Yunanlılar tarafından işgal edilen Afyon, Eskişehir, Kütahya, Uşak, Manisa, Aydın, İzmir, Bursa, Balıkesir illeri düşman işgalinden kurtarıldı. Malazgirt Savaşı Anadolu'nun kapılarını Türklere açmış, Miryokefalon Savaşı buranın Türk vatanı olduğunu belgelemişti. Başkomutanlık Meydan Muharebesi ise Anadolu'nun sonsuza kadar Türk vatanı olacağını kesin olarak ispat etmiştir. i Fevzi Çakmak Kurtuluş Savaşı'nda büyük emeği geçen bir komutan ve Millet Parti-si'nin kurucularındandır. 12 Ocak 1876 yılında istanbul'da doğdu. Topçu Miralayı Çakmakoğulla-rı'ndan Ali Bey'in oğludur. Mahalle mektebini bitirdikten sonra Soğuk-çeşme Rüştüyesi'ni ve Kuleli Askeri idadisi'ni bitirdi. 1895 yılında Pangaltı Harbiyesi'nden mezun oldu. 1898'de, gösterdiği başarıdan dolayı Kurmay Yüzbaşı oldu. Balkanlarda göstermiş olduğu başarılar sayesinde 9 yılda Miralaylığa (Albaylığa) yükseldi. Taşlıca Mutasarrıflığı ve kumandanlığı yanında, Nizamiye 35. fırkaya kumanda etti. II. Meşrutiyetin ilanından sonra görevine devam eden Fevzi Paşa, 1910 yılında Mürettep Moskova Kolordusunun Erkan-ı Harbiye Reisliği'ne atandı. Trablus'ta italyanların başlatmış olduğu saldırılar üzerine kurulan, Garp Kolordusu Erkan-ı Harbiye Reisliği'ne getirildi. Daha sonraları Erkan-ı Harbiye'si Hareket Şubesi müdürü oldu. Balkan Savaş'ından sonra Ankara Fırka Kumandanı, ardından da 5. Kolordu Kumandanlığına atandı ve 1914 yılının Mart ayında rütbesi Mirvalığa yükseltildi. Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale müdafaasına katıldı. 1915'de Anafartalar Grubu Kumandanlığında bulundu. 1916'da 2. Kafkas Kolordusu Kumandanı, 191 7'de ise II. Ordu Komutanlığı'na tayin edildi. 1918 yılında, Suriye'deki VII. Ordunun komutanlığını yaptığı süre içindeki başarılarından dolayı Ferikliğe yükseldi. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Erkan-ı Harbiye Reisliği'ne getirildi, fakat İzmir'in işgali sırasında bu görevinden istifa etti. 3 Şubat 1920'de Harbiye Nazırı olduğu sırada Anadolu'daki Kurtuluş Savaşı çalışmalarına yardım etti. 8 Nisan 1920'de istanbul'un işgal edilmesi üzerine Anadolu'ya kaçtı. Burada Mustafa Kemal'in emrine girdi ve ölümüne kadar beraberinde çalıştı. Fevzi Paşa, Ankara'ya gelişinin milli hareket için ne denli önemli olduğunun bir ifadesi olarak, 3 Mayıs 1920'de Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Müdafaa Vekilliği'ne ve Bakanlar Kurulu Başkanlığı'na getirildi. II. inönü Zaferi'nden sonra, 3 Nisan 1921 'de Birinci Ferikliğe tayin edildi. 1 921 'de Erkan-ı Harbiye Reis vekilliği yaptı. 29 Eylül 1921'deki Sakarya Savaşı'ndan sonra Mareşalliğe yükseltildi. 1924 yılına kadar Erkan-ı Harbiye Reis vekilliği ve Kozan Milletvekilliği yapan Fevzi Paşa, bu tarihte milletvekilliğinden ayrıldı. 1 925'te asaleten Erkan-ı Harbiye Reisliği yaptı ve 12 Ocak 1 944'te bu görevinden ayrılarak emekli oldu. 1946'da istanbul'dan milletvekili adayı seçildi ve 1948'de Millet Partisi'ni kurdu. 10 Nisan 1950'de vefat etti. ^^HSBS 71 MUDANYA ATEŞKES ANLAŞMASI (11 Ekim 1922) Büyük Taarruz'un başarıya ulaşması üzerine ordularımızın bir kısmı İzmit ve Çanakkale önlerine kadar geldiler. Buralar İngilizlerin işgali altında bulunuyordu. İngilizler Boğazlar, İstanbul ve Doğu Trakya'yı Türklere vermeye niyetli değillerdi. Bu nedenle savaşma kararı aldılar. Ancak ne ingiliz sömürgeleri, ne de müttefikleri olan İtalya ve Fransa İngiltere'ye destek vermediler. Bunun üzerine ingiltere, son durumu görüşmek üzere bir konferans toplanması teklifinde bulundu. TBMM'nin bu teklifi kabul etmesi üzerine Mudanya Konferansı toplandı (3 Ekim 1922). Konferansa İtilaf Devletleri adına İngiltere, Fransa ve italya temsilcileri katılırken Yunan temsilcileri Mudanya limanında bulunan bir gemide konferansın sonucunu beklediler. Konferansa TBMM adına İsmet Paşa katıldı. Yaklaşık bir hafta süren görüşmelerden sonra Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı (11 Ekim 1922). Mudanya Ateşkesi'nin Önemli Maddeleri 1. Türkiye ile Yunanistan arasındaki silahlı çatışma sona erecektir. 2. Yunanlılar Doğu Trakya'yı 15 gün içinde boşaltıp TBMM'ye teslim edilecektir. 3. TBMM barış anlaşması yapılana kadar Doğu Trakya'ya en fazla 8000 kişilik jandarma kuvveti geçirebilecektir. 4. İstanbul'un yönetimi TBMM'ye bırakılacaktır. 5. İtilaf Devletleri barış yapılana kadar İstanbul ve Boğazlarda bir miktar kuvvet bulundurmaya devam edecektir. 6. Türk ordusu, barış yapılana kadar Boğazlara belli bir mesafede duracaktır. Mudanya Ateşkes Anlaşmasının Sonuçları > Türk Kurtuluş Savaşı'nda gösterilen askerî başarı, diplomatik başarı ile tamamlanmış oldu. > istanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya savaş yapılmadan kurtarıldı. > Türk milleti haklı davasını İtilaf Devletleri'ne kabul ettirdi. > İtilaf Devletleri İstanbul'un yönetimini TBMM'ye bırakmakla dolaylı da olsa Osmanlı Devleti'ni yok saymış oldular. I 1. İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Anlaşma-sı'nda Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini sağlayacak hükümler koydurmuşlardır. Sevr Antlaşması ile de doğuda bir Ermeni Devleti'nin kurulmasına karar vermişlerdir. Bu sırada Kazım Karabekir tarafından yenilgiye uğratılan Ermeniler, TBMM ile Gümrü Antlaş-ması'nı imzalayarak Doğu Anadolu'ya yönelik toprak taleplerinden vazgeçmişlerdir. Bu bilgilere bakarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz? A) TBMM, Sevr Antlaşması'm onaylamamıştır. B) İtilaf Devletleri Ermenilere karşı TBMM'nin yanında yer almıştır. C) Ermeniler, Türk kuvvetleri karşısında başarısız olmuştur. D) Gümrü Antlaşması Sevr Antlaşması'nı uygulanamaz hale getirmiştir. Başkomutanlık Meydan Muharebesinden sonra "Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!" 2. Atatürk'ün askerlere bu emri vermesi, I. Türk ordusunun savaşı kazanması II. Yeni bir devletin kurulması III. Anadolu'nun tamamen işgalden kurtarılması durumlarından hangisi veya hangilerine kanıt olarak gösterilebilir? A) Yalnızl B) Yalnız II C) I ve III D) II ve III 3. I. İnönü Savaşı'mn aşağıdaki sonuçlarından hangisi, Türk milletinin ortak düşüncesini, duygusunu, heyecanını ve tarihten gelen hür ve bağımsız yaşama azmini dile getirmiştir? A) istiklal Marşı'nın kabul edilmesi B) TBMM'nin Londra Konferansı'na çağrılması C) Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabul edilmesi D) Afganistan'la bir dostluk antlaşmasının imzalanması 4. TBMM ile Sovyet Rusya arasında 16 Mart 1921'de yapılan Moskova Antlaşması'nda, "Bir tarafın tanımadığı uluslararası bir anlaşmayı diğer taraf da tanımayacaktır." şeklinde bir madde yer almıştır. Bu madde ile tarafların öncelikle aşağıdaki-lerden hangisini amaçladığı söylenebilir? A) Uluslararası alanda birlikte hareket etmeyi B) Moskova Antlaşması'nın uzun süre yürürlükte kalmasını C) İtilaf Devletleri ile diplomatik ilişki kurmamayı D) Boğazların Türkiye'nin denetimi altında kalmasını sağlamayı 5. II. İnönü Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal TBMM başkanı olarak Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa'ya çektiği bir telgrafta; "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin kötü giden talihini de yendiniz." demiştir. Mustafa Kemal'in bu telgrafla aşağıdakiler-den hangisini ifade ettiği söylenebilir? A) Türk ordusunun ilk kez zafer kazandığını B) Kazanılan zaferin Türk milleti için önemli olduğunu C) Yunanlıları yenmenin çok zor olduğunu D) Türk halkını bütün dünyanın desteklemeye başladığını Batı Anadolu'nun işgaline karşı direnen Kuvayı Milliye birlikleri Yunanlıların ilerleyişini güçleştiriyor, onlara ağır kayıplar verdiriyordu. Ancak düşmanı durdurup yurttan atamıyordu. Bunun en önemli nedeni Kuvayı Milliye birliklerinin ağır silahlarının olmaması, askeri bilgi, eğitim ve teknolojiden yoksun olması, her Kuvayı Milliye şefinin kendi başına buyruk hareket etmesiydi. Kuvayı Milliye'nin içinde bulunduğu bu durum aşağıdakilerden hangisini zorunlu hale getirmiştir? A) Yunanlılarla ateşkes yapmayı B) İngiltere, Fransa ve İtalya ile yakınlaşmayı C) Düzenli bir ordu kurmayı D) TBMM'yi açmayı TBMM kuvvetlerinin doğuda Ermenileri yenilgiye uğratması, güneyde Fransızları Maraş ve Urfa'dan çıkarması, batıda ise Yunanlıları I. inönü Savaşı'nda yenilgiye uğratması üzerine İtilaf Devletleri Londra'da bir konferans toplamışlardır. Konferansta Türk tarafına Sevr Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmayı önermişlerdir. Bu öneri TBMM tarafından kesin bir dille reddedilmiştir. Bu durum aşağıdakilerden hangisini göstermez? A) Türk halkının Sevr Antlaşması'na karşı olduğunu B) TBMM'nin askeri başarılarının İtilaf Devlet-leri'ni güç durumda bıraktığını C) Sevr Antlaşması'nın kolaylıkla uygulanamayacağını D) İtilaf Devletleri'nin isteklerinden tamamen vazgeçtiklerini 8. Ermenilerle yapılan Gümrü Antlaşması'nda; "Düşman ordularına katılarak Türklere karşı silah kullanmış veya öldürme olaylarına karışmış olanlar dışında, isteyen Ermeniler Türkiye sınırları içindeki topraklarına dönebileceklerdir." şeklinde bir madde yer almıştır. Bu durum aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir? A) Türkiye'nin barışçı ve hoşgörülü bir politika izlediğinin B) Ermenilerin, Türkiye'yi baskı altında tutmaya devam ettiğinin C) Türkiye'de nüfusun çok azaldığının D) Ermenilerin, TBMM'yi desteklemeye başladığının Düzenli ordunun kurulması sırasında halkta bazı tereddütler oluşmuş, askere alım işlemlerinde sıkıntılar yaşanmıştır. Ancak I. İnönü Sava-şı'nın kazanılmasından sonra askere alım işlemleri hızlanmış, askerden kaçmalar azalmıştır. Bu durum aşağıdakilerden hangisinin bir göstergesidir? A) Düzenli orduya güvenin arttığının B) Düzenli ordunun I. İnönü Savaşı'ndan sonra kurulduğunun C) Halkın askerlik işlerinden haberdar olmadığının D) Düzenli ordunun halka baskı yaptığının 10. İtilaf Devletleri'nin Londra Konferansı'na İstanbul Hükümeti ile birlikte TBMM'yi de davet etmeleri, aşağıdakilerden hangisini sağlamıştır? A) Milli egemenliğin gerçekleşmesini B) İstanbul Hükümeti'nin yok sayılmasını C) Milli Mücadelenin sona ermesini D) TBMM'nin uluslararası alanda tanınmasını 11. İtilaf Devletleri Londra Konferansı'na İstanbul Hükümeti ile TBMM Hükümeti'ni birlikte çağırmıştır. Ancak, konferansta istanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa, "Türk milletinin gerçek temsilcisi, TBMM temsilcisidir." diyerek sözü Bekir Sami Bey'e bırakmıştır. Bu durumun aşağıdakilerden hangisini engellediği ileri sürülebilir? A) TBMM'nin siyasal varlığının tanınmasını B) İtilaf Devletleri'nin Türk temsilcileri arasında ikilik çıkarma çabalarını C) Sevr Antlaşması'nın bazı hükümlerinin tartışma konusu yapılmasını D) "Türkler barışa yanaşmıyor, savaşı uzatıyor." propagandalarının sonuçsuz bırakılmasını wBnmtmmit- evaplı est .. 2 Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. 12. Atatürk bu sözüyle, I. Vatanın bölünmez bütünlüğü II. Şehitliğin kutsallığı III. Yurt savunmasının önemi olgularından hangisi veya hangilerini vurgulamıştır? A) Yalnızl C) I ve III B) Yalnızl D) II ve III Türk Kurtuluş Savaşı, Anadolu'yu işgal etmeye çalışan İtilaf Devletleri ile onların desteklediği güçlere karşı yapılmıştır. Anadolu'nun işgali konusunda başlangıçta ortak hareket eden İtilaf Devletleri arasında, zamanla görüş ayrılıkları olmuştur. Aşağıdakilerden hangisi, İtilaf Devletleri arasında görüş ayrılığının olduğunu gösterir? A) Sovyet Rusya'nın, TBMM ile Moskova Ant-laşması'nı yapması B) İtilaf Devletleri'nin, I. İnönü Savaşı'ndan sonra Londra Konferansı'nı toplamaları C) Fransa'nın, Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra TBMM ile Ankara Antlaşması'nı yapması D) İtilaf Devletleri'nin Lozan Konferansı'na İstanbul Hükümeti'ni de çağırmaları Mustafa Kemal Paşa, TBMM'nin kendisine başkomutanlık yetkisini vermesinden sonra Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınlamıştır. Buna göre her aile bir askerin ihtiyacı olan malzemeyi sağlamakla yükümlü tutulmuş, halkın elindeki silah ve cephanelere el konulmuştur. Buna göre Atatürk'ün öncelikle aşağıdakilerden hangisini amaçladığı savunulabilir? A) Azınlıklara Osmanlı Devleti zamanında verilen ayrıcalıkların kaldırılmasını B) Millet egemenliğine dayanan bir devlet kurulmasını C) Ülkenin ekonomik kaynaklarının korunmasını D) Milli Mücadelenin öz kaynaklarla sürdürülmesini 3. TBMM, Kurtuluş Savaşı sırasında askere alma işlerini düzene koymuş, küçük imalathanelerde askeri malzeme üretilmesini sağlamış, dış ülkelerden silah ve cephane yardımı almıştır. TBMM'nin bu çalışmalarla aşağıdaki amaçlardan hangisine ulaşmaya çalıştığı savunulabilir? A) Ordunun gücünü artırmaya B) Yunanlılarla barış yapmaya C) İnkılap hareketlerini başlatmaya D) Saltanatı ve halifeliği kaldırmaya 4. Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra Fransa, TBMM ile Ankara Antlaşması'nı yaparak Güneydoğu Anadolu ve Çukurova'dan çekilmeyi kabul etmiştir. Fransa'nın bu tutumu İngiltere tarafından hoş karşılanmayarak şiddetle eleştirilmiştir. İngiltere'nin böyle bir tutum sergilemesinde aşağıdakilerden hangisinin etkili olduğu söylenemez? A) TBMM'nin siyasi açıdan daha güçlü hale gelmesinin B) Anadolu'da tutunmasının güçleşmesinin C) Hatay'ın Fransa'nın yönetiminde kalmasının D) Sevr Antlaşması'nın geçersiz hale gelmesinin 5. TBMM'de düzenli ordunun kurulması ile ilgili konular görüşülürken bazı milletvekilleri, Kuvayı Milliye birliklerinin yeterli olduğunu savunarak bu düşünceye karşı çıkmışlardır. An- t cak, bu tartışmalar yapılırken Yunanlıların başlattığı taarruz karşısında Kuvayı Milliye birlikleri başarısız olmuştur. "1 Bu durumun aşağıdakilerden hangisini kolaylaştırdığı savunulabilir? A) Saltanat ve halifeliğin kaldırılmasını B) TBMM'ye karşı çıkan ayaklanmaların bastırılmasını C) Demokrasi ve milli egemenlik ilkelerinin yerleşmesini D) Muhalif milletvekillerinin düzenli ordunun kurulmasını kabul etmesini 6. Sakarya Savaşı, TBMM'nin dış politikadaki saygınlığını artırmıştır. Sakarya Savaşı'nın aşağıdaki sonuçlarından hangisi bu duruma örnek olamaz? A) Fransa ile Ankara Antlaşması'nın yapılması "r B) Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması'nın yapılması C) İtilaf Devletleri'nin TBMM'ye ateşkes ve barış önerilerinde bulunması D) Yunanistan'ın savunmaya geçmesi Yukarıdaki resimlere bakarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) Kurtuluş Savaşı'nda halkın topyekün mücadele ettiği B) Kadınların savaşta önemli görevler yaptıkları C) Türk milletinin bağımsız yaşamaya önem verdiği D) Kurtuluş Savaşı'nın Yunanistan'a karşı yapıldığı f 8. "Maraş bize mezar olmadan, düşmana gülzâr (gül bahçesi) olamaz!" Bir bayrak dalgalanır Antep kalesi üstünde Alı kanımdaki al, akı alnımdaki ak Bayraklar içinde en güzel bayrak ~~ Düşüncem senden yanadır Fransız topları leyleğe vurdu Salladı salladı Antep'e vurdu Yılan bey uğruna bekçi mi durdu Neylemeli Aslan Mulla vuruldu! Buna göre aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz? A) Düzenli orduların başarılı olduğuna B) Türk halkının yurdu için canını vermekten kaçınmadığına C) Antep'te Fransızlar ile savaşlar yapıldığına D) Bağımsız yaşamanın Türk milleti için önemli olduğuna S 9. Fransa, 1921'de TBMM ile Ankara Antlaşması'nı yapmıştır. Bu anlaşma ile Güneydoğu ve Çukurova'dan tamamen çekilmiştir. Fransa, yönetimi altında kalan Hatay'da ise özerk bir yönetimin kurulmasını, burada resmi dilin Türkçe olmasını ve Türk parasının geçerli olmasını kabul etmiştir. Bu bilgilere bakarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz? A) Fransa, TBMM'yi resmen tanımıştır. B) Fransa dolaylı da olsa, Hatay'ın Türkiye'nin bir parçası olduğunu kabul etmiştir. C) Fransa Anadolu topraklarını işgal etme düşüncesinden vazgeçmiştir. D) Ankara Antlaşması TBMM'nin yaptığı ilk anlaşmadır. 10. I. İnönü Savaşı'nın kazanılmasından sonra 1921 Anayasası ve istiklal Marşı kabul edilmiş, askerden kaçmalar azalmıştır. TBMM Londra Konferansı'na çağrılmış, Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması'nı imzalamıştır. Bu bilgilere bakılarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez? A) TBMM Hükümeti'nin moralinin ve otoritesinin arttığı B) Türk milletinin azminin ve kurtuluş ümidinin güçlendiği C) itilaf Devletleri'nin işgal ettikleri topraklardan çekildiği D) Yeni Türk Devleti'nin dıştaki saygınlığının artmaya başladığı 11. Mudanya Ateşkes Anlaşması'na göre; İstanbul'un yönetimi TBMM Hükümeti'ne bırakılacaktı. Bu madde, İtilaf Devletleri'nin aşağıdakilerden hangisini kabullendiklerini göstermektedir? A) Saltanatın kaldırıldığını B) Osmanlı Devleti'nin sona erdiğini C) TBMM'nin gerçekte İstanbul'a bağlı olduğunu D) Türk halkının padişah halifeye bağlılığının devam edeceğini 12. Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra İtilaf Devletleri, TBMM'ye ateşkes ve barış önerilerinde bulunmuşlardır. Bu önerilerinde Türk kuvvetlerinin İtilaf Devletleri'nin denetiminde olmasını, iki tarafın kuvvetlerini takviye etmemelerini istemişlerdir. İtilaf Devletleri'nin bu yolla aşağıdakilerden hangisini amaçladıkları söylenebilir? A) Türk ordusunun güçlenmesini engellemeyi B) Anadolu'nun en kısa zamanda boşaltılmasını sağlamayı C) Türk ordusuna zaman kazandırmayı D) İki tarafın eşit şartlarda savaşmasına ortam hazırlamayı Testi; 1-B 2-A 3-A 4-A 5-B Test 2: 1-C 2-D 3-A 4-C 5-D 6-C 7-D 8-A|H 9-A 10-D 11-B 12-C 6-D 7-D 8-A§[| 9-D 10-C 11-B 12-A dtSİ' OSM;/ i no BOLUM 4 Çağdaş Türkiye Yolunda Adımlar ¦I "iiH Çağdaş Türkiye Yolunda Adımlar LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (24 Temmuz 1923) Mudanya Ateşkes Anlaşması'ndan sonra sıra kesin barış görüşmelerine gelmişti. Mustafa Kemal görüşmelerin izmir'de yapılmasını önermişti. Ancak tarafsızlık ilkesi gerekçesiyle görüşmelerin İsviçre'nin Lozan kentinde yapılması kararlaştırıldı. Konferansa Türkiye'nin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Boğazlarla ilgili meseleler görüşülürken de Bulgaristan ve Sovyet Rusya katılmış, ABD ise gözlemci olarak bulunmuştur. Görüşmelerde Türkiye'yi, İsmet Paşa'nın başkanlığındaki bir Türk heyeti temsil etmiştir. Uzun ve çetin görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923'de Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Lozan Antlaşmasına göre; 1. Sınırlar: Türkiye - Yunanistan sınırı; Meriç nehri olacaktı. Türkiye'de büyük yıkıma yol açan Yunanistan Meriç Nehri'nin batısında kalan Karaağaç'ı savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verecekti. Suriye sınırı; Fransızlarla yapılan Ankara Antlaş-ması'nda belirlendiği şekilde kalacaktı. 8 Türkiye - Irak sınırı; Türkiye ile ingiltere arasında sonradan yapılacak görüşmelerle belirlenecekti. 2. Ege adaları; Bozcaada ve Gökçeada Türkiye'de kalacaktı. Rodos ve Oniki Ada İtalyanlarda, Ege'deki diğer adalar ise Yunanistan'da kalacaktı. Yunanistan Türkiye'ye yakın olan adaları askerî amaçlar için kullanamayacaktır. 3. Kapitülasyonlar; tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılacaktı. 4. Osmanlı borçları; Osmanlı Devleti'nden ayrılan diğer devletlerle paylaşılarak ödenecekti. 5. Ortodoks Fener Patrikhanesi; İstanbul'da kalacak ancak herhangi bir siyasî faaliyette bulunamayacaktı. 6. Boğazlar; başkanı Türk olan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecektir. Boğazlar barış zamanında bütün ticaret gemilerine açık olacaktır. Türkiye Boğazları silahlandıramayacaktır. Ancak herhangi bir savaş anında, Türkiye savaşa girerse Boğazlar üzerinde istediği gibi davranma hakkına sahip olacaktır. 7. Azınlıklar; Türk vatandaşı sayılacak, herhangi bir ayrıcalıkları olmayacaktı. İstanbul dışındaki Türkiye Rumları ile Batı Trakya dışındaki Yunanistan Türkleri yer değiştirecekti. KARADENK mî , ¦¦ ' İzmit _ , Bolu İznik Bursa Ankara Balıkesir Eskişehir -5> .0< Aydın - "o &L~~. Muğla Lozan Barış Antlaşması ile; > İtilaf Devletleri Misak-ı Millî'yi ve yeni Türk Dev-leti'nin bağımsızlığını resmen tanımıştır. > Yeni Türk Devleti'nin sınırları Irak sınırı dışında belirlenmiştir. > Türk Bağımsızlık Savaşı'nın başarıya ulaşması sömürge altında yaşayan milletlere örnek olmuştur. > Siyasi ve ekonomik gelişmemizi engelleyen tüm sınırlamalar (kapitülasyonlar) kaldırılmıştır. Lozan Barışı'ndan Kalan Sorunlar > Boğazlar Komisyonu'nun kalması millî egemenliğimizi sınırlandırıcı bir unsur olmuştur > Misak-ı Millî sınırları içinde yer alan Musul alınamamış, Irak sınırı kesinlik kazanmamıştır. > Lozan Anlaşması ile Ege adaları ve Batı Trakya bütün çabalara rağmen alınamamıştır. Lozan'da bu sorunlar çözülmüş olmasına rağmen daha sonraki yıllarda yeniden sorun olmuştur. > Tüm çabalara rağmen Patrikhane İstanbul'da kalmıştır. > Yunanistan Türkleriyle, Türkiye Rumlarının yer değiştirmesi bazı anlaşmazlıklar nedeniyle yeniden gündeme gelmiş, sorun ancak 1930'da çözülebilmiştir. > Hatay'ın durumu 1936'da yeniden gündeme gelmiş 1939'da Türkiye'ye katılmıştır. TÜRKİYE'NİN ÇAĞDAŞLAŞMASI ÇAĞDAŞLAŞMA VE UYGARLIK Çağdaşlaşma yaşanılan zamana uyum sağlamaktır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimlerinin bir sonucudur. En doğru ve ideal olandır. Günümüzde çağdaşlık; akıl ve bilim temeline dayalı siyaset, hukuk, ekonomi gibi alanlarda en ileride olmaktır. Çağdaş toplumların eğitim ve refah düzeyleri yüksektir. İnsanların temek hak ve özgürlüklerine saygı duyulmakta ve korunmaktadır. Toplum ilişkilerini düzenleyen kurallara herkes uymaktadır. Cumhuriyetin ilanından önce Türk toplumu çağdaş uygarlıkların gerisinde kalmıştı. Atatürk Türk toplumunun çağdaş ve uygar toplumların düzeyine, hatta üzerine çıkmasını istiyordu. Türk milletini geri bırakan kurumlar yenilenmeli, ilerleme yolundaki engeller kaldırılmalıydı. Bunun gerçekleşmesi için "Az zamanda çok işler yapmak" gerekliydi. Atatürk'e göre Türk toplumunun çağdaşlaşmasında Batı toplumları örnek alınmalıydı. Ancak bu durum taklitçilikten uzak olmalıydı. Atatürk bu konuda; "Biz batı medeniyetini, bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda, iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz." demiştir. Atatürk'ün Türk toplumunu çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkarmak için yaptığı çalışmalara "Atatürk inkılâpları" diyoruz. inkılâp; Bir toplumda gelişmesi durmuş olan kurum ve kuruluşların, kökten, hızlı ve gerekirse zorla değiştirilmesidir. Atatürk, Türk toplumunun çağdaşlaşması için yaptığı inkılâplarla; > Türkiye'yi çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaştırma ve bütünleştirme, > Türk milletinin refah seviyesini yükseltme, > Demokrasinin ve milli egemenlik ilkesinin yerleşmesini sağlama hedeflerine ulaşmak istemiştir. Atatürk'ün çağdaşlaşma yolunda yaptığı inkılaplar; siyasal, hukuk, eğitim ve kültür, toplumsal, ekonomi ve bayındırlık alanlarında yapılan inkılaplar şeklinde guruplanabilir. SİYASAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) İtilaf Devletleri Lozan'da yapılması kararlaştırılan barış görüşmelere TBMM ile birlikte İstanbul Hükü-meti'ni de davet ettiler. Bununla; Türk tarafını bölmeyi amaçlıyorlardı. Bu durum TBMM'de sert tepkilere yol açtı. S N TBMM'nin açılmasıyla egemenlik millete geçmişti. Bu durum 1921 Anayasası'nda; "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." denilerek vurgulanmıştı. Egemenliğin millete verildiği bir ülkede saltanatın yeri yoktu. Mustafa Kemal Paşa; İtilaf Devletleri'nin oyununu bozmak ve millet egemenliğini tam olarak "gerçekleştirmek amacıyla İstanbul Hükümeti'nin Lozan'a davet edilmesini fırsat olarak değerlendirdi. Mustafa Kemal Paşa'nın girişimleri sonunda, 1 Kasım 1922'de TBMM, saltanatın kaldırılmasına, halifeliğin ise Osmanlı ailesinden Abdülmecid Efen-di'nin şahsında devam etmesine karar verdi. Saltanatın kaldırılması ile; > 623 yıldır devam eden Osmanlı saltanatı sona erdi. Kişisel egemenliğin yerini millet egemenliği aldı. TBMM milletin tek temsilcisi haline geldi. > Din ve devlet başkanlığı birbirinden ayrılarak lâikliğe geçişin ilk aşaması gerçekleştirildi. > İtilaf Devletleri'nin, Lozan görüşmelerinde Türk tarafını bölme planlan sonuçsuz kaldı. > Yeni Türk Devleti'nde devlet başkanlığı ve rejim sorunları ortaya çıktı. Bu sorunlar Cumhuriyetin ilanıyla çözülmüştür. Ankara'nın Başkent Olması (13 Ekim 1923) Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra İstanbul'un boşaltılması Türkiye'nin başkentinin neresi olacağı sorununu ortaya çıkardı. Bunun üzerine 13 Ekim 1923'de İsmet Paşa'nın TBMM'ye verdiği önergenin kabul edilmesiyle, Ankara, Türkiye'nin başkenti oldu. Ankara'nın başkent olmasında; > Boğazların özel durumundan dolayı İstanbul'un güvenlik sorununun olması > Ankara'nın Türkiye'nin orta yerinde, askerî ve siyasî yönden güvenli, ulaşım ve haberleşme açısında elverişli bir konumda bulunması > TBMM'nin Ankara'da açılması ve Kurtuluş Savaşı'nın idarî merkezi olması etkili olmuştur. 1924 Anayasası'nda ülkenin idarî teşkilâtlanmasına yer verilmiş; ülke, büyükten küçüğe doğru; il, ilçe, kaza ve köy şeklinde yeniden teşkilatlandırılmıştır. Cumhuriyetin İlân Edilmesi (29 Ekim 1923) Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar cumhuriyete yöneliş olduğunu göstermekteydi. 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılması, yurdun kurtarılması ve saltanatın kaldırılmasıyla yeni Türk Devleti'nin yönetimi iyice demokra-tikleşmiş, ancak yönetim şeklinin adı konmamıştı. Saltanatın kaldırılmasından sonra devletin rejimiyle ilgili tartışmalar arttı. 11 Ağustos 1923'te II. Türkiye Büyük Millet Meclisi göreve başladı. Yeni meclis daha inkılâpçı bir karaktere sahipti. Mustafa Kemal, yeni rejimin adının konması gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini bir kanun tasarısı halinde meclise getirdi. Mecliste yapılan görüşmeler sonucunda tasarı kabul edilerek 29 Ekim 1923'te yeni Türk Devleti'nin adı, "Türkiye Cumhuriyeti" şeklinde belirlenmiş oldu. 29 Ekim 1923'te cumhuriyet ilan edildi Cumhuriyetin ilânı ile; > Yeni Türk devletinin yönetim şekli belirlenmiş, rejim tartışmaları ve devlet başkanlığı sorunları sona ermiştir. > Mustafa Kemal, TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçilmiştir. Mustafa Kemal, hükümeti kurma görevini İsmet Paşa'ya vermiş, Fethi Bey de ilk TBMM Başkanlığı'na seçilmiştir. > "Meclis Hükümeti" sistemi (bakanların tek tek meclis tarafından seçilmesi) yerine "Kabine Siste-mi"ne geçilerek hükümet krizi sona erdirilmiştir. Kabine sisteminde başbakan cumhurbaşkanı tarafından atanır, başbakan Bakanlar Kurulu'nu oluştur. Bakanlar Kurulu TBMM'den güvenoyu alırsa göreve başlar. Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) Cumhuriyet Halk Fırkası Saltanatın kaldırılması sırasında halifelik makamı saltanattan ayrılmış ve TBMM Osmanlı soyundan gelen Abdülmecit Efendi'yi halife seçmişti. Ancak bir süre sonra ortaya çıkan olumsuz gelişmeler halifeliğin kaldırılmasını zorunlu hâle getirmiştir. Halifeliğin kaldırılması ile; > Lâik devlet düzenin kurulmasında en önemli inkılaplardan biri yapılmış oldu. > Çağdaşlaşma ve modernleşme yolundaki inkılâplar hızlandı. > Ulusal egemenlik pekiştirildi, eski rejime dönüş yolları tıkandı. > Dış politikada benimsenen başkalarının içişlerine karışmama politikası ilkesi doğrultusunda önemli bir adım atıldı. Çok Partili Rejim Denemeleri Mustafa Kemal, Türk milletinin karakterine en uygun yönetim şeklinin çok partili demokrasi olduğuna inanıyordu. Çünkü çok partili demokratik rejimlerde farklı düşüncelere sahip insanlar kendi düşünceleri doğrultusunda partiler kurarak, bunu yönetime yansıtma imkânına sahip oluyorlardı. Bu durum hem ülkenin yönetimini kolaylaştırıyor, hem de iktidarın denetlenmesini sağlıyordu. I. TBMM birbirinden çok farklı görüş ve düşünceye sahip milletvekillerinden oluşuyordu. Zamanla aynı düşünceyi paylaşan milletvekilleri bir araya gelerek çeşitli gruplar kurdular. Gruplar arasındaki çekişmeler Kurtuluş Savaşı'nın yavaşlamasına neden oluyordu. Mustafa Kemal bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak amacıyla önce bu grupları birleştirmeyi denedi. Bunu başaramayınca kendisi gibi düşünenlerle birlikte "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu"nu kurdu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Atatürk'ün emriyle 9 Eylül 1923 tarihinde "Halk Fırkası" adını alarak siyasi parti haline geldi. Cumhuriyetin ilânından sonra parti "Cumhuriyet Halk Partisi" adını almış, böylece Cumhuriyet Dönemi'nin ilk siyasî partisi kurulmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi 1950 yılına kadar iktidarda kalmış ve inkılapların çoğu bu parti kanalıyla gerçekleştirilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Mustafa Kemal mecliste farklı görüş ve düşünceden milletvekillerinin bulunmasının ülke sorunlarının çözümüne katkıda bulunacağını düşünüyordu. Bu yolla hükümetin denetlenmesi de kolaylaşacaktı. Bu nedenle TBMM'de yeni siyasi partilerin kurulmasını istiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi kurulduktan kısa bir süre sonra, Kâzım Karabekir Paşa, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa gibi isimler Terakkiperver Cumhuriyet Fırka-sı'nı kurdular (17 Kasım 1924). Parti, muhafazakar görüşleri ve ekonomide liberalizmi savunmasıyla Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan ayrılıyordu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduktan hemen sonra; cumhuriyete ve inkılâplara karşı olanlar ile halifeliğin tekrar getirilmesini isteyenler bu partide toplanmaya başladılar. Partinin vatansever kurucuları parti üzerindeki otoritelerini kaybetmeye başladılar. Bu durum ülkede gerilimin artmasına neden oldu. Partinin faaliyetleri ve partide yer alan bazı kişilerin Şeyh Sait isyanının çıkmasında etkili oldukları tespit edildi. Bu nedenle parti, 3 Haziran 1925'te İstiklal Mahkemesi tarafından kapatıldı. Halifeliğin kaldırılmasında; > Abdülmecit Efendi'nin cumhuriyete ve inkılaplara karşı olanlarla işbirliği içerisine girmesi ve Osmanlı hanedanlığından söz etmesi > Bazı TBMM üyelerinin halifeyi meclisin üzerindeymiş gibi görmeleri > Halifenin, eski rejim yanlıları ve inkılap karşıtlarının sığınacağı merkez olması. Bu durumun inkılapların yapılmasını engellemesi > Bazı ülkelerin, halifeliğin korunması bahanesi ile Türkiye'nin içişlerine karışmaya çalışması > Halifeliğin varlığının ülkede din ve devlet başkanlığı şeklinde iki başlılığa neden olması etkili olmuştur. 3 Mart 1924'te TBMM halifeliğin kaldırılmasına, Osmanlı hanedanın yurt dışına çıkarılmasına karar verdi. Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925) İsyanın Nedenleri > Dinî taassup içerisinde yaşayan bazı kimselerin, inkılâpları dine karşı hareketler gibi görerek halkı hükümet aleyhine kışkırtmaları > Saltanat ve halifelik yanlılarının yeni rejimi ortadan kaldırmak istemeleri > İngiltere'nin Musul meselesinde avantaj elde etmek ve Türkiye'yi güçsüz bırakmak için doğu illerindeki halkı kışkırtması > Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın sert muhalefetin rejim karşıtlarını cesaretlendirmesi Şeyh Sait isyanı 13 Şubat 1925'te Diyarbakır'da başlamıştır. Kısa sürede Erzurum, Elazığ, Muş, Bitlis gibi diğer illere de yayılmıştır. İsyana karşı Takrir-i Sükûn (Sükûneti Sağlama) Kanunu çıkarıldı. İstiklâl Mahkemeleri yeniden kuruldu. İsyan 15 Nisan 1925'te bastırıldı. İsyancılar cezalandırıldı. Ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve çok partili hayata bir süre ara verildi. Mustafa Kemal'e Suikast Girişimi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Şeyh Sait isyanının başarısız olması üzerine inkılap karşıtları ve eski rejim yanlıları Mustafa Kemal'i ortadan kaldırarak amaçlarına ulaşmak istediler. İzmir gezisine çıkacak olan Gazi'yi suikastla ortadan kaldırmaya karar verdiler. Ancak suikastçılar amaçlarına ulaşamadan yakalanıp cezalandırıldılar. Mustafa Kemal bu olay üzerine; "Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." diyerek cumhuriyetin ölümsüzlüğünü dile getirmiştir. tafa Kemal, suikast pla. apıidığı günlerde Serbest Cumhuriyet Fırkası 1929'da bütün dünyayı etkileyen ekonomik kriz, Türkiye'yi de etkilemeye başladı. Mustafa Kemal farklı görüş ve düşüncelerin sorunların çözümüne katkı yapacağını düşündüğünden çok partili hayata geçmek için bir deneme daha yapmaya karar verdi. Yakın arkadaşlarından Fethi (Okyar) Bey'den yeni bir muhalefet partisi kurmasını istedi. Ali Fethi Bey, 12 Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu. Ancak parti kısa zamanda cumhuriyet ve inkılap karşıtlarının eline geçti. Bunun üzerine Fethi Bey 17 Kasım 1930'da partiyi kapattı. Partinin kapatılması ile ümitsizliğe kapılan inkılap karşıtları Menemen Olayı'nı çıkardılar. Çok partili hayata bir kez daha ara verildi. Çok partili hayata ancak 1945'den sonra geçilebildi. Menemen Olayı (23 Aralık 1930) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılmasını izleyen günlerde, Derviş Mehmet adında biri İzmir'in Menemen kasabasında bir isyan hareketi başlattı (23 Aralık 1930). Derviş Mehmet ve adamları isyanı bastırmaya gelen Asteğmen Kubilay'ı şehit ettiler. Bölgeye sevk edilen askerî birlikler isyanı kısa sürede bastırmış, İsyana karışanlar İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmışlardır. aeyn Sait isycii;: ve Menemen olayı Cumhuriyeti yıkmaya yönelik isyanlardır. HUKUK ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR Osmanlı Devleti'nin karmaşık bir hukuk sistemi vardı. Din kurallarından oluşan şer'i hukukun yanında, Avrupa tarzı hukuk kuralları vardı. Azınlıklar ve yabancılar için ayrı hukuk kuralları uygulanmaktaydı. Davalara bakmak için Şer'i Mahkemeler, Örfi Mahkemeler, Azınlık Mahkemeleri ve Konsolosluk Mahkemeleri gibi birbirinden farklı mahkemeler vardı. Bu durum ülkede hukuk karmaşasına yol açıyordu. Atatürk eşitlik temeline dayalı olan yeni Türk Devle-ti'nde hukuk birliğinin sağlanmasını ve hukuk kurallarının laikleşmesini istiyordu. Ayrıca hukuk kuralları çağın gereklerine uygun olarak toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmeliydi. Bu amaçla TBMM açıldıktan hemen sonra gerekli çalışmalara başlandı. İr 1921 ve 1924 Anayasaları Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösterir. Vatandaşların temel haklarını ve görevlerini bildirir. TBMM, 20 Ocak 1921'de yeni Türk Devleti'nin ilk anayasasını (Teşkilâtı Esasiye) kabul etti. 1921 anayasası olağanüstü şartlardan dolayı kısa ve öz olarak hazırlanmıştı. Bu anayasada; ' > Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. > Yasama ve yürütme gücü TBMM'ye aittir. A İ.K hükümleri yer almıştır. 1921 Anayasası; > Yeni Türk Devleti'nin kuruluşunun hukuki ve siyasal bir belgesi olmuştur. > Egemenliğin millete ait bir hak olduğunu açıkça vurgulamıştır. > Olağanüstü şartladan dolayı kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Daha çok hükümetin kurulması, TBMM'nin açılması, toplanması ve çalışması gibi konuları düzenlemiştir, vatandaşların temel hak ve özgürlükerine değinilmemiştir. Cumhuriyetin ilânından sonra 1921 Anayasası'nın yetersizliği açıkça ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine 20 Nisan 1924'te yeni bir anayasa hazırlanarak yü-rülüğe konmuştur. Bu anayasa 1924 yılından itibaren gelişen inkılâp hareketlerine paralel olarak bazı değişikliklere uğramıştır. Türk Medeni Kanunu'nun Kabul Edilmesi Hukuk düzeninin temeli medeni hukuktur. Kişinin hak ve özgürlükleri, borçları, ailenin kuruluşu, miras ilişkilerinin düzenlenmesi, kişilerin birbirleriyle yaptıkları işlemler medeni hukukun konularıdır. Osmanlı Devleti'nde medeni hukuk konularını düzenleyen kurallar yetersizdi, her din ve cemaat kendi kurallarını uygulamaktaydı. 19. yüzyılda Mecelle adıyla bir medeni kanun kitabı hazırlanmıştı ancak bu da ihtiyaca cevap vermiyordu. Atatürk çağdaş, demokratik ve laik bir toplum olmasını hedeflediği Türk milleti için yeni bir medeni kanun hazırlanmasını istiyordu. Yeni Medeni Kanun'un kabul edilmesinde; > Ülkede hukuk birliğini sağlamak > Toplumda eşitlik ilkesini gerçekleştirmek > Türk toplumunun Batı medeniyetine katılmasını sağlamak > Devlete ve topluma lâik bir karakter kazandırmak düşünceleri etkili olmuştur. Yeni bir medeni kanun hazırlamak uzun zaman alabilirdi. Bu nedenle isviçre Medeni Kanunu'nun alınması kararlaştırıldı. İsviçre Medeni Kanunu'nun kabul edilmesinde; > Avrupa'daki medeni kanunların en yenisi olması > Aile hukukunun kadın - erkek eşitliğine dayanması > Avrupa medeni kanunlarının tümünden yararlanmış olması etkili olmuştur. TBMM, 17 Şubat 1926'da yeni Medeni Kanunu kabul etti. Kanun 4 Ekim 1926'da yürürlüğe girdi. Medenî Kanun'un kabul edilmesi ile; > Birden fazla kadınla evlenme yasaklandı. Evlenmelerde resmi nikah zorunlu oldu. > Evlenme, boşanme ve miras konusunda erkeğe tanınan haklar kadına da tanındı. > Türk ailesinin kuruluş ve işleyişi çağdaş, demokratik kurallara dayandırıldı. > Türk kadını istediği meslekte çalışma hakkına kavuştu Medenî Kanun'un kabulünden sonra, İsviçre'den Borçlar Kanunu, Almanya'dan Ticaret Kanunu, İtalya'dan Ceza Kanunu alınarak uygulanmaya başlanmıştır. EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR Atatürk, ülkenin geleceğinin emanet edileceği gençlerin en mükemmel bir şekilde yetişmesini istiyordu. Bu amaçla eğitim alanında köklü değişikliklerin ve yeniliklerin yapılmasını sağladı. f Türkiye'nin Eğitim Politikası Milletimizi çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmayı hedefleyen Atatürk, eğitim politikasını millilik ve çağdaşlık olmak üzer iki temele dayandırmıştır. -Eğitimin milli olmasından kasıt; dilinin, yöntemlerinin ve araçlarının milli olmasıdır. Eğitim sisteminin çağdaş olması ise; verilecek eğitimin toplumsal ihtiyaçları karşılayıcı ve dünya koşullarına uygun olmasıdır. Atatürk, "Dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanılacaktır; ancak temel, kendi içimizden çıkarılmalıdır." diyerek eğitimin milli ve çağdaş olması gerektiğini ifade etmiştir. Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği günlerde 15 Temmuz 1921'de Maarif Kongresi'nin toplanmasını sağlamıştır. 180'e yakın üyenin katıldığı bu kongrede ülkenin eğitim sorunları ele alınarak tartışılmış ve bazı kararlar alınmıştır. Eğitim Sisteminde Gözetilecek Esaslar > Öğretimde birlik sağlanmalı, yaygınlaştırılmalı ve kolaylaştırılmalıdır. > Eğitimde kız ve erkek çocuklarının arasında eşitlik sağlanmalıdır. > Eğitim programları bilimsel olmalı, üst düzeyde meslek elemanı yetiştirmelidir. > Eğitim uygulamalı ve disiplinli olmalıdır. % > Eğitim, fikir ve hareketi birlikte yürütmelidir. Eğitimde Birliğin Sağlanması Osmanlı Devleti'nde eğitim sistemi çok karışıktı. Medreselerin yanında, Avrupa tarzında açılmış okullarla, yabancılar ve azınlıklar tarafından açılmış okullar da vardı. Bu okullar arasında eğitim ve müfredat birliği yoktu. Azınlık ve yabancıların açtığı bazı okullar da farklı dilde eğitim verilmekteydi. Devlet eğitim üzerinde tam bir denetim kuramıyordu. Eğitim kurumlarının farklılığı toplumda düşünce ve kültür çatışmasına neden olmakta, milli kültürün oluşmasını engellemekteydi. Azınlıklar ve yabancılar tarafından açılan okullarda ise milli çıkarlara aykırı eğitim öğretim yapılmaktaydı. S 3 Mart 1924'te ilân edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim - öğretim birliği) ile bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Medreseler kapatılmış, yabancı okullara da Türk kanunlarına ve Milli Eğitim mevzuatlarına uyma zorunluluğu getirilmiştir. Harf İnkılâbı Osmanlı Devleti'nde Arap alfabesi kullanılıyordu. Ancak bu alfabe Türkçe'nin ses yapısına uymuyordu. Arap alfabesiyle Türk dilinin okunması, yazılması ve öğretilmesi zordu. Bu nedenle TBMM, Türk Harfleri Hakkında Kanun ile Arap harflerinin yerine Latin alfabesini kabul etmiştir (1 Kasım 1928). Yeni ; alfabesinin öğretilmesi Harf inkılâbı ile; > Bilim ve teknolojideki ilerlemeler hızlanmıştlır. > Batı dünyası ile yakınlaşma yolunda önemli bir adım atılmış, kültür alışverişi hızlanmıştır. > Okuma - yazma oranı artmış, basılan kitap sayısında da büyük bir artışlar olmuştur. Milli Kültür ve Milli Kimlik Oluşturma Çalışmaları Osmanlı Devleti çok uluslu bir devletti. Bu nedenle din, dil, ırk ve kültür bakımından birbirinden çok farklı vatandaşları vardı. Hoşgörü ve adaletli yönetim anlayışının bir gereği olarak hiç kimsenin din, inanç ve kültürüne karışılmamıştı. Üstelik devlet ileri gelenleri İslam dininin etkisi ile Arap ve Fars kültürünün etkisinde kalmışlardı. Bu durum başta dil ve tarih olmak üzere Türk külütürünü olumsuz yönde etkilemişti. Yeni Türk devleti ulus devlet özelliği taşıyordu. Farklı dil ve kültürden toplumlar çok azdı. Bu nedenle milli kültür ve kimlik oluşturmanın önünde bir engel kalmamıştı. Bu durum milli birlik ve milli egemenlik ilkeleri için de bir zorunluluktu. Atatürk'ün bu amaçla yaptığı en önemli çalışmalar Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nu kurdurması olmuştur. Türk Tarih Kurumu'nun Kurulması Osmanlı Devleti zamanında medreselerde "İslâm Tarihi" okutulurken, Tanzimat Dönemi'nde açılan okullarda "Osmanlı Tarihi" okutuluyordu. İslamiyet-ten önceki Türk tarihi hakkında yeterli araştırma yapılmadığından Batı toplumlarında Türkler, sarı ırktan gelmiş ilkel toplumlar arasında gösteriliyordu. Oysa Türkler dünya tarihine ve uygarlığında önemli katkılar sağlamış bir ulustu. Bunların araştırılıp ortaya konulması gerekiyordu. Atatürk, Türk Tarihi'ne büyük önem verdi. O, Türk milliyetçiliği görüşüne dayanan bir millî tarih anlayışını benimsedi. Atatürk, bu görüşünü "Büyük devletler kuran atalarımız büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir • borçtur" ve "Türk Çocuğu atalarını tanıdıkça daha j| büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." sözleriyle dile getirmiştir. Türk tarihini, yalnızca İslâm tarihi veya Osmanlı tarihi olmaktan kurtarıp bütün yönleriyle incelemek amacıyla bizzat Atatürk tarafından 1931 yılında "Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti" kurulmuştur. Bu cemiyet daha sonra "Türk Tarih Kurumu" adını almıştır. Türk Tarih Kurumu'nun kurulmasıyla; milli tarih anlayışı yolunda önemli bir gelişme kaydedilmiş, ümmetçi tarih anlayışı terk edilmiştir. 'fi Türk Dil Kurumu'nun Kurulması Atatürk Türk dilinin bilim dili olarak dünya dilleri arasında yerini almasını, Arapça ve Farsça gibi dillerin etkisinden kurtarılmasını istiyordu. Bu amaçla > 12 Temmuz 1932 yılında "Türk Dil Kurumu'nun" kurulmasını sağlamıştır. > Bilim ve fikir adamlarının katıldığı bir dil kurultayı toplamış, bu kurultayda halkın anlamadığı kelime ve deyimlerin Türkçe karşılıklarını bulmak üzere çalışmalar yapılması kararlaştırılmıştır. Bu çalışmalar sayesinde yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark ortadan kaldırıldı. > Türkçe deyimler ve terimler sözlüğü hazırlanmasını sağlamıştır. Atatürk; "Türk dili, Türk milleti için kutsal bîr hazinedir... Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir" diyerek, Türk diline gereken önemin verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bilim, Sanat ve Kültür Hayatını Geliştirme Çalışmaları Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Darülfünun (üniversite) bilgi üretemeyen, pozitif bilimden uzaklaşmış bir görünümde idi. Atatürk Darülfünun hakkında hakkında yaptrıdığı bir araştırma sonunda ciddi bir üniversite reformunun yapılmasını gerekli görmüştür. 1933 Üniversite Reformunu hazırlatmış, Darülfünun kapatılmış ve istanbul Üniversitesi kurulmuştur. ürk İstanbul Üniversitesi'nde Yine Atatürk'ün çabaları sonunda Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ie Ankara Hukuk Mektebi açılmıştır. Bunun yanında hemşirelik okulları, ziraat okulları gibi yeni kurumlar da açılmıştır. Atatürk, Türkiye'nin yeniden yapılanma döneminde, milli kültürü yansıtan bir sanat anlayışının oluşması için çalışmıştır. Atatürk, "Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır." diyerek sanatın, Türk milleti için önemini ifade etmiştir. Atatürk, sanat alanındaki atılımlarda öncelikli olarak mimariyi ele almıştır. Türkiye'nin modern bir mimarisinin olması için Almanya'dan şehir planlamacıları ve mimarlar getirtmiştir. Atatürk, Türk halkının resim ve heykeltıraşlıkta da ilerlemesi için bir takım faaliyetler gerçekleştirmiştir. 1937 yılında Resim ve Heykel Müzesi'nin açılmasını sağlamıştır. Osmanlı'dan kalma Sanayii Nefise'yi imar ettirerek Güzel Sanatlar akademisi haline getirmiştir. Ayrıca burada yetişen bir çok sanatçıyı kendilerini geliştirmeleri için Avrupa'nın sanat merkezlerine göndermiştir. Atatürk, Türk müziğine de önem vermiştir. İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun'u görevlendiren Atatürk, Cemal Reşit Rey'e de ilk konservatuarı kurdurmuştur. Türk müziğinin, akademik altyapısını güçlendirmek için yurt dışına genç Türk müzisyenleri göndermiştir. Türk kültürünü dünyaya tanıtmak amacıyla, 1924 yılında Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, aynı yıl Etnografya Müzesi de açılmıştır. TOPLUMSAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR Toplumsal alanda inkılâpların yapılmasında; > Avrupalı uluslarla sağlıklı ve düzenli ilişkilerin kurma, > Türk ulusunu her yönüyle çağdaşlaştırılma, toplumda birlik ve beraberliği sağlama, > Çağın gerisinde kalmış kurumları yenileme ve Türkiye'yi modernleştirme, > Sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir toplum meydana getirme düşünceleri etkili olmuştur. Din Kurumlarının Düzenlenmesi Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında tekke ve zaviyelerle tarikatlar belli kişilerin elinde halkın din duygularını sömüren kurumlar haline gelmişti. Türbeler ise cahil halkın, dertlerine deva aradıkları yerler olup çıkmıştı. Atatürk halkın dini duygularının kullanılarak sömürülmesine, bağnazlığın ve tutuculuğun yaygınlaşmasına şiddetle karşıydı. Bu nedenle 30 Kasım 1925'te kabul edilen bir kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasını sağlamış, tarikatlar da yasaklanmıştır. Bu yeniliklerle toplumsal alanda laikliğin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma Osmanlı Devleti çeşitli milletlerden oluşuyordu. Her millet kendi dinî ve millî kıyafetlerini giyiyordu. Türkiye Cumhuriyeti ise Osmanlı Devleti'nden farklı olarak ulusal devlet anlayışıyla kurulmuştu. Farklı milletlerden ve dinlerden olan insanların kendi kültür ve dinlerine ait kıyafetlerini giymeleri ulus devlet anlayışına uymadığı gibi çağdaş bir görünüm de sergilemiyordu. Bu durumu ortadan kaldırmak isteyen Mustafa Kemal kıyafet alanında bazı yeniliklerin yapılmasını sağladı. 25 Kasım 1925'te "Şapka Kanunu" çıkarılarak fes ve sarık yasaklandı, şapka giyme zorunluluğu getirildi. Atatürk Şapka İnkılabı ile Türk toplumunun dış görünüş olarak da çağdaşlaşmasını hedeflemiştir. 1934 yılında çıkarılan bir kanunla din adamlarının ibadet yerleri dışında dinî kıyafetlerle dolaşmaları yasaklandı. Ancak, her dinin en yetkili kişileri (Diyanet İşleri Başkanı, Patrik ve Hahambaşı) bu yasağın dışında tutuldu. Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik Türkiye Cumhuriyeti, çağdaşlaşma ve modernleşme konusunda Batı uygarlığını örnek almıştı. Batılı devletlerle olan ilişkilerin geliştirilmesi için takvim saat ve ölçülerin de değiştirilmesi gerekiyordu. 1925 yılında kabul edilen bir kanunla Hicrî ve Rumî takvimler kaldırılarak yerine Miladî Takvim kabul edilmiştir. Ayrıca, güneşin doğusuyla batışını esas alan alaturka saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edilmiştir. 1931'de kabul edilen bir kanunla uzunluk ve ağırlık ölçüleri değiştirilmiştir. Okka, arşın, endaze, kile gibi yörelere göre değişen ölçü birimlerinin yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilogram, hacim ölçüsü olarak da litre birimleri kabul edilmiştir. Böylece hem ülke içinde ölçü birliği sağlanmış,hem de çağdaş toplumlarla yapılan ticaret faaliyetleri kolaylaşmıştır. 1935'te çıkarılan bir kanunla hafta tatili Cuma'dan Pazar gününe alınmıştır. Böylece devletler arası ilişkilerde, çalışma ve ticaret hayatında tatil günü farklılığının Batı dünyası ile karışıklık ve aksaklık oluşturması giderilmiştir. Takvim, saat ve ölçülerde yapılan değişikliklerle; > Ülke içinde ikili uygulamalara son verilmiş, birlik sağlanmıştır. > Avrupalı devletlerle ekonomik ve siyasal ilişkilerde uyum sağlanmış, ticari ilişkiler kolaylaşmıştır. > Yurdun her yerinde geçerli ölçü sisteminin kabul edilmesiyle iç piyasada ticari ve ekonomik ilişkiler daha güvenli yapılmaya başlanmıştır. Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934) Osmanlı Devleti zamanında insanları birbirinden ayırmak için kişilerin adlarının yanında doğum yerleri, baba adları lakapları veya ayrıcalık belirten unvanları kullanılırdı. Bu durum gerek sosyal hayatta, gerekse devletle olan ilişkilerde isim ve adres karışıklıklarına neden oluyordu. Bu nedenle 21 Haziran 1934 yılında Soyadı Kanunu kabul edildi. Kanuna göre her aile bir soyadı alacak, soyadı Türkçe olacak, rütbe, memurluk, yabancı ırk ve millet adları ile ahlâka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılmayacaktı. Aynı yıl kabul edilen bir başka kanunla "Ağa, hoca, hafız, bey, paşa, hanım, hanımefendi" gibi eski toplum zümrelerini belirten ve ayrıcalık ifade eden unvanlar kaldırılmış, Osmanlı Dönemi'nden kalma tüm nişan ve rütbeleri taşımak yasaklanmıştır. Soyadı Kanununu ile; > Toplumsal yaşayış çağdaş bir niteliğe kavuşturulmuştur. > Askerlik, vergi, miras gibi işlerin daha düzenli yürümesi sağlanmış, isim ve adres karışıklıklarının önüne geçilmiştir. > Ayrıcalık ifade eden eski unvanlar kaldırılarak, halkçılık ilkesi doğrultusunda eşitlik düşüncesinin yerleşmesi hedeflenmiştir. TBMM, Türk milletine yaptığı hizmetlerden dolayı Mustafa Kemal'e "ATATÜRK" soyadını vermiştir. Türk Kadınına Siyasî Hakların Tanınması 1926 yılında Medenî Kanun kabul edilerek Türk kadınına toplum hayatında geniş haklar verilmiş, istediği meslekte çalışabilme hakkı tanınmıştı. Atatürk Tük kadınının siyasi hayatta da yerini almasını istiyordu. Bu amaçla Türk kadınlarına; > 1930'da belediye seçimlerine katılma, > 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma > 1934'te ise milletvekili seçme ve seçilme hakları tanınmıştır. Türk kadını, siyasî haklarını pek çok gelişmiş ülkenin kadınlarından daha önce elde etmiştir. 1935'te yapılan seçimlerde meclise 18 kadın milletvekili girmiştir. Bu durum Atatürk'ün kadınlara verdiği değeri göstermektedir. Sağlık Hizmetleri Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında sağlık hizmetleri çok fazla ihmal edilmişti. Ard arda girilen savaşlar, salgın hastalıklar ve ihmaller nedeniyle insan sağlığı ciddi tehlikelerle karşı karşıyaydı. Cumhuriyet Dönemi'nde öncelikle koruyucu hekimliğe önem verildi. Bu amaçla Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü kurularak aşı üretimine başlandı. Bunun yanında ebe ve hemşire okulları açıldı. Hastahane, doktor, hemşire gibi sağlık kuruluşları ve hizmetlilerin sayısı artırıldı. i EKONOMİ ALANİNDA YAPILAN İNKILÂPLAR Osmanlı ekonomisi tarıma dayalıydı. Ancak tarım faaliyetleri de ilkel yöntemlerle yapılmaktaydı. Sanayi gelişmemişti. Ticaret de yabancıların elindeydi. Avrupalı devletler kapitülasyonlar yoluyla Osmanlı ülkesini açık pazar haline getirmişlerdi. Ulaşım araçlarının yetersizliği, yolların bakımsızlığı ve yetersizliği, ilkel bir biçimde sürdürülen tarım ve sanayi faaliyetleri, dış borçlar ve devlet gelirlerinin azlığı, yeni Türk devletini bekleyen başlıca ekonomik sorunlardı. Atatürk yaptığı konuşmalarda; "Yeni Türk Devleti'nin, temelleri süngüyle değil, süngünün de dayandığı iktisatla (ekonomi) kurulacaktır." ve "Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler kalıcı olmaz." diyerek, ekonomiye verilmesi gereken önemin üzerinde duruyordu. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra ekonomi alanındaki yeniliklere başlanmıştır. îvlHiî Ekonominin Kurulması Mustafa Kemal, daha Lozan görüşmeleri sırasında yeni Türk Devleti'nin ekonomik sorunlarını görüşmek amacıyla çiftçi, esnaf, sanayici, tüccar ve işçi kesimlerinin temsilcilerinin katıldığı "I. İzmir İktisat Kongresi'ni" toplamıştı. Kongre sonunda; "Misak-ı İktisadî" (Ekonomi Andı) kabul edilmiştir. Buna göre ekonomik kararlar uygulanırken, ekonomik bağımsızlığın korunmasına özen gösterilecekti. I. İzmir İktisat Kongresi'nde; > Liberal ekonomi modelinin benimsenmesi ve özel teşebbüsün desteklenmesi, yatırım yapacak şirketlerin kurulmasının kolaylaştırılması > Esnafa kredi verebilecek bankaların kurulması > Demiryolu yapımına önem verilmesi ve yabancıların elindeki demiryollarının millileştirilmesi > Küçük atölyelerin yerine büyük fabrikaların kurulması > Ham maddesi yerli olan sanayi kuruluşlarına öncelik verilmesi kararları alınmıştır. Tarım Alanındaki Gelişmeler Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımsal üretime büyük önem verilmiştir. Tarımı geliştirmek için; > 1925'te aşar vergisi kaldırılmıştır. Böylece köylünün sırtındaki büyük bir yük kaldırılmış, ekonomik açıdan rahatlaması sağlanmıştır. > Tarımda makine kullanımı yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Çiftçinin kaliteli tohum ve gübre kullanması teşvik edilmiştir. > Tarımı geliştirmeye yönelik örnek çiftlikler kurulmuş, Tarım Kredi Kooperatifleri oluşturulmuş, modern tarım yöntemlerinin öğretilmesi ve uygulanması için gerekli elemanları yetiştirecek ziraat okulları açılmıştır. > Ziraat Bankası'nın çiftçiye verdiği kredi miktarı artırılmıştır. Atatürk, tarımda makina kullanılmasını istiyordu. Sanayi Alanındaki Gelişmeler Osmanlı Devleti zamanında sanayi gelişmemişti. Ülkede bir çivi bile üretilemiyordu. Ülke sanayi ürünleri konusunda Avrupa'ya bağımlıydı. Atatürk, ülkenin kalkınabilmesi için sanayinin canlandırılmasının hayati önemde olduğunu düşünüyordu. Lozan Barış Antlaşması ile kapitülasyonların kaldırılması sanayinin gelişmesinin önündeki en önemli engellerden birinin kalkmasını sağladı. Sanayiyi geliştirmek amacıyla; > Osmanlı Dönemi'nden kalan yıpranmış tesisleri tamir etmek ve işletmek amacıyla 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. > 1927 yılında "Teşvik-i Sanayi Kanunu" çıkarıldı. Esnafa kredi verilmesi kolaylaştırıldı. Özel teşebbüs teşvik edildi. t. Ancak halkın ekonomik durumunun yetersiz olması, yeterli teknik elemanın olmaması, gerekli makinelerin alınamaması gibi nedenlerden dolayı özel teşebbüs başarılı olamadı. Bu nedenle devletçilik ilkesi kaçınılmaz hâle gelmiştir. > Teşvik-i Sanayi Kanunu'ndan istenilen sonucun alınamaması üzerine 1933 yılında "Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı" hazırlanarak ekonomide devletçilik ilkesi benimsendi. Özel teşebbüsün başarılı olamadığı sanayi alanlarında devlet yatırımlarına ağırlık verildi. > 1933 yılında "Sümerbank" kuruldu. Ayrıca dokuma, maden, selüloz, seramik ve kimya fabrikalarının kurulması görevi Sümerbank'a verildi. > Ülkedeki madenlerin işletilmesine önem verildi. Madenleri aramak amacıyla 1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) kuruldu. Madenleri işlemek amacıyla da "Etibank" kuruldu. AtaHi"k, Bursa Merinos Fabrikasını! ışında Ticaret Alanındaki Gelişmeler > Kapitülasyonlar kaldırılması ile yabancıların ticaret üzerindeki baskıları sona erdirildi. > Esnafa kredi vermek amacıyla 1924 yılında "iş Bankası" kuruldu. > 1 Temmuz 1926'da "Kabotaj Kanunu" çıkarıldı. BAYINDIRLIK ALAN ID AKİ ÇALIŞMALAR Yeni Türk Devleti kurulduğunda sürekli girilen savaşlar nedeniyle ülke yakılıp yıkılmış, şehirler ve köyler bakımsızlıktan yoksulluktan harabeye dönmüş durumdaydı. Ulaşım ve haberleşme olanakları son derece yetersizdi. Bu nedenle ulaşım, haberleşme ve bayındırlık alanlarında çalışmalar yapıldı. Demiryolları Bu konuda ilk aşama yabancı şirketlerin elinde bulunan demiryollarının satın alınarak devletleştirilmesi olmuştur. İkinci aşamada ise, yeni demiryollarının yapılması amaçlanmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda Cumhuriyetin ilânından 1938'e kadar 3360 km demiryolu yapılmıştır. Karayolları Osmanlı Devleti'nden Cumhuriyet Türkiye'sine kalan karayolu uzunluğu 18335 km idi. Bu yolların da çoğu bakımsız ve harap vaziyetteydi. Yapılan çalışmalar sonucunda, 1948 yılında bu uzunluk 45.000 kilometreye çıkartılmıştır. Ayrıca onlarca köprü yapılarak iller ve bölgeler arasında ulaşımın daha hızlı ve kolay yapılması sağlanmıştır. Denizyolları Osmanlı Devleti zamanında ülke limanları arasında yük ve yolcu taşıma hakkı yabancı devlet ve şirketlere verilmişti. Bu şirket ve devletler yeterli yatırımı yapmadıklarından limanlar ve deniz yolu işletmeciliği gelişmemişti. Bu nedenle Atatürk 1 Temmuz 1926'da Kabotaj Kanunu'nun çıkarılmasını sağladı. Bu kanunla yabancıların elinde bulunan limanlarımız arasındaki gemi işletme hakkı geri alınarak yeni kurulan Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ne verildi. Bunun yanında yeni liman ve iskeleler de yapıldı. Bayındırlık Faaliyetleri Cumhuriyet Dönemi'nde bayındırlık alanındaki faaliyetlere şehir ve kasabalar da alınmıştır. Pek çok şehir ve kasaba imar edilerek modern yaşam alanları haline getirilmiştir. Bu konuda Ankara örnek bir şehir olarak ön plana çıkmıştır. Ankara modern yol ve binalara kavuşturulmuş, örnek çiftlikler kurulmuştur. Şehrin etrafı ağaçlandırılmış, pek çok park ve bahçe kurulmuştur. 3dem Ankara t f 92 .t" 3 evaplı est.. 1 1. İmzaladığımız Lozan Antlaşması'na göre; ı. Boğazlar başkanı Türk olan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecektir. II. Türkiye Boğazları silahlandı-ramayacaktır. Kapitülasyonlar tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılacaktır. Buna göre antlaşma maddelerinden hangisi ya da hangilerinin Türkiye'nin egemenlik haklarını sınırlandırdığı söylenebilir? A) Yalnızl C) Yalnızlll B) Yalnızl D) I ve II Yeni Türk Devleti, Lozan Barış Antlaşması'nda, azınlıklara ayrıcalık tanıyan bir hükmün yer almasını istememiş, azınlıkların Türk vatandaşı olarak kabul edildiklerini ve Türk kanunlarına uymak zorunda olduklarını ifade etmiştir. Yeni Türk Devleti'nin bu yolla aşağıdakiler-den hangisini amaçladığı söylenebilir? A) Milli ekonominin kurulmasını B) Türkçe'nin resmi dil olmasını C) Azınlık hakları bahane edilerek içişlerine karışılmamasını D) Ülke nüfusunun artırılmasını 3. Yeni Türk Devleti, Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak Mudanya ve Lozan Antlaşmalarını imzalamıştır. Bu antlaşmaların imzalanması ile aşağıdaki seçeneklerin hangisinde verilen antlaşmalar geçersiz hale gelmiştir? A) Kars - Ankara B) Mondros - Sevr C) Gümrü - Batum D) Moskova - Londra Lozan Barış Antlaşması ile yeni Türk Devleti yalnızca siyasi alanda değil, ekonomik alanda da tam bağımsız hale gelmiştir. Lozan Anlaşması'nda yer alan aşağıdaki maddelerden hangisi doğrudan bu durumun gerçekleşmesini sağlamıştır? A) Patrikhane İstanbul'da kalacak, ancak siyasi faaliyette bulunmayacak. B) Azınlıklar, Türk vatandaşı sayılacak ve Türk kanunlarına uyacak. C) Kapitülasyonlar tamamen kaldırılacak. D) Osmanlı borçlarından, Türkiye'nin üzerine düşen kısım ödenecek. inkılap; Türk milletini son asırlarda geri bırakan müesseseleri zorla yıkarak yerine milletin ilerlemesini temin edecek yeni kurumlar açmaktır. Atatürk'ün tanımına göre aşağıdakilerden hangisi bir inkılap hareketi sayılamaz? A) Arap alfabesinin kaldırılarak yerine Latin alfabesinin kabul edilmesi B) Saltanatın kaldırılarak cumhuriyetin kurulması C) Medreselerin kapatılarak bütün eğitim kurumlarının devlet denetimine alınması D) Hastane ve sağlık personeli sayısının artırılması Beni görmek elemek mutlaka yüzümü görmek elemek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir. Aşağıdakilerden hangisi Atatürk'ün bu sözüne uygun bir davranıştır? A) Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olmak B) Askeri okulda okumak C) Savaşlara katılmak D) Zeki olmak TBMM-nin "Egemenlik şartsız + i miHetjndır' *esini kabul etmesi SaKanatffi kaldırılması ¦ Cumhuriyetin ilan edilmesi Buna göre diyagramdaki "?" yerine aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? A) Milli egemenlik ilkesinin yerleşmesi B) Laiklik ilkesinin benimsenmesi C) Kurtuluş Savaşfnın kazanılması D) Mustafa Kemal'in cumhurbaşkanı olması Atatürk'ün aşağıdaki inkılaplarından hangisi, öncelikle Türk toplumunun demokratikleşme ve çağdaşlaşma yolundan geriye dönüşünü engelleme amacına yöneliktir? A) Aşar vergisinin kaldırılması B) Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi C) Halifeliğin kaldırılması D) Ankara'nın başkent olması Mustafa Kemal, Terakkiperver Cumhuriyet Fır-kası'nın kurulmasını olumlu karşılamış ve şöyle demiştir; "Bırakınız karşımıza çıksınlar memleket işlerini tartışalım. Bizim meclisimizde de iki parti olmalı, hükümeti denetleme sistemi kurulmalı ve medeni ülkelerin parlamentolarına benzemeliyiz." Mustafa Kemal'in bu sözüne bakarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? A) Partiyi kuranların başarılı olamayacağına inanmaktadır. B) Yeni partinin ülke sorunlarının çözümüne katkı sağlayabileceğini düşünmektedir. C) Yeni partinin gereksiz olduğunu düşünmektedir. D) Yeni partinin ülkeyi bölünmeye götürdüğünü savunmaktadır. 10. Türkiye Cumhuriyeti milli egemenlik ilkesine dayalı olarak kurulmuştur. Buna rağmen cumhuriyetin ilk yıllarında eski rejime dönmek isteyenler de olmuştur. Atatürk'ün aşağıdaki inkılaplardan hangisini gerçekleştirmesi eski rejime dönüş yollarının tıkanmasını sağlamıştır? . A) Çok partili hayata geçiş denemeleri B) Latin harflerinin kabul edilmesi C) Halifeliğin kaldırılması D) Devletçilik ilkesinin kabul edilmesi 11. Cumhuriyet Dönemi'nde, I. Siyasi partilerin kurulması II. Bağımsız adayların seçimlere katılmalarına izin verilmesi III. Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması gelişmelerinden hangileri demokrasi yönetiminin yerleşmesine katkı sağlamıştır? A) Yalnızl C) Yalnız I B) Yalnızl D) I ve II »esti: 1-D 2-C 3-B 4-C 5-D 6-A 7-A 8-C 9-B 10-C 11-D 1. Atatürk yeni Türk Devleti'nde demokrasinin yerleşmesini istiyordu. Halkın yönetime katılması, toplumda eşitsizliklerin kaldırılması, herkesin düşünce ve kanaatlerini serbestçe söyleyebilmesi, farklı görüş ve düşüncelerin ortaya çıkması demokrasinin bir gereğiydi. Aşağıdaki inkılaplardan hangisinin doğrudan Atatürk'ün bu düşüncelerini gerçekleştirmeye yönelik olduğu söylenemez? A) Devletçilik ilkesinin kabul edilmesi B) Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi C) Çok partili hayata geçiş denemeleri D) Evlenme, miras, boşanma gibi konularda kadın - erkek eşitliğinin sağlanması 2. Halifeliğin kaldırılması ile birlikte Osmanlı hanedanına mensup kişiler Osmanlı sınırları dışına çıkarılmıştır. Bu durumun, I. Avrupalıların, Türkiye'nin içişlerine karışması II. Hanedan mensuplarının Türkiye'de saltanat ve halifelik iddilarında bulunmaları III. Yenilik karşıtlarının Osmanlı hanedanı etrafında toplanarak inkılapları engellemeleri tehlikelerinden hangilerini önlemeye yönelik olduğu söylenebilir? A) Yalnızl B) Yalnız II C) Yalnız III D) II ve III 3. Cumhuriyet Dönemi'nde, I. Tarım faaliyetlerinin modern yöntemlerle yapılması II. Latin alfabesinin kabul edilmesi III. Yabancı şirketlerin kamulaştırılması IV. Türk Tarih Kurumu'nun kurulması yeniliklerinden hangileri daha çok "çağdaşlık" ilkesinin bir gereğidir? A) I ve II B) l ve III C) II ve III D) III ve IV 4. • Cumhuriyet'ten önce bakanlar tek tek meclis tarafından seçiliyordu. Ancak siyasi ayrılıklar nedeniyle bazı bakanlar seçilemediğinden hükümet kurmak zorlaşıyor-du. • Cumhuriyetin ilanından sonra cumhurbaşkanı tarafından atanacak bir başbakanın belirleyeceği Bakanlar Kurulunun, meclisten güvenoyu alması sistemi getirildi. İki durum karşılaştırıldığında cumhuriyetin ilanının aşağıdakilerden hangisini engellemesi beklenebilir? A) Hükümet bunalımlarının çıkmasını B) Çok partili siyasal hayata geçilmesini C) Milli birlik ve beraberliğin güçlenmesini D) Milli egemenlik ilkesinin uygulanmasını f 5. Osmanlı Devleti zamanında giyimde birlik yoktu. İnsanlar sosyal statülerine ve dinlerine göre değişik kıyafetler giyerlerdi. Bir kimsenin hangi dinden, hangi meslekten ya da hangi bölgeden olduğu kıyafetinden ayırt edilebilirdi. Bu sayede bazı kişiler ayrıcalıklı muamele görürlerdi. Atatürk kıyafette yaşanan bu karışıklığa son vermiştir. Şapka Kanunu ile herkesin şapka giymesi zorunlu olmuş, modern kıyafetlerin benimsenmesi için çalışmalar yapılmıştır. Buna göre Atatürk'ün kıyafet alanında yapılan yeniliklerle aşağıdakilerden hangisini amaçladığı savunulamaz? A) Halkçılık ilkesinin yerleşmesini B) Toplumda birlik ve bütünlüğü C) Din ve inanç birliğini D) Toplumun dış görünüş olarak modernleşmesini "Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister." Atatürk'ün öğretmenlere yaptığı bu çağrıya göre aşağıdakilerden hangisi Türk Milli Eğitiminin amaçlarından biri olabilir? A) Kararlarını özgürce verebilen, yeniliklere açık nesiller yetiştirmek B) Öğrencileri yönlendirmemek C) Okullarda her türlü disiplin uygulamalarını yasaklamak D) Öğrencilere ders kitaplarını ezberletmek 7. Atatürk, "Büyük devletler kuran atalarımız büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur." sözü ile aşağıdakilerden hangisini vurgulamıştır? A) Türklerin güçlü devletler kurduğunu B) Türk tarihini araştırmanın önemini C) Türklerin geniş sömürgelere sahip olduğunu D) Geçmiş medeniyetlerin dünyaya tanıtılması gerektiğini 8. Atatürk, din kurumlarının ve dini duyguların kullanılarak halkın sömürülmesini engellemeye çalışmış, bunun için bazı inkılaplar yapmıştır. Aşağıdaki inkılaplardan hangisinin daha çok bu amaca yönelik olduğu söylenebilir? A) Türk Tarih Kurumu'nun kurulması B) Şapka İnkılabı'nın yapılması C) Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması D) Saltanatın kaldırılması Cumhuriyetin ilk yıllarında çeşitli tarikatlar tarafından idare edilen çok sayıda tekke ve zaviye vardı. Bunların pek çoğu amacından sapmış, tekke veya zaviyenin başında bulunanların ekonomik ve siyasi çıkarları için kullanılmakta idi. Bu durumu gören Atatürk, 1925 yılında çıkarılan bir kanunla tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlamıştır. Buna göre tekke ve zaviyelerin kapatılması ile aşağıdakilerden hangisi amaçlanmıştır? A) Din eğitimi verilen yeni okulların açılması B) Eğitim öğretim kurumlarının birleştirilmesi C) Din kurumlarının bir sömürü aracı olarak kullanılmasının önlenmesi D) Cami sayısının artırılması 10. Atatürk medreseleri kapattırmış ve bu konuda; "Türk milleti evlatlarına vereceği eğitimi, okul ve medrese diye iki ayrı kuruluşta veremezdi." demiştir. Aşağıdakilerden hangisinin Atatürk'ün bu düşüncesi doğrultusunda yapıldığı söylenebilir? A) Eğitim öğretimin tek elde toplanmasının B) İstanbul Üniversitesi'nin kurulmasının C) Türk Dil Kurumu'nun açılmasının D) Arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin kabul edilmesinin 11. Cumhuriyet Dönemi'nde, I. Millet Mekteplerinin açılması II. Medeni Kanun'un kabul edilmesi III. Bütün eğitim kurumlarının birleştirilerek Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanması yeniliklerinden hangisi ya da hangilerinin ulusal birliğe doğrudan zarar verebilecek sorunları engellemeye yönelik olduğu söylenebilir? A) Yalnızl C) I ve II B) Yalnızl D) II ve III Test 2 : 1-A 2-D 3-A 4-A 5-C 6-A 7-B 8-C 9-C 10-A 11-B Ben, Sabiha Gökçen. Atatürk ilke ve inkılâpları sayesinde, annemin sahip olmadığı pek çok hakka kavuştum, istediğim mesleği seçme hakkı sayesinde ilk Türk kadın pilotu oldum. Seçme ve seçilme hakkı sayesinde yönetime katılabili-yorum. Evlenme boşanma, miras gibi konularda erkeklerle aynı haklara sahibim. Bu bilgilerde Sabiha Gökçen hangi alanda elde ettiği haklara değinmemistir? A) Sosyal yaşam C) Meslek seçme B) Siyaset yapma D) Dini inanış Atatürk, Türk milletinin çağdaş ve modern bir toplum olabilmesi için Türk milletine gideceği yolu gösterirken, "Dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım." demiştir. Ülkemizin Atatürk'ün gösterdiği bu yolda ilerlemesi öncelikle aşağıdakilerden hangisine bağlıdır? A) Eski geleneklerin sürdürülmesine B) Yer altı kaynaklarının işletilmesine C) Yabancı sermaye girişinin engellenmesine D) Çağdaş bir eğitim sisteminin oluşturulmasına I. Cumhuriyetin ilan edilmesi II. Türk Medeni Kanunu'nun kabul edilmesi III. Ankara'nın başkent olması IV. Medreselerin kapatılması Yukarıdakilerden hangileri siyasal alanda yapılan inkılaplardandır? A) I ve II C) II ve III B) I ve III D) III ve IV i 6. 1934 yılında çıkarılan Soyadı Kanunu ile ağa, hacı, paşa, bey gibi toplumda ayrıcalık ifade eden unvan ve lakaplar yasaklanmıştır. Bu yasakların, I. Sınıfsız ve kaynaşmış bir toplum oluşturma II. Halkçılık ilkesine işlerlik kazandırma III. Okuma yazma oranını artırma amaçlarından hangisi ya da hangilerine yönelik olduğu söylenebilir? A) Yalnız! C) I ve II B) Yalnız D) II ve III Aşağıdakilerden hangisi Türkiye'de tarımsal üretimin ve çiftçilerin devlet tarafından desteklendiğine kanıt olarak gösterilemez? A) Aşar vergisinin kaldırılması B) Buğday ve arpa gibi ürünlerin yurt dışından ithal edilmesi C) Tarım Kredi Kooperatiflerinin kurulması D) Çiftçilere zirai araç ve tohum desteği sağlanması "Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandınlmazsa elde edilen zaferler sürüp gidemez." Aşağıdakilerden hangisi, Atatürk'ün bu sözü doğrultusunda yapılmış yeniliklerden biridir? A) Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun çıkarılması B) Türk Dil Kurumu'nun kurulması C) Eğitim öğretim birliğinin sağlanması D) Halifeliğin kaldırılması 8. 9. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkede bir çivi bile üretilemiyor, sanayi ürünlerinin tamamına yakını ithal ediliyordu. 1934'te devletçilik ilkesinin uygulanmaya konulması ile devlet ekonomik hayatın içinde yer almaya başladı. Ham maddesi yerli olan sanayiye öncelik verilerek; kağıt, tekstil, şeker ve demirçelik fabrikaları kuruldu. Yer altı kaynaklarını tespit etmek üzere MTA kuruldu. Aşağıdakilerden hangisi bu çalışmaların sonuçlarından olamaz? A) Türkiye'nin dışa bağımlılığının azalması B) Dış ticaretin azalması C) İşsizliğin azalması D) Ülke ekonomisinin iyileşmesi 1932 yılında 137.9 milyon olan üretim değerinin % 60.3'ü yerli ham madde kullanımına ait iken, bu oran 1937'de % 96'ya yükselmiştir. Bu bilgilere dayanarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? A) Yabancıların Türkiye'de yatırım yaptığı B) Devlet gelirlerinin azaldığı C) Sanayi ve üretim alanında millileşmenin gerçekleştiği D) Batılılaşma düşüncesinden uzaklaşıldığı Cumhuriyetin ilanından sonra siyasi alanda olduğu gibi ekonomi alanında da tam bağımsızlığın sağlanması için çalışılmıştır. Ülkenin ekonomik alanda dışa bağımlılığının azaltılmasına ve yabancıların ülke ekonomisi üzerindeki etkisinin kırılmasına yönelik önlemler alınmıştır. Aşağıdakilerden hangisi bu amaçla yapılan çalışmalardan biri olamaz? A) Ham maddesi yerli sanayiye öncelik verilmesi B) Avrupa devletlerinden borç alınması C) Yabancıların elindeki işletmelerin devlet eliyle satın alınması D) Özel şirketlere kredi verilmesi 10. § 11. Osmanlı Devleti, limanlarımız arasında yük ve yolcu taşıma hakkını yabancı şirketlere vermişti. Ancak bu şirketler yeterli yatırım yapmadıklarından limanlar ve denizyolu işletmeciliği gelişmemişti. Bu nedenle Atatürk, 1 Temmuz 1926'da Kabotaj Kanunu'nun çıkarılmasını sağlamıştır. Böylece Türk limanlan arasında gemi işletme hakkı yabancılardan alınarak yeni kurulan Türkiye Denizcilik Işletmeleri'ne verilmiştir. Buna göre Kabotaj Kanunu'nun aşağıdakilerden hangisine katkı sağladığı söylenebilir? A) Denizyolu ulaşımının millileşmesine B) Türk denizciliğinin gelişmesine C) Denizyollarına yapılan yatırımın artmasına D) Dış borçların azalmasına Cumhuriyet Dönemi'nde başta demiryolları olmak üzere, deniz ve kara yollarının bakım, onarım ve yenilenmesi için büyük çaba harcanmıştır. Bu çalışmaların aşağıdakilerden hangisine katkı sağladığı söylenebilir? A) ithalatın artmasına B) İç ticaretin ve iletişimin artmasına C) Dış borçların artmasına D) Bölgeler arası kalkınmışlık farkının artmasına 12. Cumhuriyet kurulduğunda; uzun süren savaşlar nedeniyle nüfus azalmıştı. Eğitimli ve teknik bilgisi olan eleman yok denecek kadar azalmıştı. Sanayi için gerekli tüm makine ve yedek parça yurt dışından getiriliyordu. Üstelik halkın elinde yeterli sermaye birikimi yoktu. Bu durumun aşağıdakilerden hangisini zorunlu hale getirdiği söylenebilir? A) Ekonomik kalkınmanın devlet eliyle yürütülmesini B) Kapitülasyonların sürdürülmesini C) Saltanatın kaldırılmasını D) Tarım alanlarının daraltılmasını Test 3 : 1-D 2-D 3-B 4-C 5-B 6-A 7-I 8-C 9-B 10-A 11-B 12-A 98 _______mm ' HPUPr3 Atatürkçülük ATATÜRKÇÜLÜK Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve bilimin öncülüğünde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacıyla temelleri yine Atatürk tarafından belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına ve ekonomik hayata, toplumun temel kurumlarına ilişkin gerçekçi düşüncelere ve ilkelere Atatürkçülük denir. Milli yapımızı koruyarak Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak ve çağdaş yönetim esaslarına göre devlet idaresini gerçekleştirmek Atatürkçülüğün en önemli hedeflerindendir. Türk Milli Mücadelesi ve Atatürkçülük, bağımsızlık mücadelesi veren uluslara da örnek olduğundan evrensel nitelik taşır. Atatürkçülüğün Nitelikleri > Atatürkçülüğü oluşturan ilkeler bir bütündür. Birbirinin devamı ve tamamlayıcısıdır. > Akıl ve bilime dayanır, milli birlik ve beraberliğe önem verir. > Yurtta ve dünyada barışın korunmasından yanadır. > Millete ve insanlığa hizmet etmeyi esas alır. Ak .;>unce Ss Temelinde milli kültürümüz ve evrensel değerler olan Atatürkçü düşünce sistemi, Türk milletinin ihtiyaçlarından ve gerçeklerinden doğmuş, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmayı hedef olarak belirlemiştir. Atatürkçü Düşünce Sisteminin Oluşmasında Etkili Olan Olaylar > Fransız İhtilali'nden sonra demokrasi, eşitlik, adalet, insan hakları, özgürlük ve milliyetçilik gibi kavramların tüm dünyada yaygınlık kazanmaya başlaması > Osmanlı Devleti'nin, Avrupa devletlerinin gerisinde kalması ve her alanda Avrupa'ya bağımlı hale gelmesi > Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarının kayıplarla sonuçlanması neticesinde Türk halkının büyük acılar çekmesi > Avrupa devletlerinin ve azınlıkların, Osmanlı topraklarını bölmeyi amaçlamaları > Mondros Ateşkesi'nin ardından başlayan işgaller karşısında Osmanlı yönetiminin aciz kalması Atatürkçü Düşüncede Milli Güç Unsurları Bir ulusun, ulusal hedeflerine ulaşabilmek amacıyla kullanabileceği maddi ve manevi kaynaklarının toplamına milli güç denir. Milli güç unsurları şunlardır: Siyasi Güç Atatürkçü düşüncede siyasi güç, devletin gücünü % milletten alması ve devlet politikalarının millet irade-8 sine göre belirlenmesi esasına dayanır. Atatürk, siyasi gücün zayıflamasının devletin ve demokrasinin geleceğini tehlikeye düşüreceğini söylemiştir. Ekonomik Güç Ekonominin toplum hayatında büyük bir rolü bulunmaktadır. Çünkü bir ülkede üretim, dağıtım, tüketim durumlarıyla ilgili faaliyetler ekonominin konusu içinde yer almaktadır. Atatürk de cumhuriyetin ilk yılarında, ekonomik yönden zayıf bir milletin güçlü medeniyet kuramayacağını, toplumsal ve siyasal felaketten kurtulamayacağını belirterek, yeni Türk Devleti'nin güçlü bir ekonomiye sahip olması gerektiğini vurgulamıştır. Siyasi bağımsızlık gibi ekonomik bağımsızlığa da büyük bir önem veren Atatürk bu amaçla, kapitülasyonların kaldırılması ve ülkemizde bulunan yabancılara ait kuruluşların millileştirilmesi politikalarını izlemiştir. 101 ||^P Askeri Güç Türkiye'nin, coğrafi konumu gereği her türlü iç ve dış tehditlere açık olması güçlü bir orduya sahip olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle Atatürk, her dönemde Türk ordusuna ayrı bir önem vermiştir. I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı ordusunun dağıtılması üzerine Milli Mücadele Dönemi'nde düzenli bir ordu kuruldu. Bu ordu sayesinde Kurtuluş Savaşı kazanılarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığa ulaşılmıştır. Sosyokültürel Güç Bir ülkede eğitimli, kültürlü ve teknik bilgilerle donanmış insanların oluşturduğu güce, sosyokültürel güç denir. Milli gücün temel öğesi olan insan iyi yetiştirildiğinde siyasi, ekonomik ve askeri güç de değer kazanır. Sosyokültürel güç; bilim, sanat ve diğer alanlarda gelişmeye yol açar. Bunun bilincinde olan Atatürk, bireyden başlayarak halkı eğitmek ve halkın bilgi düzeyini yükseltmek için çalışmalarda bulunmuştur. ATATÜRK İLKELERİ Türk milletini çağdaş uygarlıklar düzeyinin üzerine çıkarmak için yapılacak çalışmalarda ve yeniliklerde esas alınacak olan ilkelerdir. CUMHURİYETÇİLİK Cumhuriyet, halkın kendi kendisini yönetmesi ve devlet içinde karar verecek en yetkili ve son makam olarak milleti kabul etmektedir. Cumhuriyet rejiminde esas, yöneticilerin seçimle iş başına gelmeleridir. Halkın kendini doğrudan doğruya yönetmesi demek olan demokrasi ise cumhuriyet rejiminin ulaştığı en ideal yönetim biçimidir. Cumhuriyet yönetiminde millet adına karar verme yetkisi doğrudan millet tarafından seçilmiş olan meclise aittir. Cumhuriyetçilik; demokrasi ve cumhuriyet rejiminin korunması, geliştirilmesi ve benimsenmesi için yapılan tüm çalışmalardır. Cumhuriyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar > TBMM'nin açılması > 1921 ve 1924 Anayasalarının yapılması > Saltanatın kaldırılması > Cumhuriyetin ilan edilmesi > Siyasal partilerin kurulması > Ordunun siyasetten ayrılması > Kadınlara seçme ve seçilme haklarınırvverilmesi Cumhuriyetin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Bütün vatandaşların devlet yönetimine eşit şekilde katılmasını sağlamış ve demokrasinin kurulmasına ortam hazırlamıştır. > Türk toplumunun gelişmesine ve çağdaşlaşmasına katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin Türk Milletine Kazandırdığı Temel Hak ve Sorumluluklar > Tüm vatandaşlar, fikirlerini özgürce açıklayabilme imkanı elde etmiştir. 18 yaşını dolduran her Türk vatandaşına seçme ve halk oylamasına katılma hakkı ve sorumluluğu getirmiştir. MİLLİYETÇİLİK Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltilmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya bu çalışmayı ve bilinci diğer kuşaklara da yansıtmaya milliyetçilik denir. Milliyetçiliğin en önemli unsuru millettir. Millet olmanın ilk şartı ise ortak bir geçmişe, kader birliğine, ortak bir gelecek ülküsüne sahip olmaktır. Atatürk'e göre milliyetçilik, kendini aynı milletin üyeleri sayan kişilerin, o milleti yüceltme istekleridir. Milliyetçilik bir duygu işidir. Bir insan kökeni ne olursa olsun kendini hangi millete ait hissediyorsa o milletin kimliğini taşıyor demektir. Bu yüzden Atatürk ne mutlu Türk olana değil "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir. Atatürk'ün milliyetçilik ilkesi birleştirici ve bütünleştiricidir. Bu durumu güçlendiren unsurlar, milli eğitim, Misak-ı Milli, dil, tarih, kültür ve gaye birliği, milli kültür, Türklük şuuru ve manevi değerlerdir. $ ö!v Milliyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar ve Çalışmalar > İzmir'de İktisat Kongresi'nin toplanması > Kapitülasyonların kaldırılması > Kabotaj Kanunu'nun çıkarılması > Türk Tarih Kurumu'nun kurulması > Türk Dil Kurumu'nun kurulması > Yabancı okulların ayrıcalıklarının kaldırılarak Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanması > Yabancı okullarda Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması > Yabancı işletmelerin satın alınması Milliyetçiliğin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Kurtuluş Savaşı'mızın kazanılmasını sağlamıştır. > Milletimizin iç ve dış tehditler karşısında bütünleşmesini sağlamıştır. > Türk toplumunu din, mezhep, ırk ve sınıf kavgalarından koruyarak milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirmiştir. HALKÇILIK Bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde bulunan insanlara halk denir. Halkçılık, milletin çıkarına ve yararına bir siyaset izlenmesi, halkın kendi kendini yönetmeye alıştırıl-masıdır. Halkçılıkta belli bir grup, kişi ya da sınıf üstünlüğü yoktur. Toplumu oluşturan bütün vatandaşlar ülkesine ve devletine karşı hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Herkes devlet imkânlarından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkes seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Kanunlar önünde herkes eşittir. Halkçılık İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar ve Çalışmalar > Cumhuriyetin ilanıyla egemenliğin doğrudan halka verilmesi > Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilerek siyasal alanda kadın - erkek eşitliğinin sağlanması > Hukuk birliğinin gerçekleştirilmesiyle herkesin kanunlar karşısında eşit olmasının sağlanması > Azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilerek ayrıcalıklarının sona erdirilmesi ve toplumda eşitliğin sağlanması > Medeni Kanun'un kabul edilmesiyle sosyal ve ekonomik alanlarda kadın - erkek eşitliğinin sağlanması > Devlet gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturan aşar vergisinin halk yararı gözetilerek kaldırılması > Sosyal devlet niteliğinin benimsenmesi > Soyadı Kanunu'nun yanı sıra çıkarılan bir kanunla "ağa, hacı, hoca, hafız, molla, bey" gibi ayrıcalık belirten eski unvanların kaldırılması > Okuma yazma seferberliğinin başlatılması Halkçılığın Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Halkçılıkla milli egemenlik tam olarak gerçekleşmiş ve demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunulmuştur. > Toplumda barış ortamının kurulması sağlanmıştır. > Türk toplumu yönetime katılma, kanunlar önünde eşit olma ve devletin imkanlarından eşit olarak faydalanma olanağına kavuşmuştur. > Halkçılık, kalkınmayı hızlandırmış, zayıf bir ekonomik mirastan bugünkü Türkiye'yi oluşturmuştur. Halkıçılık ilkesi, hem cumhuriyetçilik hem de milliyetçilik ilkelerinin doğal sonucudur. DEVLETÇİLİK Devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın içine girmesidir. Devletçilik bir ekonomi siyasetidir. Atatürk'ün devletçilik anlayışı komünizmden farklıdır. Atatürk'ün devletçilik anlayışında devlet ekonominin içinde yer almakla birlikte özel teşebbüsün önünde engel değildir. Sermayesi olan vatandaşlar birkaç alan dışında diledikleri biçimde üretime katılabilirler. S Devletçilik ilkesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra özel teşebbüs desteklenerek liberal bir ekonomi kurulmak istenmişti, ancak sermaye yetersizliği, makine ve yedek parça sorunu, teknik eleman azlığı gibi nedenlerden dolayı özel teşebbüs başarısız oldu. Bu durumda devlet ekonomik hayata müdahale etmek zorunda kaldı. Ayrıca 1929 dünya ekonomik krizi de devletleri kendi ayakları üzerinde durmaya ve ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya yönelttiğinden devletçilik ilkesi 1929 dünya ekonomik krizinin doğal bir sonucu olarak uygulamaya konulmuştur. 1933'ten itibaren I. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile devlet ekonomik hayatın içinde yoğun bir şekilde yer almaya başladı. Kısa zamanda devlet eliyle büyük sanayi tesisleri kuruldu. Devlet tarafından dokuma ve şeker fabrikalarının yanında Karabük Demir Çelik Fabrikası gibi dev sanayi tesisleri oluşturuldu. 1939'da II. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlandı. Ancak II. Dünya Savaşı çıktığından uygulanamadı. Devletçilik ilkesinin bir amacı da kalkınmada bölgeler arasındaki ekonomik dengenin kurulmasıydı. Bu nedenle bayındırlık faaliyetlerinin ve sanayi tesislerinin kurulmasında bölgelerin durumu dikkate alındı. Devletçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılaplar > Beş Yıllık Sanayi Planları yapılması ve bu planlar doğrultusunda dokuma, maden, selüloz, seramik ve kimya sanayinde fabrika ve işletmeler kurulması > Sanayi yatırımlarını desteklemek için Sümer-bank ve Etibank'ın kurulması > Faiz oranlarının ve temel tüketim mallarının fiyatlarının devlet tarafından belirlenmesi > Eğitim, sağlık, kültür ve sanat alanlarında halkın gereksinimlerini karşılayabilmek için yatırımlar yapılması > Devlet bankalarının ve Merkez Bankası'nın kurulması Devletçilik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Bu ilke sayesinde Türkiye ilk defa plânlı ekonomiye geçmiştir. > Devlet eliyle önemli yatırımlar gerçekleştirilmiştir. > Teknik eleman eksikliğinin giderilmesi sağlanmıştır. > Devletçilik, halkçılık ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Ekonomik kalkınmada bölgeler arası farklılıkların giderilmesinde önemli rol oynamıştır. > Türk çiftçisine ürünlerini en iyi şekilde değerleri-dirme fırsatı sağlamıştır. g Devletçilik İlkesinin Türk Devleti'ne Yüklediği Görevler > Bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal yardım, sanat ve ticaret işleriyle ilgilenmek ve bu alanlarda halkın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımlar yapmak > Özel teşebbüs ile devlet arasındaki ilişkileri dengeli bir şekilde yürütmek > Diğer uluslarla olan ilişkileri iyi yöneterek milletin bağımsızlık ve egemenliğini korumak LAİKLİK Laiklik, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır. Kısaca din işleri ile devlet işlerinin ayrı yürütülmesidir. Laiklik ilkesinde temel hedef, inanç özgürlüğünün sağlanmasıdır. Herkes istediği inanca sahip olabilir ve bu inancın gereklerini yapabilir. Atatürk'e göre dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur. Atatürk dine karşı olmadığı gibi, gerçek dindara da karşı değildir. O, dinin çıkarlar için kullanılmasına karşı çıkmıştır. Atatürk, "Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur." demiştir. Ayrıca dinin bir erdemler kurumu olduğuna inanmıştır. Atatürk, "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur. Din vardır ve lazımdır. Temeli sağlam bir dinimiz vardır." diyerek dinin hayatımızdaki yerini belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin Laikleşme Aşamaları > 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılmıştır. Böylece laikleşmenin ilk aşaması gerçekleşmiştir. > 3 Mart 1924'te halifelik kaldırılmıştır. Böylece, laik devlet olma yolunda en önemli adım atılmıştır. Yine aynı gün Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti (Din ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılarak yönetimin laikleşmesi sağlanmıştır. 104 T > 3 Mart 1924'de Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş, bu yolla medreseler kapatılarak eğitim sisteminin laikleşmesi sağlanmıştır. > 30 Kasım 1925'te tekke, zaviye ve türbeler kapatılarak toplumsal alanda laikleşme sağlanmıştır. > 17 Şubat 1926'da Türk Medeni Kanunu kabul edilerek toplum ilişkilerini düzenleyen kuralların lâikleşmesi sağlanmıştır. > 1928'de anayasadan din ile ilgili hükümler çıkarılarak anayasanın laikleşmesi sağlanmıştır. > 5 Şubat 1937'de Atatürk ilkeleri; "Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır." şeklinde anayasada yer almıştır. Böylece laiklik anayasal bir ilke haline gelmiştir. Laiklik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Din ve mezhep farklılıkları ortadan kaldırılarak toplumsal alanda kaynaşma sağlanmıştır. > Türkiye'de hukuk birliğinin sağlanması kolaylaşmıştır. > Toplum hayatında dine ve insana saygı gelişmiş, din ve vicdan hürriyeti sağlanmıştır. > Yabancı devletlerin azınlıkları bahane ederek içişlerimize karışması engellenmiştir. > Türkiye'nin çağdaşlaşması hızlanmıştır. > Türkiye'de akla, bilime, gerçeğe ve özgürlüğe dayanan bir toplum ve devlet sistemi kurulmuştur. İNKILAPÇILIK İnkılap, bir toplumun önemli kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirme atılımıdır. Atatürk inkılabı, "Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseler koymuş olmaktır." şeklinde tanımlamıştır. İnkılapçılık, Batılılaşma ve çağdaşlaşma yolunda daima ileriye, çağdaş uygarlığa yönelmektir. Bu ilke, sadece inkılapları savunmayı değil, inkılapları geliştirmeyi, çağdaş hayatın gereklerine uydurmayı da içine alır. Atatürk'ün inkılap anlayışı eskiyi kaldırıp yerine yeni ve güzel olanı koymak olmakla birlikte, milli kültürün geliştirilmesi de Atatürkçülüğün özünü oluşturmaktadır. Atatürk bu konuda, "Biz, batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz." diyerek milli kültürün de geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. İnkılapçılık İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar > Türk toplumuna her yönden gelişme ve ilerleme yolunu açmıştır. > Kişisel egemenliğe son verilerek millet egemenliği kurulmuştur. > Türk Devleti, yeni kurumları ile çağdaş ve dinamik bir yapıya kavuşmuştur. Atatürk İlkelerinin Amaçları ve Ortak Özellikleri > Atatürkçü düşünce sistemini kurmayı ve geliştirmeyi amaçlar. > Aklın ve bilimin öncülüğünde, Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmayı hedefler. > Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur. > Akla ve mantığa uygundur. > Atatürk tarafından hem sözle hem de uygulama ile belirlenmiştir. > İlkeler bir bütündür. Birbirlerinden ayrılamazlar. Atatürk İlke ve İnkılaplarını Oluşturan Temel Esaslar Milli Tarih Bilinci Tarihi olmayan millet köksüz bir ağaca benzer, güçlü bir rüzgar karşısında yıkılır gider. Türk tarihinin, uygarlığın en eski çağlarına kadar uzanması her Türk için onur ve gurur kaynağıdır. Atatürk, tarihte büyük devletler kurmuş, dünya medeniyetine önemli katkılarda bulunmuş Türk milletinin, geçmişten aldığı güçle, çağdaşlaşma yolunda bütün gücünü ortaya koyacağına inanmıştır. î Vatan ve Millet Sevgisi Atatürkçülüğün en önemli unsurlarından biri de vatan ve millet sevgisidir. Atatürk'ün, "Yurt toprağı! Her şey sana feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz." ve "Ne mutlu Türküm diyene!" sözleri vatanına ve milletine karşı beslediği hayranlık ve şükran duygularını ifade etmektedir. Milli Dil Milli dil, milli birliğin başta gelen unsurlarından biridir. Bu nedenle, milli dilimiz olan Türkçe'yi koruyarak, çağın gereklerini karşılayacak şekilde gelişmesine yardımcı olmalıyız. Atatürk de bu konu ile ilgili olarak ".... Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır..." demiştir. Bağımsızlık ve Özgürlük Tarih boyunca kendi vatanında bağımsız yaşamış olan Türk milleti, başkalarının egemenliği altında yaşamaktansa ölmeyi yeğlemiştir. Atatürk, "Biz, milli sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz." diyerek bağımsız ve özgür yaşamaya verdiği önemi göstermiştir. Egemenliğin Millete Ait Olması Atatürk henüz daha Kurtuluş Savaşı'nın başında alınan, "Milli kuvvetleri etkili milli iradeyi hakim kılmak esastır." kararı ile egemenliğin millete ait olduğunu vurgulamıştır. TBMM'nin açılması, saltanatın kaldırılması ve cumhuriyeti ilanı gibi inkılaplarla egemenlik hakkı kesin olarak millete verilmiştir. Türk Milletini Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üzerine Çıkarma Hedefi Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen inkılapların büyük bir kısmı çağdaşlaşma ve Batılılaşma hedefini taşımıştır. Bu doğrultuda Türk milleti de çağdaş uygarlık düzeyini yakalamayı hatta daha ileriye gitmeyi hedeflemiştir. . r Milli Kültürün Geliştirilmesi Yabancı kültürlerin benimsenmesi milli varlığımızı tehlikeye düşürür, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamamızı engeller. Atatürk, Batı'nın tekniğinden ve biliminden yararlanırken milli kültürümüzü de korumamız gerektiğini belirtmiştir. 4 Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü Milli birlik ve beraberlik, milletçe birliği, bir arada yaşamayı ifade eder. Böylece milletin sevgi ve saygı ile birbirine bağlanmasını, ortak ideallere yönelik olarak varlığını devam ettirmesini sağlar. Milli birlik ve beraberlik aynı zamanda ülke bütünlüğünün korunmasını gerektirir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde yaşamasını, hiçbir bölücü unsura yer vermemesini gerektirir. S h R evaplı "Herhangi bir kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lüzumlu olan şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır." Atatürk'ün yukarıda verilen sözünün, aşağı-dakilerden hangisinin önemini vurgulamaya yönelik olduğu söylenebilir? A) Geçmişimiz hakkında bilgi edinmenin B) İnsanın yaşadığı sürece yalnızca kendi mutluluğu için çalışması gerektiğinin C) Herkesin yalnızca kendi yaptıklarından sorumlu olmasının $ D) İnsanları sevmenin ve onların mutluluğu 9 için çalışmanın Atatürk'ün ortaya koyduğu ilkeler, Türk toplumunun çağdaşlaşmasına ve uygarlaşmasına yöneliktir. Atatürk Türk toplumunu geri bırakan müesseselerin kaldırılması, bunların yerine çağın gereklerine en uygun kurumların konulması yolunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamıştır. Atatürk'ü anlayamayanların, inkılapları kavrayamayanların, çıkarlarını koruma gayesi güdenlerin canına kastetmesi onun bu ilkeler doğrultusunda hareket etmesine engel olamamıştır. Bu bilgilere bakarak Atatürk ilkelerinin aşağıdaki esaslardan hangisine dayandığı ileri sürülebilir? A) Vatan ve millet sevgisine B) Çağdaş uygarlıkları taklit etmeye C) Osmanlı sınırlarına ulaşmaya D) Milli kültürümüzün uluslararası alanda yaygınlaşmasına Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrı ayrı yürütülmesi demektir. Laik devlet anlayışında; yönetim, hukuk, eğitim gibi konularda yapılan işler dine değil, akla ve bilime dayandırılmalıdır. Bu bilgilere göre aşağıdaki yeniliklerden hangisinin laikleşme amacına yönelik olduğu söylenemez? A) Din hükümlerinin anayasadan çıkarılması B) Ankara'nın başkent olması C) Halifeliğin kaldırılması D) Medreselerin kapatılması Cumhuriyetin ilk yıllarında liberal ekonomi modeli benimsenmişti. Atatürk de bu düşünceyi desteklemekteydi. Ancak, sermaye yetersizliği, teknik eleman azlığı, makine ve yedek parça sorunu gibi nedenlerden dolayı özel teşebbüs başarılı olamadı. Liberal ekonomi modeliyle istenilen başarı elde edilemeyince devlet doğrudan ekonomik hayatın içinde yer almaya başladı. Birçok sanayi kuruluşu devlet eliyle kurulup işletilmeye başlandı. Buna devletçilik dendi. Bu bilgilere bakarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz? A) Devletçilik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. B) Ham madde yetersizliği nedeniyle liberal ekonomi modeli başarısız olmuştur. C) Devletçilik, devletin ekonomik hayatın içinde yer almasıdır. D) Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi kuruluşlarının birçoğu devlet tarafından kurulmuştur. Dünyadaki gelişime ve yeniliğe ayak uydurmak, Atatürk ilkelerinden hangisinin doğrudan bir gereğidir? A) Halkçılık C) Cumhuriyetçilik B) Devletçilik D) İnkılapçılık 6. Atatürk, biz Türk kadınlarına birçok Avrupa ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Yukarıda verilen konuşmaya göre, Türk kadınlarının aşağıdaki haklardan hangisini, Avrupalı kadınlardan önce elde ettiği söylenebilir? A) Yönetimde temsil edilme B) Sağlıklı bir çevrede yaşama C) İstediği meslekte çalışabilme D) Özel mülkiyete sahip olabilme 9. 7. Devlet hizmetlerinde veraset yönteminin olmaması ve seçimin temel prensip kabul edilmesi Atatürk ilkelerinden hangisine uygundur? A) Halkçılık C) Cumhuriyetçilik B) Devletçilik D) Laiklik 8. Atatürk'ün devletçilik ilkesi, özel sektör ile devlet işletmeciliğinin dengeli bir şekilde çalışmasını sağlamıştır. Bu durumun aşağıdaki sonuçlardan hangisine ortam hazırladığı savunulabilir? -ı A) Milli bağımsızlığın korunmasına B) Türk ekonomisinin hızla kalkınmasına C) Milli egemenlik anlayışının güçlenmesine D) Toplumsal alandaki ikiliklere son verilmesine Günümüzde, • Bilgisayarlı eğitime geçilmesi • Özel okulların sayısının artırılması • Devlete ait fabrikaların özelleştirilmesi • Devlet üniversiteleri dışında, vakıf üniversitelerinin açılması yenilikleri aşağıdaki ilkelerden hangisinin kapsamında açıklanabilir? A) Cumhuriyetçilik C) Devletçilik B) Laiklik D) İnkılapçılık 10. İnkılap, bir toplumun önemli kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirme atılımıdır. İnkılapçılık ise, toplumdaki kurumları geliştirmeye ve değiştirmeye açık tutmaktır. Buna göre aşağıdakilerden hangisi inkılapçılık ilkesiyle bağdaşmaz? A) Tarımda makine kullanımını yaygınlaştırmak B) Dünyadaki her türlü bilimsel gelişmelerden yararlanmak C) Yabancı sermayenin yurda girişini engellemek D) Bilim ve teknik alandaki gelişmelere bağlı olarak yeni okullar açmak 11. Atatürk, Türk tarihinin köklü ve zengin bir geçmişe, ileri uygarlıklara sahip olduğunu kanıtlamak için Türk Tarih Kurumu'nu kurdurmuştur. Türk dilinin zenginleşmesi, yabancı dillerin etkisinden kurtulması ve bilim dili haline gelmesi için de Türk Dil Kurumu'nu kurdurmuştur. Buna göre Atatürk'ün Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını kurdurması aşağıdaki ilkelerden hangisiyle açıklanabilir? A) Cumhuriyetçilik C) Laiklik B) Milliyetçilik D) Devletçilik 12. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, insana ve insanlığa değer verir. Barışçıdır, insancıldır, ırkçılığı reddeder. Türkiye Cumhuriyeti'nde aşağıdaki uygulamalardan hangisi bu durumun kanıtıdır? A) Türk vatandaşlığına geçmenin zorlaştırıl-ması B) Devletçilik ilkesinin yürürlükte olması C) Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk sayılması D) Yurt dışına çıkışların izinli olması 13. Anayasamızda, "Türk Devleti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" ilkesi yer almaktadır. Bu ilkeyle, Atatürkçülüğün dayandığı aşağıdaki esaslardan hangisine vurgu yapıldığı savunulabilir? 15. Halkçılık ilkesine göre, toplumda kişi ve sınıf üstünlüğü yoktur. Herkes aynı hak ve ödevlere sahiptir. Toplumun bütün bireylerinin seçme ve seçilme hakkı vardır. Buna göre, aşağıdakilerden hangisi halkçılık ilkesi ile bağdaşmaz? A) Herkesin yönetime katılabilmesi B) Yöneticileri halkın seçmesi C) Bütün bireylerin eşit sayılması D) Egemenliğin sadece bir kişiye ait olması 16. Türkiye'de din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınması, aşağıdaki Atatürk ilkelerinden hangisinin uygulamaya konulması ile gerçekleşmiştir? A) Laiklik C) Cumhuriyetçilik B) Milliyetçilik D) Devletçilik A) Milli egemenlik B) Milli birlik ve beraberlik C) Milli kültürü geliştirme hedefi D) Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefi 14. Atatürk, Türk tarihiyle ilgili, "Ey Türk milleti, sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikir ve medeniyette de insanlığın şerefisin." demiştir." Atatürk bu sözüyle, Türk milletine nasıl bir hedef göstermiştir? A) Dostluk ve barış içinde yaşama B) Geçmişini unutarak geleceğe bakma C) Kahramanlık ve savaşçılığa önem verme D) Her alanda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma 17. Atatürk, "Yurt toprağı! sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini sonsuza kadar yaşatmak için feyizli kalacaksın." demiştir. Bu söz Atatürk'ün hangi özelliği ile ilgilidir? A) Mantıklılığı C) Vatanseverliği B) İleri görüşlülüğü D) Yöneticiliği 18. Aşağıdakilerden hangisi halkçılık ilkesi ile bağdaşmaz? A) Din ve mezhep birliğinin sağlanması B) Hiçbir toplumsal grubun ayrıcalığının olmaması C) Kadın - erkek eşitliğinin sağlanması D) Kanun önünde herkesin eşit olması C. T. : 1-D 2-A 3-B 4-B 5-D 6-A 7-C 8-B 9-D 10-C 11-B 12-C 13-B 14-D 15-D 16-A 17-C 18-A at; :ff JR! Sffwg •«* .«ft Atatürk Dönemi'nde Dış Politika LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GELİŞİMİNE ETKİLERİ 24 Temmuz 1923'te yapılan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye bağımsızlık savaşını taçlandıran bir zafer kazanmıştır. Bu antlaşmada İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya gibi birçok devlete karşı masada mücadele etmiş ve başarıya ulaşmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslar arası alanda eşit haklara sahip tam ve bağımsız bir devlet olarak tanınması sağlanmıştır. Lozan Barış Antlaşması ile I. Dünya Savaşı sonrasında çizilen harita yeniden belirlenmiştir. Atatürk, "Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastin çöküşünü bildirir bir belgedir. Osmanlı Devri'ne ait benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir." demiştir. Böylece Lozan'ın önemi vurgulanmıştır. Bir devletin diğer devletlerle ilişkilerinde göz önünde bulundurduğu ilkeler, o devletin dış politikasını belirler. Atatürk döneminde dış politikada, "yurtta barış, dünyada barış" ilkesi esas alınmıştır. Atatürk döneminde Türk dış politikasında, > Milli sınırlarımız içinde varlığımızı korumak > Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak > Bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak > Diğer devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerine karışılmasına fırsat vermemek > Devletler arasındaki sorunları hukuka dayalı olarak barışçı yollardan çözümlemek > Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girmemek > Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı ve kamuoyunu dikkate almak > Dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmek > Diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek ilkeleri benimsenmiştir. Atatürkçü düşünce dış politikamızın her şeyden önce milli gücümüze dayanmasını benimser. Böylece gerçekçi temeller üzerinde gelişmesini ister. Ulaşılamayacak, hayaller peşinde bir milletin uğraştırıl-masını istemez. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na kaybedilen toprakları yeniden kazanmak için girmiş, bunda başarılı olamadığı gibi yeni topraklar da kaybetmiştir. Atatürk tarihten ders almıştır. Bundan hareketle Türk milletinin gerçekleşemiyecek hayaller peşinde koşmasını istememiştir. Bu konuda Atatürk, "Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu, savunuyoruz ve savunacağız." demiştir. Atatürk, dış politikada bağımsızlığa saygı ve devletlerin eşitliği ilkesinden taviz vermemiştir. Türkiye'nin bağımsızlığına saygı duyan her devlet ile ilişkileri geliştirmeye caba göstermiştir. Balkan Antantı ve Sadabat Paktı bu duruma güzel kanıttır. Atatürk dış politikada diğer devletlerin yönetim sistemlerinden etkilenmeden yola devam edilmesini benimser. Atatürk 'Arzumuz dışarda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliğini korumaktan ibarettir." demiştir. YABANCI OKULLAR SORUNU Osmanlı Devleti'de XIX. yüzyılda azınlıklara ve yabancılara okul açma hakkı tanınmıştır. Osmanlı Devleti üzerinde siyasi hesapları olan büyük devletler açtıkları okullar sayesinde bu hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bu süreç içerisinde Türkiye'de ABD, ingiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya gibi devletlerin okulları açılmıştır. Denetimsizlikten dolayı bu okullarda öğrencilere Türk devleti aleyhinde düşünceler empoze ediliyordu. Lozan Antlaşması'na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. 1925 -1926 öğretim yılında Türk hükümeti, bu okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe olarak ve Türk öğretmenler tarafından okutulması, ders kitaplarında Türkiye aleyhinde yazılar olmaması gibi şartlar bulunan bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmelikten memnun olmayan Fransa ve Papalık bu meseleye karışmak istedilerse de, Türk hükümeti bunu bir iç sorun sayarak görüşmeyi reddetti. Atatürk, "Türkiye'de bizim okullarımızın sahip olmadıkları ayrıcalığa, yabancı okulların sahip olması kabul edilemez." demiştir. Bu söz dış politika da eşitlik ilkesinin benimsendiğini gösterir. Yönetmeliklere uymayan bazı okullar kapatıldı. Yabancı okullar sorunu Fransa ile iyi münasebetlerin kurulmasını bir süre geciktirmiştir. MUSUL SORUNU Lozan Barış Konferansı'nda çözüme kavuşturulamayan konulardan biri Irak sınırı ve Musul sorunu idi. Türkiye, Misak-ı Millî sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük'ün kendisine verilmesini istiyordu, ingiltere ise petrol yataklarını kaybetmemek için bu isteği kabul etmiyordu. Lozan'da bu sorunun çözülemeyeceği anlaşılınca, konunun Türkiye ile İngiltere arasında sonradan yapılacak görüşmeler yoluyla halledilmesine karar verildi. Musul sorunu ile ilgili görüşmeler 1924'te başladı. Ancak bir sonuç alınamadı. Konu, Milletler Cemiye-ti'ne götürüldü, ancak yine bir sonuç çıkmadı. Bu sırada Şeyh Sait isyanının çıkması Türkiye'nin durumunu zayıflattı. 5 Haziran 1926'da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul sorunu çözüldü. Ankara Antlaşması ile; > Musul ve Kerkük İngiltere yönetimindeki Irak'a bırakıldı. > Musul petrollerinin gelirinin yüzde onunun 25 yıl süre ile Türkiye'ye verilmesi kararlaştırıldı. > Böylece bugünkü Türkiye - Irak sınırı çizilmiş oldu. Şeyh Sait isyanı bir ülkenin içerisinde yaşanan olumsuzlukların dış politikayı olumsuz yönde etkilediğine kanıt olarak gösterilebilir. NÜFUS MÜBADELESİ (NÜFUS DEĞİŞİMİ) SORUNU Lozan Antlaşması'nda, İstanbul'daki Rumlarla Batı Trakya'daki Türkler dışında kalan Türkiye'deki Rumlarla Yunanistan'daki Türklerin karşılıklı yer değiştirmesi kararlaştırılmıştı. Tarafsız devletlerin temsilcilerinin de katıldığı mübadele komisyonu kurulmuş, ancak Yunanistan'ın sürekli anlaşmazlık çıkarması yüzünden bir sonuç alınamamıştır. Anlaşma sağlanamayınca, Milletler Cemiyeti'ne başvuruldu. Milletler Cemiyeti, meselenin hukuki niteliğinden dolayı Milletlerarası Adalet Divanı'nın görüşünü istedi. Ancak Divan'ın yaptığı yorum da anlaşmazlığı çözümleyemedi. Bir süre sonra Türk - Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya yol açmadan gergin hava yumuşadı ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma yapıldı. Bu antlaşma ile yerleşme tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayılmıştır. Nüfus değişimi sorununun çözümlenmesi iki devlet arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemi başlattı. Karşılıklı iyi ilişkiler kuruldu (1930). Ekim ayında Yunan Başbakanı Venizelos Türkiye'yi ziyaret etti. Türk -Yunan ilişkileri 1954 yılına kadar sürecek iyi ilişkiler dönemine girdi. 1954 yılında Kıbrıs sorunu, Türk -Yunan ilişkilerinin yeniden bozulmasına neden oldu. Böylece günümüze kadar devam eden gerginlik dönemi yeniden başladı. MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ Lozan Antlaşması'nda Boğazların idaresi uluslararası bir komisyona bırakılmıştı. Üstelik Boğazlar silahtan arındırılmıştı. Bu durum Türkiye'nin hem güvenliğini zedeliyor hem de bağımsızlığına ters düşüyordu. 1930'lu yıllardan sonra dünya barışı bozulmaya başlamıştı. Bunun üzerine harekete geçen Türkiye güvenlik gerekçesini ileri sürerek ilgili devletlerden Boğazlar konusunun yeniden görüşülmesini istedi. Bu öneri olumlu karşılandı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi yapıldı (20 Temmuz 1936). Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile; > Boğazlar Komisyonu kaldırıldı ve Boğazların yönetimi Türkiye'ye devredildi. > Türkiye'nin Boğazları silahlandırması kabul edildi. > Boğazların ticaret gemilerine açık olması, savaş gemilerinin geçişine ise bazı sınırlamalar getirilmesi kararlaştırıldı. ^^ıjrvıt^ggggpı^tamfiKir-mtff^ 1 J 4 W Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin Sonuçları > Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmış, egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır. > Türkiye'nin Boğazlarda asker bulundurması sonucunda Doğu Akdeniz'de ve milletlerarası dengede önemi artmıştır. Atatürk bu antlaşma için, "Tarihte birçok defa tartışma ve tutku vesile olmuş olan Boğazlar, artık tamamıyla Türk yönetiminin egemenliğinde, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır." demiştir. TÜRKİYE'NİN DÜNYA BARIŞINA KATKILARI Atatürk, "Bizim düşüncemize göre uluslararası siyasi güven ortamının gelişimi için, ilk ve en önemli şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde, samimi olarak birleşmesidir." demiştir. Türk dış politikasının en önemli ilkesi yine Atatürk'ün, " sözüyle ortaya konulmuştur. Atatürk bu sözlerde belirttiği ilkeler doğrultusunda çalışmalar yapmıştır. Böylece Milletler Cemiyeti'ne üye olunmuş, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı imzalanmıştır. TÜRKİYE'NİN MİLLETLER CEMİYETİ'NE ÜYE OLMASI (1932) Milletler Cemiyeti 1920'de, uluslararası barışı korumak amacıyla kurulmuştur. Ancak cemiyet İngiltere'nin güdümündeydi. Buna rağmen Türkiye; barış yanlısı olduğunu göstermek, dünya barışına katkıda bulunmak ve çıkarlarını korumak amacıyla, Milletler Cemiyeti'ne girmeyi kabul etmiştir (1932). Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne üye olması, > Avrupa devletleri ile iyi ilişkiler kurmasına > Dünya barışını koruma çalışmalarını desteklemesine > Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalanmasına katkı sağlamıştır. BALKAN M *»"H (19^> 1930'lu yıllarda yayılmacı ve saldırgan bir politika güden İtalya ve Almanya Balkanları da tehdit etmeye başladı. Bu tehlike karşısında Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya bir araya gelerek karşılıklı güvenlik ve iş birliğini içeren Balkan Antantı'nı imzaladılar. Balkan Antantı Türkiye'nin, > Batı sınırını güvence altına almasına > Batıdaki komşularıyla iyi ilişkiler kurmasına katkı sağlamıştır. SADABAT PAKTI (1937) İtalya'nın Akdeniz'deki saldırgan tavrına karşılık Türkiye, iran, Irak ve Afganistan 8 Temmuz 1937'de Sadabat Paktı'nı imzalayarak ortak savunma kararı aldılar. Böylece Türkiye, u ...jj ve Güneydoğu sınırlarını güvence altına aldı HATAY'IN ANAVAm A KATILMASI 1921 Ankara Antlaşması ile Hatay özerk bir yönetime kavuşmuş, ancak Fransız mandasında kalmıştı. Fransa, 1936'da Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırdı. Bunun üzerine Türkiye Milletler Cemiyeti'ne başvurarak Hatay'ın geleceğine Hataylıların karar vermesini istedi. Yapılan halk oylaması sonucu 2 Eylül 1938'de bağımsız bir Hatay Devleti kuruldu. 29 Haziran 1939'da Hatay Meclisi Türkiye'ye katılma kararı aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi de bir gün sonra Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını kabul etti. Böylece Hatay Türkiye'ye katılmış ve Hatay ili kurulmuştur. Hatay'ın Türkiye'ye katılmasıyla Misak-ı lv-!;i', w es-pit edilen bir hedefe daha ulaşılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa 15 Mart 19231e Ada-na'ya geldiğinde Antakyalılar kendisini karşıladılar. Adana'da Gazi'yi karşılayan kalabalığın önünde iki levha, dört hanım ve bunların önünde bir kız vardı. Şenköylü kız "Ayşe Fitnat Hanım" dokunaklı bir nutuk söyleyerek "Ey Ulu Gazi bizi kurtar" diye talepte bulundu. M. Kemal Paşa kıza tarihe malolan, kurtuluş vaadeden bir cevap verdi: "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz!" Bu söz o günden sonra bütün Sancak Türkleri tarafından kurtuluş için bir senet olarak kabul edilmiştir. O günlerde Hatay Sorunu had safhadaydı. Kendisini iyi hissettiğini söyleyen Atatürk, Hatay meselesini istediği şekilde sonuçlandırmak için önce Mersin'e oradan Adana'ya sınıra kadar uzanmaya karar verdi. Doktorları önce bu isteğe şiddetle karşı çık-tılarsa da, muayeneden sonra "gidebilir" dediler. Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin'e hareketinden iki gün önce Celal Bayar'a şöyle bildirmişti: "Benim, kırk asırlık Türk yurdu, Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın." 20 Mayıs 1938'de Mersin'e doğru yola çıktı. Mersin'den Tarsus'a oradan Adana'ya geçti. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetledi, resmi geçitlerde sürekli ayakta bekledi. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için herşeyi denedi. Bu durum Atatürk'ün ülkenin çıkarlarını koruma adına ne kadar özverili olduğunu gösterir. ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ (10 KASM 1938) Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu. Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sara-yı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriye-ti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan toprakları ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi. ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ'NÜN YANKILARI Atatürk'ün ölümü, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında geniş yankılar uyandırmıştır. Atatürk'ün ölümü üzerine söylenen sözler onun kişilik özelliklerinin farklı yönlerini dile getirmiştir. "Atatürk'ün dünyanın gidişi hakkındaki görüşleri insanı ürkütecek kadar doğru çıkmıştır." Times Gazetesi (İngiltere, 1964) Bu gazetenin Atatürk ile ilgili tespitinde "Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat, yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Bugün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir..." sözü etkili olmuştur. Sovyet • Rusya yıkılmıştır. Yakın dönemde yaşanan bu ger-| çekleri ve Türkiye'nin 21.Yüzyıl'da Avrasya için bir kilit ülke konumunda olacağını öngörmesi, Atatürk'ün bu üstün özelliğinin bir kanıtıdır. "Atatürk'ün başardığı işler mucize ve harika kabilin-dedir. Birkaç yıl içinde memleketinde yaptığı inkılaplar, birkaç yüzyılda gerçekleştirilmeyecek işlerdir." diyerek El Tekaddum Gazetesi Atatürk'ün inkılapçılığını ortaya koymaktadır. Daily Express Gazetesi "Atatürk, Türkiye'yi hesaba katılması icap eden, kuvvetli bir memleket haline getirdi." diyerek Atatürk'ün 'yaptığımız ve yapmakla yükümlü olduğumuz inkılapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılaplarımızın temel kuralı budur' hedefinin gerçekleştiğini göstermiştir. Alan Moorehead (Yazar), "O genç ve dahi Türk Şe-fi'nin o esnada Çanakkale de bulunması, müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biridir." diyerek Atatürk'ün büyük bir komutan olduğunu vurgulamıştır. Libre Belgique gazetesi, "Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür." diyerek Atatürk'ün Türk milletine kısa zamanda yaptığı hizmetleri takdir etmiştir. Bayan Sucheta KRIPALANI Hint Parlamento Heyeti Başkanı "Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletlerin önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk." diyerek Atatürk'ün bağımsızlık ateşinden etkilendiklerini ortaya koymaktadır. Gazeta Del Pololo, "Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetmiştir." diyerek Atatürk'ün sadece Türkiye'nin değil aynı zamanda dünyanın en büyük liderlerinden birisi olduğunu belirtmiştir. Türk ulusunun ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin yıldönümlerinde, Ata'nın ebedi istirahatgahı Anıtkabir'de sevgi seli yaşanmaktadır. Vatandaş, Atatürk'e öylesine bağlanmış, Onu öylesine sevmişti ki, Onu gerçek bir baba sayıyor, yazdığı mektubun altına da rahatlıkla (oğlunuz) diye imza atabiliyordu. İşte, Devlet Demiryollarında memur vatandaş Cemil'in bir mektubu. 27 Aralık 1934 tarihinde İzmir'den postalanmış, okuyoruz: 4 «S ori- " '-»m» Dün sabah saat yediyi onbes geçe bir oğlum dünyaya geldi. Evlendiğim gün-denberi, doğacak çocuğuma konacak adın sizin tarafınızdan seçilmesini ve takılmasını istiyordum. Bugün bu canımdan gelen dileğimi size bildirmek nasip oldu. Duyduğum baba sevincine sizin de katılacağınızı ve oğluma isim babası olarak bir ad takmayı esirgemiyeceğinizi diler, bildireceğiniz adı sevinç ve sabırsızlıkla bekler, saygıyla ellerinizden öperim. D.D. Yolları Izmiı -Halkapınar tohcsı '^il Türk Milleti Atatürk'e olan sevgisini açtığı üniversitelere, yaptırdığı lise ve ilköğretim okullarına, inşa ettiği caddelerin birçoğuna vererek göstermiştir. Bize miras olarak bıraktığı 19 Mayıs, 23 Nisan ve 29 Ekim gibi bayramları en içten milli duygular ile kutlamıştır. Dünyanın her tarafında Atatürk'ün yaptığı çalışmalardan dolayı alnı açık, başı dik olarak yürümüştür. BhmI evaplı 1. "Millet hayatı tehlikeye girmedikçe çıkarılan savaş, savaş değil, cinayettir." Atatürk bu sözü ile, aşağıdakilerden hangisinin önemini vurgulamıştır? i A) Demokrasinin C) Barışın B) Dış tehditlerin D) Milli egemenliğin 2. Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin, I. Boğazlar bütün ticaret gemilerine açık olacak. II. Türkiye Boğazları silahlandırabilecek. III. Savaş gemilerinin geçişine sınırlama getirilecek. maddelerinden hangisi ya da hangileri doğrudan Türkiye'nin ulusal güvenliğini artırmıştır? A) Yalnızl C) Yalnızl B) Yalnız II D) II ve III Yukarıdadaki fotoğrafta Atatürk'ün cenaze töreninden bir bölüm gözükmektedir. Bu fotoğrafa dayanarak aşağıdakilerden hangisi ileri sürülebilir? A) Törene sadece askerlerin katıldığı B) Türk halkı tarafından çok sevildiği C) Hastalığının uzun sürdüğü D) Cenazede devlet töreni yapılmadığı «M Türkiye Cumhuriyeti'nin, I. Milletler Cemiyeti'ne üye olması II. Musul'un Irak'a ait olduğunu kabul etmek zorunda kalması III. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar üzerindeki egemenliğini güçlendirmesi durumlarından hangisi ya da hangilerinin uluslar arası ilişkilerde saygınlığını artırdığı söylenebilir? A) Yalnızl C) I ve III B) Yalnız II D) II ve III 5. Yeni Türk Devleti batı, doğu ve güneydeki komşularıyla karşılıklı saldırmazlık ve iş birliği antlaşmaları imzalamıştır. Bu bilgilere dayanarak yeni Türk Devleti'nin aşağıdakilerden hangisini amaçladığı söylenebilir? A) Yabancı devletlere ekonomik ayrıcalıklar vermeyi a B) Komşu ülkelerde iç karışıklıklar çıkarmayı § C) Kaybettiği toprakları geri almayı D) Sınır güvenliğini artırmayı Türkiye Cumhuriyeti, Fransa'nın Suriye üzerindeki mandasını kaldırmasından sonra Milletler Cemiyeti'ne başvurarak Hatay'ın durumunun halk oylaması ile belirlenmesini istedi. Halk oylaması sonucunda kurulan bağımsız Hatay Devleti bir süre sonra Türkiye'ye katılma kararı aldı. Hatay Devleti'nin bu kararında aşağıdakilerden hangisinin doğrudan etkili olduğu söylenebilir? A) Hatay'ın çoğunluğunun Türklerden oluşmasının B) Almanya'nın saldırgan politikalar izlemesinin C) Türkiye'de yeniliklere karşı çıkan grupların olmasının D) Türkiye'nin cumhuriyet ile yönetilmesinin 7. Yeni Türk Devleti'nin Musul'un İngiltere mandası altındaki Irak'a ait olduğunu kabul etmesinde Şeyh Sait İsyanı ile uğraşmak zorunda olması etkili olmuştur. Bu durum aşağıdakilerden hangisine kanıt olarak gösterilebilir? A) İç sorunların dış politikayı olumsuz yönde etkilediğine B) İngiltere'nin Şeyh Sait İsyanı'nın önlenmesine yardım ettiğine C) TBMM'nin dış sorunların çözümüne öncelik verdiğine D) Şeyh Sait İsyanı'nın Musul'da çıktığına 8. Türkiye, 1930 yılında Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya ile bir araya gelerek karşılıklı güvenlik ve iş birliğini içeren Balkan Antantı'nı imzalamıştır. Buna göre Balkan Antantı'nın, I. Ege adalarının Türkiye'ye bırakılması II. Türkiye'nin Balkan ülkeleriyle iyi ilişkiler kurması III. Balkanlarda yeni devletlerin kurulması sonuçlarından hangisi ya da hangilerine ortam hazırladığı ileri sürülebilir? A) Yalnızl C) Yalnız III B) Yalnızl D) I ve II I. Bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletler ile ilişki kurmak II. İçişlerimize karışılmasına fırsat vermemek III. Dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmek ' Atatürk'ün yukarıdaki dış politika ilkelerinden hangisi ya da hangileri yabancı devletler ile ilişkiler sırasında egemenlik haklarının korunmasına önem verildiğini gösterir? A) Yalnızl C) I ve II B) Yalnız II D) II ve III C.T.: 1-C 2-D 3-B K4-C 5-D B-A 7-A i-B 9-C Atatürk'ten Sonra Türkiye İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939 -1945) İkinci Dünya Savaşı'nın Nedenleri > I. Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan barış antlaşmalarının ağır şartlar içermesi I. Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan devletlere ekonomik, siyasal, askeri ve hukuki alanlarda ağır şartlar kabul ettirilmiştir. Özellikle Versay Antlaşma-sı'nın ağır şartları, Almanya'da hoşnutsuzluğa ve dolayısıyla II. Dünya Savaşı'na neden olmuştur. Atatürk, Amerikalı general McArthur ile 1932'de yaptığı bir konuşmada, "Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı'nı hazırlayan nedenlerin hiç birini ortadan kaldırmamış, aksine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha fazla derinleştirmiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa'nın kaderi Almanya'nın tutumuna bağlı kalacaktır." diyerek bu duruma işaret etmiştir. > I. Dünya Savaşı'ndan sonra sınırların çizilmesinde milliyetçilik ilkesine dikkat edilmemesi Bu nedenle etnik çatışmalar ve sınır sorunları ortaya çıkmış, devletler arası ilişkiler bozulmuştur. Atatürk, "Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir." sözüyle bu gerçeği dile getirmiştir. > Birinci Dünya Savaşı'nda isteklerini elde edemeyen İtalya'nın, saldırgan bir politika izleyerek Almanya ile birlikte hareket etmesi İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı'ndan sonra İtalya'ya vadettikleri toprakları vermemişlerdi. İtalya bu yüzden İngiltere ve Fransa'dan uzaklaşmış, yayılmacı bir politika izleyen Almanya'ya yakınlaşmıştır. > Milletler Cemiyeti'nin devletler arasındaki sorunları çözmekte etkisiz kalması Dünya barışını korumak amacı ile kurulan Milletler Cemiyeti'nin, İngiltere'nin güdümünden çıkamaması bu örgüte karşı güvensizliğe neden olmuş, devletler kendi çıkarlarını korumaya kalkınca devletler arası ilişkiler bozulmuştur. Savaşın Başlaması ve Yayılması Yayılmacı politika izleyen Almanya ve italya anlaşarak Roma - Berlin Mihveri denilen bir birlik kurdular (1936). Daha sonra bu birliğe Japonya da katıldı. Almanya ve İtalya'nın yayılmacı politikalarına karşı ingiltere ve Fransa barış ortamının korunmasını savunuyorlardı. Bu devletlere daha sonra Amerika birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya da katıldı. Bu devletlere Müttefik Devletler adı verilmiştir. II. Dünya Savaşı Almanya'nın Polonya'ya saldırmasıyla başladı (1 Eylül 1939). Almanlar kısa sürede Polonya ve Fransa'yı işgal ederek Kıta Avrupası'nı kontrol altına aldılar. Bu arada İtalya da Akdeniz'de kontrolü ele geçirdi. İki devlet birlikte hareket ederek Balkanları ele geçirdiler. Bu gelişmeler üzerine savaşın başında Almanya ile saldırmazlık anlaşması imzalayan Sovyet Rusya İngiltere'nin yanına geçti. 1941 yılında Japonya'nın Almanya ve italya'nın; ABD'nin de İngiltere ve Fransa'nın yanında savaşa girmesiyle dünyanın büyük bir bölümü savaş alanı haline geldi. ABD'nin katılımıyla güçlenen Müttefik Devletler önce İtalya'yı, ardından Almanya'yı, en son olarak da Japonya'yı saf dışı ederek savaşın sona ermesini sağladılar (1945). Atatürk, 1938 yılında yaptığı bir konuşmada, "Çok zaman geçmeden Avrupa'da bir fırtına kopacak, bu müthiş kasırga, dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık umumî bir harp felâketinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacak! Bu kanlı, tehlikeli durumda tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir engele çarptırmadan yöneterek harp dışında ve barış içinde yaşamaya çabalamak, bizim için hayati önem taşımaktadır." diyerek bu konudaki görüşlerini açıklamıştır. Japonya'nın teslim olmasında ABD'nin 6 Ağustos 1945'te Hiroşima, 9 Ağustosla Nagazaki kentlerine attığı atom bombaları etkili olmuştur. Atom bombalarının atılması sonucunda yüzbin-lerce kişi anında ölmüş, binlerce kişi de yayılan radyasyonun etkisiyle daha sonra hayatını kaybetmiştir. Atom bombalarının olumsuz etkileri hala sürmektedir. Hiroşima'da bir mahallenin atom bombası atılmadan önceki ve atıldıktan sonraki durumu Türkiye'nin Savaştaki Tutumu Atatürk, II. Dünya Savaşı'nın çıkacağını yıllar öncesinden görmüş ve Avrupalı devletleri uyarmıştı. O, Türkiye'nin savaş dışında kalması gerektiğini savunuyordu. Atatürk'ün öngördüğü II. Dünya Savaşı ölümünden yaklaşık bir yıl sonra patlak verdi. Türk devlet adamları savaşın Akdeniz, Balkanlar ve Orta Do-ğu'ya yayılmasını önlemek, Türkiye'yi savaşın dışında tutmak için büyük bir çaba harcamışlardır. Türkiye'nin sahip olduğu coğrafyanın stratejik öneminden dolayı savaş yılları boyunca hem Mihver Devletler hem de Müttefik Devletler Türkiye'yi kendi yanlarında savaşa sokmaya çalışmışlardır. Türkiye savaşın başlangıcında İngiltere ve Fransa ile Ankara'da bir ittifak antlaşması imzalayarak mevcut barışın korunmasını isteyen demokratik devletlerle birlikte hareket ettiğini göstermiştir. Buna rağmen Sovyet Rusya ile ilişkilerini bahane ederek savaşa girmemiştir. Almanya'nın Balkanları işgal ederek Türkiye sınırlarına dayanması üzerine Türk devlet adamları Almanya ile Ankara'da saldırmazlık antlaşması imzaladı. Oysa Almanya'nın hedefi Türkiye'yi kendi yanında savaşa sokmaktı. Türkiye, savaşan devletler arasındaki ilişkileri yakından takip ederek uyguladığı bu denge politikası sayesinde savaşa girmekten kurtulmuştur. Türkiye'nin Savaşa Girmesi Türkiye savaşın başından itibaren Müttefik Devletler ile yakın ilişkiler kurmaya özen gösteriyordu. Ancak Müttefiklerin bütün ısrarlarına rağmen savaşa girmeme konusundaki tutumunu da sürdürüyordu. 4-11 Şubat 1945'te ABD, İngiltere ve Sovyet Rusya'nın katıldığı Yalta Konferansı'nda, II. Dünya Sa-vaşı'ndan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatfna katılmak için 1 Mart 1945'e kadar Almanya ve Japonya'ya savaş açmak şartı getirildi. ! 122 Bu gelişme üzerine Türkiye 23 Şubat 1945'te Japonya ve Almanya'ya savaş ilan etti. Türkiye, böylece hem II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya siyasetinde söz sahibi olma imkanı elde etmiş, hem de Avrupa'nın demokratik devletleriyle yakınlaşmıştır. II. Dünya Savaşı'nın Sonuçları > Savaşı demokrasiyi savunan devletler kazanmış ve Avrupa'da demokrasi rejimi yaygınlaşmıştır. Demokratik Avrupa devletleriyle birlikte hareket eden Türkiye'de de demokratik hayata geçilmiştir. > Almanya ve İtalya'nın yenilmesi ile ırkçı akımlar etkisini kaybetmiştir. > Sömürgecilik dönemi sona ermeye başlamış ve sömürge altındaki Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir, Tunus ve Libya bağımsızlıklarını kazanmışlardır. > Milletler Cemiyeti'nin yerine, Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuştur. > Almanya, Doğu ve Batı Almanya olmak üzere ikiye bölünmüştür. > Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler gelişmiş, Türkiye Sovyet Rusya'dan uzaklaşarak ABD'ye yakınlaşmıştır. > Almanya ve İtalya'nın işgal ettiği Balkan ve Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya'nın denetiminde yeniden kurulmuştur. Rusya, komünist rejimini bu ülkelere taşımış, ABD ile birlikte dünyanın en büyük iki devleti haline gelmiştir. Atatürk 1932 yılında Mc Arthur ile yaptığı konuşmada, "Avrupa'da vuku bulacak bir harbin başlıca galibi ne ingiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır; sadece Bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok harp etmiş bir millet olarak, biz Türkler, orada cereyan eden hâdiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu milletlerinin zihniyetlerini mükemmelen istismar eden, onların millî ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır." diyerek Sovyet Rusya'nın bu yükselişini yıllar öncesinden öngörmüştür. TÜRKİYE'DE DEMOKRASİNİN YERLEŞMESİ Yeni Türk Devleti, yönetimde millet egemenliği ilkesini esas alarak kurulmuştu. Atatürk, cumhuriyet rejiminin temel niteliklerinin demokrasi ile hayata geçirilebileceğini biliyordu. Devletin kuruluşundan II. Dünya Savaşı'na kadar geçen sürede; > Saltanatın kaldırılarak cumhuriyetin ilan edilmesi > Yürütme organının kararlarını yargı denetimine almak için Danıştay'ın kurulması > Seçimlerin bütün yurtta yapılması > Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması > Bağımsız mahkeme ilkesinin güçlendirilmesi demokratikleşme yolunda atılmış önemli adımlardı. Demokratik yönetimin en önemli özelliği birden çok siyasi partinin var olmasıdır. Demokrasinin bu en önemli özelliğini yerine getirmek için Atatürk Döne-mi'nde iki kez çok partili hayata geçiş denemesi yapılmış, ancak yeniliklerin henüz tam olarak yerleşmediği bir dönemde yapılan bu denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Atatürk'ün ölümünden sonra başlayan II. Dünya Savaşı demokratikleşme sürecini yavaşlatmış, sonuçta Türkiye 1945 yılına kadar tek parti tarafından yönetilmiştir. Çok Partili Hayata Geçişi Hızlandıran Gelişmeler Yeni Türk Devleti'nde ilk dönemlerden başlayarak II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar tek parti yönetimi gerçekleşmişse de bu durumun geçici olduğu ve demokrasiye geçiş için bir basamak oluşturduğu vurgulanmıştır. Nitekim II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da sona ermesinin hemen ardından Cumhurbaşkanı İsmet İnönü demokrasiye geçiş için yeni çalışmalar yapılacağını duyurmuştur. Türkiye'de çok partili hayata geçişte iç ve dış gelişmeler etkili olmuştur. ¦m S N İç Gelişmeler Atatürk'ün ölümünden sonra cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü seçilmişti. Bu değişiklik dışında CHP'nin tek parti yönetimi devam etti. Ancak bu süreçte yenilikler toplumda yerleşmiş, eski rejime dönme tartışmaları tamamen sona ermişti. Artık halk demokratik yönetimin gereklerini yerine getirecek olgunluğa erişmişti. Bu durumun bir sonucu olarak İsmet İnönü 19 Mayıs 1945'te, "Millet iradesi, demokrasi yolundaki gelişmesinde devam edecektir." diyerek çok partili hayata geçileceğine işaret etmiştir. Dış Gelişmeler II. Dünya Savaşı aynı zamanda demokratik yönetimler ile diktatörlükle yönetilen ülkeler arasındaki bir mücadeleydi. Bu mücadeleyi demokratik devletler kazanmıştı. Savaş sonrasında Türkiye için en güvenli politika bu devletlerle ittifak yapmaktı. Çünkü komşusu Sovyetler Birliği, Doğu Anadolu'dan toprak ve Boğazlardan üs istiyordu. Türkiye'deki tek parti yönetimi, seki! bakımından demokratik devletlerin savaştığı dikta rejimleriyle benzerlikler taşıyordu. Birleşmiş Milletler'e katılmak ve demokratik Avrupa'nın yanında yer almak isteyen Türkiye çok partili hayata geçerek bu hedefine ulaşmayı amaçlamıştır. Çok Partili Hayata Geçilmesi İsmet İnönü, 1 Kasım 1945'te TBMM'yi açış konuşmasında gelecek seçimlere CHP dışında yeni kurulacak partilerin de katılabileceğini belirtmiştir. Nitekim İçişleri Bakanlığı, 18 Temmuz 1945'te Milli Kalkınma Partisi'nin kurulmasına onay vermişti. İnönü'nün açıklamalarından kısa bir süre sonra 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti kurulmuştur. Eski başbakanlardan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan'ın öncülüğünde kurulan Demokrat Parti 21 Temmuz 1946'da yapılan genel seçimlere katılmıştır. İktidar partisi CHP'nin büyük bir çoğunlukla kazandığı bu seçim birçok yönden demokrasiye uygun görülmemiştir. Özellikle "açık oy gizli sayım" uygulaması kamuoyu tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Kamuoyunun demokratik kurallara uymayan uygulamalara son verilmesi yönündeki baskıları sonunda 1950 yılında yeni bir Seçim Kanunu yapılmıştır. Bu kanunla seçimler yargı denetimine alınmış, "gizli oy, açık sayım" uygulamasına geçilmiştir. 14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimlerde büyük bir zafer kazanan Demokrat Parti, CHP'nin 27 yıllık iktidarına , son vermiştir. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ Amerika ve Sovyet Rusya liderliğinde Batı ve Doğu blokları arasında gelişen, açık ama silahlı mücadeleye dönüşmeyen sınırlı çekişmeye soğuk savaş adı verilmiştir. "Soğuk savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında Amerika'da kongredeki bir görüşme sırasında ABD'Iİ maliye ve başkanlık danışmanı Bernard Buruch tarafından ifade edilmiştir. II. Dünya Savaşı sonunda Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya iki süper güç olarak ortaya çıktılar. Bu durumun ortaya çıkmasında dünya siyasetinde söz sahibi devletlerden Almanya, italya ve Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda yenilmeleri, savaşın galiplerinden İngiltere ve Fransa'nın da bu süreçte her bakımdan yıpranmaları etkili olmuştur. Sovyet Rusya II. Dünya Savaşı'ndan sonra yayılmacı bir politika takip ederek komünizm rejiminin Balkanlar ve Orta Avrupa'da yerleşmesi için mücadele etmiştir. Rusya'nın komünizm ideolojisini bütün dünyaya yaymak istemesi demokrasi ile yönetilen ABD'yi ve Avrupa devletlerini endişelendirmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan yeni durum ABD'nin önderliğinde demokratik ;:=tı Avrupa devletlerine oluşan Batı Bloğu'nu ve Sovyet Rusya'nın önderliğinde Doğu Avrupa ve Balkan devletlerini içine alan Doğu Bloğu'nu ortaya çıkarmıştır. Soğuk Savaş Dönemi II. Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır. Yaklaşık 15 yıl süren bu dönemde nükleer silahların gelişmesi yüzünden ABD ve Sovyet Rusya silahlı olarak karşı karşıya gelmekten kaçınmışlardır. Taraflar arasında rekabet daha çok siyaset, ekonomi ve propaganda alanlarında sürdürülmüştür. ! N TÜRKİYE'NİN YENİ DIŞ POLİTİKASI Bir toprağın veya coğrafyanın bölge ya da dünya siyasetindeki konumuna jeopolitik konum denilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin; > Asya ve Avrupa arasında yer alması > Orta Doğu'ya hakim bir konumda bulunması ve buna dayalı olarak güçlü bir Türkiye'nin bu bölgeler üzerinde etkili olabilecek konumda bulunması > Üç tarafının denizlerle çevrili olması > Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişi sağlayan ve okyanusa çıkışı kısaltan İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olması > Büyük zenginlik ifade eden turizm değerlerinin varlığı > Binlerce yıllık kültür, iklim ve bitki örtüsünün zenginliği, yer altı ve yer üstü zenginlikleri jeopolitik konum açısından önemli bir ülke olmasını sağlamıştır. Yeni Türk Devleti, Kurtuluş Savaşı Dönemi'nde Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler kurmuş, dış politikada birlikte hareket etme kararı almıştı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra II. Dünya Savaşı öncesine kadar iki devlet arasındaki ilişkiler bu şekilde devam etti. Sovyet Rusya II. Dünya Savaşı'nda yayılmacı bir politika izleyerek Türkiye'den toprak isteğinde bulundu. II. Dünya Savaşı'ndan güçlenerek çıkan Sovyet Rusya, Türkiye üzerindeki baskısını artırdı. Sovyet Rusya'nın politikasındaki değişimi dikkatle izleyen Türkiye, demokratik Batı Avrupa ülkeleri ve ABD ile aynı blokta yer almaya karar vermiştir. Böylece Türkiye, Soğuk Savaş Dönemi'nde Batı Blo-ğu'nda yer alarak Sovyet Rusya'ya karşı toprak bütünlüğünü güvence altına almıştır. KORE SAVAŞI Kore, Asya'da Japon Denizi ile Sarı Deniz arasında uzanan bir yarımadadır. Kore, 1910 yılından itibaren Japonya'nın işgali altındaydı. II. Dünya Savaşı'nın sonunda Japonya teslim olunca Kore'nin kuzeyini Sovyetler Birliği, güneyini ABD işgal etti (1945). Müttefiklerin amacı burada bağımsız bir Kore Dev-leti'nin kurulmasını sağlamaktı. 1948 yılında Güney Kore, Batı modeline; Kuzey Kore svalist modele uygun birer devlet olduklarını ve Kore'nin tamamını temsil ettiklerini ilan edince bağımsız Kore Devleti'nin kurulması çıkmaza girdi. Sovyet Rusya, Kore'nin komünist rejim altında birleşmesini istiyordu. Kuzey Kore, bu amacı gerçekleştirmek için Güney Kore'ye saldırdı (1950). Birleşmiş Milletler Teşkilatı bu saldırıyı kınayarak müdahale kararı aldı. Başta ABD olmak üzere 19 devlet Kore'ye asker ve yardım gönderdiler. Üç yıl süren savaşta taraflar birbirine üstünlük sağlayamadılar ve ateşkes imzalayarak savaşa son verdiler. Türkiye'nin Kore'ye Asker Göndermesi Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Bir-liği'ne karşı ABD ile yakınlaşma politikası takip ediyordu. Ayrıca Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" ilkesi doğrultusunda dünya barışını koruyucu faaliyetlere destek vermeyi görev sayıyordu. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler'in çağrısına uyarak Kore'ye bir tugay gönderdi. Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesi NATO'ya ' kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır. TÜRKİYE'NİN NATO'YA GİRMESİ II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa devletleri savaşın yıkıntılarını temizleyip ekonomilerini güçlendirmeye çalışırken, Sovyetler Birliği genişleme politikasını sürdürüyordu. Sovyetler Birliği, 1948 yılında 456.000 km2 toprağı kendi sınırlarına katmıştı. Ayrıca 983.000 km2 üzerindeki yedi ülkede kendi kontrolünde komünist yönetimlerin kurulmasını sağlamıştı. Batı Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikaları karşısında ortak bir güvenlik sistemi kurmaya karar verdiler. Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın ilkelerine sadık kalarak oluşturulacak bu savunma teşkilatı barışı korumayı amaç edinecekti. Bu amaçla Belçika, Fransa, Hollanda, Lüksemburg, ingiltere, ABD, Kanada, Portekiz, Norveç, İtalya, İzlanda ve Danimarka arasında 4 Nisan 1949'da Washing-ton'da imzalanan antlaşma ile Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO; kurulmuştur. İ Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikasının tehdidini en çok hisseden devletlerden biri olan Türkiye için NATO'ya üye olmak hayati derecede önemliydi. Türkiye, II. Dünya Savaşı yıllarından beri NATO üyesi devletlere uyumlu bir dış politika takip ettiği için 1952 yılında Yunanistan ile birlikte bu ortak savunma örgütüne alınmıştır. Türkiye'nin sahip olduğu coğrafyanın bir savaş sırasında Avrupa, Asya ve Orta Doğu için askeri açıdan büyük önem taşıması NATO'ya kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. II. DÜNYA SAVAŞI'NDAN SONRA TÜRKİYE Nüfus Türkiye sınırları içindeki nüfusun ve nüfusun çeşitli özelliklerinin (yaş, cinsiyet, eğitim, gelir düzeyi, medenî durum gibi) periyodik aralıklarla belirli bir günde tespit edilmesi için nüfus sayımı yapılmaktadır. Ülkenin ekonomik kalkınma plânlarının yapılmasında nüfus sayımlarından elde edilen bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye'de geniş kapsamlı ilk nüfus sayımı 1927 yılında Devlet istatistik Enstitüsü "ıcn tarafından yapılmıştır. İkinci sayım 1935 yılında, daha sonraki sayımlar ise 1990 yılına kadar beş yılda bir, sonu sıfır ya da beş ile biten yıllarda yapılmıştır. 1990 yılından itibaren sonu sıfırla biten yıllarda yani 10 yılda bir nüfus sayımı yapılması kararlaştırılmıştır. 2006 yılında çıkarılan bir kanun ile "Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi"ne geçilmiştir. 2007 yılında gerçekleştirilen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nin verilerine göre; > Türkiye nüfusu 70,586,256 kişidir. Nüfusun 35,376,533'ünü erkekler, 35,209,723'ünü ise kadınlar oluşturmaktadır. > Ülkemizde ikamet eden nüfusun % 70.5'i şehirlerde, % 29.5'i köylerde yaşamaktadır. > Türkiye nüfusunun yarısı 28.3 yaşından küçüktür. Ülkemizde ortanca yaş 28.3'tür. > 15 - 64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun % 66.5'ini oluşturmaktadır. > Ülkemiz nüfusunun % 26.4'ü 0 -14 yaş grubunda, % 7.1 'i ise 65 ve daha yukarı yaş grubundadır. > Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen bir kilometrekareye düşen kişi sayısı, Türkiye genelinde 92'dir. > İstanbul 2,420 kişi ile nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu ildir. Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il ise 11 kişi ile Tunceli'dir. > Türkiye'de ikamet eden nüfusun % 0.14'ü yabancı uyrukludur. Ülkemizde 98,064 yabancı uyruklu kişi ikamet etmektedir. Eğitim Atatürk Dönemi'nde eğitime büyük önem verilmişti. Eğitim kurumları devlet denetimine alınmış, eğitimde birlik sağlanmıştı. Latin alfabesinin kabul edilmesinden sonra okuma yazma seferberliği başlatılmış, bu amaçla açılan Millet Mekteplerinde halka okuma yazma öğretilmişti. « II. Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte eğitim siste-S minin her tür ve kademesinde okul, öğrenci ve öğretmen sayısında büyük artışlar olmuş, eğitim olanaklarının yurt geneline dağılımında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Cumhuriyetten günümüze eğitimin değişik tür ve kademesinde; > 1923 yılında 5 bin okul bulunurken okul sayısı 10 kat artarak 2000 yılında 58 bine, > 1923 yılında yaygın eğitim kurumu bulunmaz iken 2000 yılında kurum sayısı 7 bine, > 1923 yılında 362 bin öğrenci öğrenim görmekte iken öğrenci sayısı 43 kat artarak 2000 yılında 16 milyona, > 1923 yılında yaygın eğitim kurumunda öğrenci bulunmazken 2000 yılında yaygın eğitim kurumundaki kursiyer sayısı 3 milyona, > 1923 yılında 12 bin öğretmen görev yapmakta iken öğretmen sayısı 43 kat artarak 2000 yılında 543 bine, > 1923 yılında yaygın eğitim kurumunda öğretmen bulunmazken 2000 yılında yaygın eğitim kurumundaki öğretmen sayısı 51 bine ulaşmıştır. 126 * Kültür ve Sanat Spor Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür." diyerek, yeni devletin kültürel temeller üzerine kurulduğunu vurgulamıştır. Kültürün önemli bir boyutu da sanattır. Güzel sanatlar, kültürün tadını ve rengini oluşturur, insan hayatına renk katar. Bu anlayış doğrultusunda Atatürk Dönemi'nde kültür ve sanat alanında önemli atılımlar yapılmıştı. II. Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar gelen süreçte cumhuriyetin ilk dönemindeki kültür ve sanat politikası sürdürülmüştür. Bu çerçevede güzel sanatların toplumda yaygınlaşması için önceden açılan kurumlar geliştirilmiş, bu kurumlara yenileri ilave edilmiştir. Bu alandaki gelişmeler şu şekilde sıralanabilir: > Güzel Sanatlar Akademisi, resim, mimarlık, heykel ve süsleme sanatları alanında çok sayıda sanatçı yetiştirmiş, İstanbul'da kurulan Mimar Sinan Üniversitesi'nin çekirdeğini oluşturmuştur. Günümüzde devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerinde 10'dan fazla Güzel Sanatlar Fakültesi bulunmaktadır. > 1990 yılında Ankara'da bir güzel sanatlar lisesi açılmıştır. Bu liselerin sayısı zamanla 8'e çıkmıştır. > 1936'da kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı 1982 yılında Hacettepe Üniversitesi'ne bağlanmıştır. > 1958'de izmir'de, 1971 'de İstanbul'da Devlet Kon-servatuvarları, 1975'te istanbul'da bir de Türk Musikisi Konservatuvarı açılmıştır. > 1964 Yılında Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'ne bağlı bir Tiyatro Kürsüsü ve 1970'te Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü kurulmuştur. Güzel sanatlar alanında açılan bu eğitim kurumlarından çok sayıda yetenekli ve dünya çapında üne sahip sanatçı yetişmiştir. Ünlü piyanistler İdil Biret, Fazıl Say, Süher - Güher Pekinel kardeşler, keman sanatçısı Suna Kan, flüt virtiözü Şefika Kutluer, opera sanatçısı Leyla Gencer, balerin Ayşem Sunal bu sanatçılardan bazılarıdır. Sanat eğitiminde amaç, herkesin sanatçı olması değildir. Sanat eğitimi, ustalık ve beceri kazandırmak değil, estetik duyarlılığın geliştirilmesidir. Beden eğitimi ve spor, düzenli ve sistemli olarak gerçekleştirilen fiziksel aktiviteler olarak tanımlanabilir. Bunun yanında sporun rekabet ve yarışma özelliği bulunmaktadır. Beden eğitimi ve spor akti-viteleriyle yalnızca fiziksel gelişim değil, zihinsel ve sosyal gelişim de sağlanmaktadır. Bu nedenledir ki beden eğitimi ve spor tüm dünyada önemsenmiş ve okul programlarında yerini almıştır. Atatürk, "Sporda başarılı olabilmek için her türlü yardımdan ziyade, bütün milletçe sporun özelliklerinin ve değerinin anlaşılmış olması ve vatani bir görev olarak kabul edilmesi gerekmektedir." diyerek sporun önemini belirtmiştir. Atatürk Dönemi'nde sporun Türkiye'de örgütlenmesi ve yaygınlaştırılmasına büyük önem verilmiştir. Bu amaçla üniversiteler hariç bütün eğitim ve öğretim kurumlarında beden eğitimi dersi mecburi tutulmuştur. Bugün Türkiye'de çeşitli üniversitelerde 74'ü aşkın beden eğitimi ve spor bölümünde bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. a Türkiye'de günümüzde yaklaşık 8700 spor kulübü !s ve 2 milyon lisanslı sporcu bulunmaktadır. Almanya'da nüfusun yaklaşık % 25'inin bir kulübün üyesi olarak spor yaptığı düşünülürse ülkemizde sporun yaygınlaşması için daha çok çalışılması gerektiği görülmektedir. Sporcularımız, uluslararası yarışmalarda son yıllara kadar daha çok ata sporumuz güreşte başarılar elde ediyorlardı. Ancak sporun her dalında görülen gelişmelere paralel olarak başta halter olmak üzere, bilardo boks, tekvando ve karete sporlarında dünya ve olimpiyat birincisi sporcularımız yetişmiştir. Son yıllarda bireysel sporların yanında takım sporlarında da ülkemizin adını dünyaya duyuran önemli başarılar elde edilmiştir. Futbolda Galatasaray'ın, 2000 yılında UEFA kupasını kazanması, Türk Milli Futbol Takımının 2002 Dünya Şampiyonası'nda üçüncülüğü elde etmesi bu başarılara örnektir. 2001 yılında Basketbol Milli Takımımız, 2003 yılında Bayan Voleybol Milli Takımımız Avrupa ikincisi olarak bu sporlarda kaydettiğimiz aşamayı göstermişlerdir. 2l 2001 Avrupa Basketbol Şan,,., jonasrnda ikinci olan Basketbol Milli Takımımız Ulaşım İnsanların, eşyaların, hayvanların ve çeşitli ham maddelerin bir yerden başka bir yere taşınması faaliyetlerine ulaşım adı verilir. Cumhuriyet Döne-mi'nde ekonomik kalkınmada önemli bir unsur olan yol yapımına önem verilmiştir. Karayolları 1933'te karayollarının uzunluğu 37.000 km'yi aşmış, 1948'e gelindiğinde 45.000 km'ye ulaşmıştı. Bu uzunluk günümüzde yaklaşık 425.000 km'yi bulmuştur. Son yıllarda trafik akışını hızlandırmak ve kazaları önlemek için otoyol ve duble yol yapım çalışmaları artırılmıştır. Demiryolları Cumhuriyet Dönemi'nde demiryolu yapımına öncelik verilerek 1938 yılı sonuna kadar 3360 km demiryolu yapılmıştı. Günümüzde demir yollarımızın ana hat uzunluğu toplamı 8697 km'dir. Bu hatların 1752 km'si elektriklidir. Denizyolları Dış ticaretimizin büyük bir bölümü deniz yoluyla yapıldığı hâlde, kendi gemilerimizin bu taşımacılıktaki payı yaklaşık % 35 kadardır. Bugünkü deniz ticaret filomuzda 978 adet yük gemisi ve 300 adet tanker bulunmaktadır. Ülkemiz son dönemlerde denizcilik sektöründe ö-nemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Tersane sayısı 2002'de 37 iken günümüzde 61 olmuştur. Devam eden projeler tamamlandığında bu sayı 120'ye ulaşacaktır. Türkiye tersanelerimizdeki kapasite ve istihdam artışı ile gemi siparişleri sıralamasında dünya genelinde 23. sıradan 8. sıraya kadar yükselmiştir. Havayolları 1933 yılında Hava Yolları Devlet İşletmesi İdare-si'nin kurulmasıyla Türkiye'de yurt içi uçak seferleri başlamıştır. Uluslararası uçak seferlerimiz ise ilk kez 1956 yılında başlamıştır. Ülkemizde birçok ilde hava alanı bulunur. Ancak her türlü uçağın iniş ve kalkış yapabildiği, modern teknolojiyle donatılmış yolcu ve yük kapasitesi fazla olan hava alanlarımız daha az sayıdadır. Bu tür hava alanları hava limanı olarak adlandırılır. Bunlar; İstanbul'da Atatürk ve Sabiha Gökçen, Ankara'da Esenboğa, İzmir'de Çiğli ve Adnan Menderes, Ada-na'da Şakir Paşa hava limanlarıdır. Son yıllarda Türk Hava Yolları'nın dışında özel havayolu şirketlerinin de yolcu taşımasına izin verilmesiyle birlikte bilet fiyatları ucuzlamış, seyahatlerinde havayolunu tercih eden yolcu sayısı artmıştır. Esenboğa nava umanı Sanayi , Çeşitli ham maddelerin veya yarı işlenmiş maddelerin fabrika ve atölyelerde işlenip kullanıma hazır duruma getirilmesi faaliyetlerine sanayi (endüstri) adı verilir. 1950'li yıllara kadar büyük sanayi yatırımları daha çok devlet tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yıllarda yerli ve yabancı yatırımcılar ortaklığıyla kurulan sanayi kuruluşlarının yaygınlaştırılması için teşvikler artırılmaya başlanmıştır. Bu amaçla 1950 yılında Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası kurulmuştur. Özel sektörün desteklenmesinin yanında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (1952), Makine Kimya Endüstrisi (1950), Devlet Malzeme Ofisi (1954) ve Türkiye Kömür işletmeleri (1957) gibi kuruluşlarla sanayi alanında devlet yatırımları devam etmiştir. $ Türkiye'de yaygın olan sanayi kolları gıda, dokuma ve giyim, maden, makine, kimya, çimento, cam ve seramik sektörleridir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sanayileşme yolunda önemli adımlar atan Türkiye, ekonomisi hızla sanayileşen ve gelişen bir ülke durumundadır. Ülke ekonomisindeki payı ilk yıllarda % 10'ların altında olan sanayinin payı günümüzde % 30'ların üzerine çıkmıştır. Sağlık İkinci Dünya Savaşı sonrasında koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin birlikte verilmesi anlayışı doğrultusunda ülke genelinde sağlık merkezleri açılmıştır. Sosyal Sigorta Kurumu -..SSK! kurularak sağlık hizmetlerinin sigorta kapsamına alınması sağlanmıştır. 1940 yılında hastane sayısı 198'di. 1240 kişiye bir yatak düşüyordu. 2006 yılında ise hastane sayısı 1205'e çıkmış, 401 kişiye bir yatak oranına ulaşılmıştır. 1940 yılında; bir hekime 7420 kişi düşerken 2006 yılında bu rakam 662'ye düşmüştür. İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİNİN GELİŞMESİ 1789'da ortaya çıkan Fransız İhtilali sonunda yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, insan hakları kavramının uluslararası bir nitelik kazanmasını sağlamıştı. İnsan haklarının evrensel ilkeler olarak kabul edilmesi ve korunması yönünde çalışmalar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulmasıyla hızlanmıştır. İnsan Haklarını Koruyan Uluslararası Sözleşmeler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 1945'te dünya barışını korumak için kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü yalnızca üye devletlerde değil, tüm dünyada insan haklarının korunması için çalışmalar başlattı. Bunun sonunda 1948'de İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi kabul edildi. % İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde, > Yaşama hakkı ve kişi güvenliği > İşkence ve köleliğin yasak olması > Herkesin ülkesindeki yönetime katılması, seçimlerde genel ve eşit oy kullanılması > Yasalar önünde eşitlik > Konut dokunulmazlığı, özel yaşamın korunması ve gizliliği > Din, vicdan, düşünce ve inanç özgürlüklerinin serbest olması herkesin sahip olduğu haklar kapsamına alınmıştır. Ayrıca insan haklarının uluslararası düzeyde korunması için Birleşmiş Milletler Örgütü'ne bağlı olarak insan Hakları Komisyonu, İnsan Haklan Mahkemesi ve İnsan Hakları Bakanları Komitesi teşkilatları kurulmuştur. Ülkemizde İnsan hakları konusunda önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Birleşmiş Milletler Genel kurulu tarafından kabul edilen ilkeler ülkemiz tarafından da kabul edilmiştir. İnsan haklarının korunması için anayasa ve yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak hukuki bir nitelik kazandırılmıştır. Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (1966) Devletler bu sözleşmeyle, insan haklarına saygı gösterip göstermediklerini denetleyen bir mekanizma kurulmasını kabul etmişlerdir. Bu doğrultuda İnsan Hakları Komisyonu kurulmuştur. Türkiye, 1976'da yürürlüğe giren bu sözleşmeyi 2000 yılında imzalamıştır. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme (1966) 1976 yılında yürürlüğe giren bu sözleşmeyle İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde yer alan ekonomik, sosyal ve kültürel haklar genişletilmiştir. Sözleşmeye katılan devletler bu hakların sağlanmasıyla ilgili aldıkları önlemleri ve kaydedilen gelişmeleri bir rapor halinde Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi'ne iletmekle yükümlüdürler. Türkiye bu 129 mm Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa Konseyi'ne üye ülkeler tarafından Roma'da 1950 yılında imzalanmış, 1953 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeyle İnsan Hakları Bildirgesi'nde yer alan temel hak ve özgürlükler yargı güvencesine alınmıştır. Böylece demokrasinin temel öğeleri olan siyasal özgürlükler ve hukukun üstünlüğü uluslararası koruma altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en önemli özelliği insan haklarını korumak için Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahke-mesi'nin kurulmasıdır. Bu sözleşmeyi imzalayan devletlerin yurttaşları uğradıkları haksızlıklar nedeniyle kendi devletleri veya diğer devletler aleyhine dava açma hakkına sahiptirler. Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'ni 1954 yılında imzalayan Türkiye, 1987'de bireysel başvuru hakkını tanımış, 1990'da Avrupa insan Hakları Mahke-mesi'nin zorunlu yargı yetkisini tanımıştır. Avrupa Sosyal Şartı Bu sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni sosyal ve ekonomik haklar yönünden tamamlayan bir belgedir. Sözleşmeyi imzalayan devletler bu hakların uygulanışıyla ilgili iki yılda bir rapor vermekle yükümlüdür. Türkiye Avrupa Sosyal Şartı'nı 1961 yılında imzalamış, 1989 yılında onaylamıştır. İşkencenin ve İnsani Olmayan ya da Küçültücü Ceza ve Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi 1987 yılında yürürlüğe giren sözleşme Türkiye tarafından 1988'de onaylanmıştır. Bu sözleşmeyle devletler kendi topraklarında ırk ayrımı yapılmasını önlemekle yükümlüdürler. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi 1981 yılında yürürlüğe giren sözleşme Türkiye tarafından 1985'te onaylanmıştır. Sözleşmede kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması konusunda alınması gereken önlemler vurgulanmıştır. Çocuk Hakları Sözleşmesi Sözleşmeyi imzalayan devletler, herhangi bir ayrım yapmadan bütün çocukları her türlü fiziksel ve zihinsel zarar ve ihmalden korumayı kabul etmişlerdir. 1990'da yürürlüğe giren sözleşmeyi Türkiye 1994 yılında onaylamıştır. Helsinki Sonuç Belgesi 1975 yılında yürürlüğe giren belge, insan hakları kavramının dünya görüşü ne olursa olsun bütün devletler arasında ortak bir değer olarak benimsenmesi amacını taşımaktadır. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ Devletler bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü korumak, iç ve dış tehditlere karşı milli güvenliği sağla-; mak için ordular kurarlar. Çok zor şartlar altında kazanılan Kurtuluş Savaşı güçlü bir orduya sahip ol-« manın önemini ortaya koymuştur. * Yeni Türk Devleti, Kurtuluş Savaşı'nda büyük güç kaybeden Türk ordusunu yeniden teşkilatlandır-mıştır. Yeni düzenlemeyle Türk ordusu, > Kara Kuvvetleri Komutanlığı > Deniz Kuvvetleri Komutanlığı > Hava Kuvvetleri Komutanlığı > Jandarma Genel Komutanlığı bölümlerinden oluşmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Önemi Türkiye Cumhuriyeti, düşmanlarının her türlü arzu ve çabasına rağmen, toprak bütünlüğünü sürdürmektedir. Türkiye, silahlı kuvvetlerinin caydırıcı bir güce sahip olması sayesinde Kurtuluş Savaşı'ndan sonra genel bir savaşa girmemiştir. Dünyanın erv güçlü ordularından biri oian Türk Silahlı Kuvvetleri milletimizin huzur, güven ve gurur kaynağıdır. Atatürk, Cumhuriyet Bayramı'nın 15. yıl dönümünde Türk ordusuna yönelik mesajında, "Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihiyle başlayan, her zaman zaferle beraber uygarlığın ışıklarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Türk yurdunun ve Türk toplumunun ününü ve onurunu, iç ve dış her türlü tehlikeye karşı korumak olan ödevini her an yerine getirmeye hazır olduğuna benim ve yüce ulusumun tam bir inan ve güvenimiz vardır." diyerek Türk ordusuna duyduğu güveni belirtmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görevleri > Türk yurdunu ve Türkiye Cumhuriyeti'ni iç ve dış düşmanlara karşı korumak, vatanın ve milletin bütünlüğüne, anayasanın temel ilkelerine yönelen tehditlere karşı tedbir almak ve bu tehditleri önlemektir. > Dış tehdide karşı Türk yurdunun ve milli menfaatlerinin kollanması ve korunması, barıştan itibaren caydırıcı bir gücün oluşturulması, sınırlarımıza yapılan ve milletler arası hukuktan doğan hakları taviz vermeden kullanmaktır. > içte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülke ve millet bölünmezliğini, demokratik parlamenter düzenini ortadan kaldırmayı amaçlayanlara karşı anayasa ve kanunların öngördüğü hükümler çerçevesinde müdahale etmektir. TÜRK ORDUSUNUN DÜNYA BARIŞINA KATKILARI Türk ordusu ülke sınırlarını korumanın yanında dünya barışını korumaya yönelik çabalara da destek vermiştir. Kıbrıs Barış Harekatı Kıbrıs Adası, 1571 yılında Osmanlı Devleti'nin eline geçmişti. Osmanlı Devleti, Anadolu'dan getirdiği Türk aileleri adaya yerleştirmişti. Adada Türklerin dışında Rumlar da yaşıyordu. Osmanlı Devleti'nin zayıflamasından yararlanan İngiltere, 1878 yılında adayı askeri üs olarak kullanmak için geçici olarak işgal etmiş, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında yer alması üzerine de adayı topraklarına kattığını ilan etmişti. Kıbrıs'taki Rumların 1952 yılından itibaren adayı Yunanistan'a katmak için faaliyete geçmeleri Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında bir sorun haline geldi. Taraflar arasında yıllarca süren görüşmeler sonunda 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Rumların Kıbrıs'ı Yunanistan'a katma istekleri zaman içinde arttı. Bu amaçla çeteler kurararak Türklere yönelik katliamlara başladılar. Türkiye sorunu uluslararası görüşmelerle çözmeye çalıştı. Ancak Türklere yönelik saldırıların dayanılmaz bir hal alması üzerine 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a asker çıkardı. Bu çıkarma harekatından sonra başlayan ateşkes görüşmeleri sonuçsuz kalınca Türk ordusu 14 Ağustos 1974'te ikinci kez Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Türk ordusu bir kaç gün içinde bugünkü Kuzey Kıb-» rıs Türk Cumhuriyeti'nin sınırlarını oluşturan bölge-' de güvenliği sağlamıştır. Günümüzde de Türk ordusu Kıbrıs'ta yaşayan soydaşlarımızın en büyük güvencesidir. Türk ordusu, Birleşmiş Milletler'in çağrısı üzerine barışı sağlamak için Bosna - Hersek, Koso-va, Arnavutluk, Somali ve Afganistan'a asker göndermiştir. Bu bölgelere giden birliklerimiz yerel halkın en çok güvendiği ve sevgi duyduğu askeri güç olmuşlardır. SAVUNMA SANAYİİNİN GELİŞMESİ Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda savaş teknolojisi ve savunma sanayiinde Avrupa'nın çok gerisinde kaldığı ortaya çıkmıştı. Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal'in direktifleri ile istanbul'dan Ankara'ya kaçırılan basit tezgâhlarda büyük fedakârlıklarla üretilen hafif silah ve mühimmat ordumuzun en önemli desteği olmuştu. Atatürk, savunma sanayiinin ekonomik kalkınmanın ve yurt savunmasının önemli bir parçası olduğunu biliyordu. Bu bilinçle savunma sanayiinin devlet eliyle geliştirilmesi için çalışmalara başlanmıştır. Bu amaçla silah, cephane ve askeri mühimmat üreten fabrikalar açılmıştır. Cumhuriyet Dönemi'nde donanmanın güçlendirilmesi için de çalışmalar yapılmıştır. Gölcük Tersanesinde yapılan ve i935'te aenize indirilen 59 metre uzunluğundaki Gölcük tankeri Cumhuriyet tarihinde inşa edilen ilk gemidir. Türk havacılık sanayi faaliyetlerinin kurumsal yapısı, 1926 yılında Tayyare ve Motor Türk AŞ (TAM-TAŞ)'nin kuruluşu ile ilk somut adımını atmıştır. Havacılık sanayiindeki bir sonraki adım, Türk Hava Ku-rumu'nun 1941 yılında Ankara'da kurduğu uçak fabrikası olmuştur. Bu uçak fabrikası, çok sayıda eğitim, ambulans uçakları ve çeşitli planörlerin üretimini gerçekleştirmiştir. 1945 yılında da yine, Ankara'da ilk uçak motoru fabrikası kurulmuş ve bu fabrika 1948 yılında üretime geçmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra ABD ambargosu başlayınca ASELSAN (1975), İŞBİR (1979), ASPİLSAN (1981), HAVELSAN (1982) gibi kurumları oluşturup savunma sanayiinde yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ihtiyaç duyduğu çeşitli silah, araç ve gereçlerinin önemli bir bölümünün yurt içindeki fabrikalardan sağlanmasıyla hem binlerce kişiye iş imkanı sağlanmakta hem de milyarlarca dolar döviz tasarruf edilmektedir. F-16 s ~vakları TÜRKİYE'YE YÖNELİK İÇ ve DIŞ TEHDİTLER Türkiye dünya üzerinde çok önemli bir konuma sahiptir. Bu nedenle çok sayıda ülkenin, ülkemiz üzerinde emelleri vardır. Bu emellerine ulaşabilmek için kültür, dil, din, yurt, tarih ve ülkü birliğini zayıflatmaya bu yolla milletin birlik ve bütünlüğünü bozmaya çalışmaktadırlar Ülkemize yo;,;.:.- : yün Anarşi; mevcut devlet düzenine karşı gelme, kanun ve kurallara uymama durumudur. Anarşi bir amaç değil, devletleri yıkmak, milletleri parçalamak için bir araçtır. Terörizm; her türlü siyasal eyleme karşı bilinçli ve kanlı şiddet göstergesidir. Terörizm insandaki ahlaki değerleri yok eder. Bu özelliği ile sadece insanlığa değil, uygarlığa karşı da bir tehdit oluşturur. Terör ve anarşinin yayılmasında, > Halkın yeteri kadar duyarlı olmaması veya bilgi ve anlayış azlığı > Kamuoyunun terör konusunda eğitim yetersizliği > Bazı kişi ve kuruluşlarla, kitle iletişim araçlarının bilerek ya da bilmeyerek terörizme destek vermesi > Bazı ülkelerin ve silah üreticilerinin terörü desteklemesi > Çeşitli nedenlerden dolayı ülkeler arasında işbirliğinin sağlanamaması etkili olmuştur. ÜLKEMİZE YÖNELİK BAZI İÇ ve DIŞ TEHDİT UNSURLARI Ermenistan'ın Emelleri Türkler Anadolu'ya egemen olduktan sonra Ermenilerle bilikte yaşamaya başladılar. Yükseliş Dönemi'nde Osmanlı yönetimine giren Ermeniler, XIX. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını sürdürdüler. Diğer milletler ayaklanırken Ermeniler bu ayaklanmalara katılmadılar. Bundan dolayı Osmanlı tarihinde Ermeniler için "Millet-i Sadı-ka" denilmiştir. % «"13? r- XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Rusya ve İngiltere, Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmaya başladılar. Bağımsız bir devlet kurma hevesine kapılan Ermeniler, ihtilâlci komiteler kurdular. Bu komitelerin en önemlileri 1887'de İsviçre'de kurulan Hınçak Komitesi ile 1890'da Tiflis'te kurulan Taşnak Komitesi idi. Hınçak ve Taşnak komiteleri birleşerek terör faaliyetlerine başladılar. Zeytun, Merzifon, Yozgat, Kayseri, Çorum, Van ve Bitlis'in Sason bölgesinde ayaklanmalar çıkardılar. Birinci Dünya Savaşı'nda Ermeni Sorunu Birinci Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Ruslar, Doğu Anadolu'da ilerleyince, şefleri Rusya'da eğitilmiş olan Ermeni çeteleri Rusların yanında yer aldılar. Ermenilerin isyan ve katliamları Ruslarla savaşı güçleştiriyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, 14 Mayıs 1915'te Tehcir (Göç) Kanunu'nu çıkararak, Ermenilerin savaş alanı olmayan Suriye'ye göç ettirilmesine karar verdi. Doğu Anadolu'dan Suriye'ye göç sırasında, Ermenilerin bir kısmı tabiat şartları ve asayişsizlikten dolayı hayatlarını kaybettiler. Bu durum bazı Avrupa devletlerinin ve Ermenilerin Türk ulusunu suçlamasına neden olmuştur. Halbuki aynı tarihlerde benzer nedenlerden dolayı Sarıkamış'ta binlerce askerimiz şehit olmuştu. Bundan dolayı göç sırasında Ermenilerin hayatını kaybetmesinden Türk ulusunu sorumlu tutmak yanlış olur. Kurtuluş Savaşı'nda Ermeni Sorunu 1917 yılı sonlarında Rusya'da Bolşevik İhtilali çıktı. Çarlık Rusya'sı ortadan kalktı. Bu durumdan yararlanan Ermeniler, Gürcüler ve Azeriler bölgede bağımsız devletler kurdular. Ermenistan, Anadolu'yu işgal eden İtilaf Devletle-ri'nin desteğiyle Doğu Anadolu'ya egemen olmak istedi. Ancak Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusu taarruza geçerek Ermenileri yenilgiye uğrattı. Ermenistan 3 Aralık 1920'de imzalanan Gümrü Antlaşması ile Anadolu üzerindeki emellerinden li^ vazgeçti. Up""*'" ,__ Ermenilerin Günümüzdeki Faaliyetleri Gümrü Antlaşması'ndan sonra ortadan kalkan Ermeni sorunu 1965 yılından sonra yeniden alevlenmiştir. ABD, Fransa, Yunanistan ve Lübnan gibi yoğun bir Ermeni nüfusun yaşadığı ülkelerde sözde soykırımın 50. yılı olarak kabul ettikleri 1965 yılında etkin bir propaganda başlatılmıştır. Bu propagandaların etkisiyle tarihi gerçeklerle hiçbir ilişkisi olmayan sözde soykırım iddiaları bazı ülkeler tarafından kabul edilmiştir. Ermeniler, toprak ve tazminat talebiyle yürüttükleri bu propagandalarını etkili bir şekilde sürdürmektedirler. Bölücü ve İrticai Faaliyetler Bir bütün olan toplumun unsurlarının ayrı ırk, ayrı din ve ayrı mezhepten olduklarını iddia ederek toplumu bölmeye yönelik faaliyetlere bölücülük denir. Türkiye, son yıllarda ülkeyi ırk ayrılığı bahanesiyle bölmeyi amaçlayan terör hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu oyuna gelmeyen vatandaşla-$ rımız birlik ve beraberlik içinde hareket ederek terör b örgütlerinin halktan destek alamamasını sağlamıştır. İrtica kelimesi geri dönmek anlamında kullanılmaktadır. İrticai faaliyetlerin amacı Türkiye Cumhuriye-ti'nin laik demokratik yapısını değiştirerek yerine dini esaslara dayalı bir devlet kurmaktır. Terörle Mücadelede Kişilere ve Kurumlara Düşen Görevler > Milli hedefler doğrultusunda bilinçli olmalıyız. Türk milleti'nin bağımsızlığını, bütünlüğünü, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumanın milli hedeflerimizin en başında geldiğini bilmeliyiz. > Millî kültürümüzden taviz vermeden, Türk vatandaşı olmanın, şeref ve mutluluğunu duyarak, Atatürk'ün yolunda yürümeliyiz. Türk olmakla gurur duymalı, vatanımızı, milletimizi ve bayrağımızı çok sevmeliyiz. > Hürriyetçi demokrasilerde basın hürdür. Görevini iyi yapan basın ve yayın organları kışkırtıcı ortam hazırlamadan, aydınlatıcı yollar göstererek görevini yapmalıdır. 133 ^^—^—« > Çağdaş, demokratik ve millî olan bir eğitim uygulanmalıdır. Böyle bir eğitimle; millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışına sahip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, beden ve ruh sağlığı tam, hür ve bilimsel düşünme gücüne sahip, insan haklarına saygılı; üretici, girişimci, kişilikli, çağdaş Türk insanı yetiştirilmelidir. > Sosyal adalet ve sosyal güvenliği istemek bir haktır. Bu hak yasal çerçeve içinde ve insan haklarını ihlâl etmeden kullanılmalıdır. > Her Türk geleceğe ümitle bakmalı, geleceğini koruyacak önlemler almaya özen göstermelidir. Köklü ve zengin bir mirasa sahip olan Türk milletine mensup olmakla gurur duymalıdır. > Yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı bilinçli olmalıyız. Bu faaliyetlerin ülkenin ve toplumun huzurunu bozacağını temel hak ve özgürlükleri yok edeceğini bilmeliyiz. > Terörizm ve terör odaklarına karşı duyarlı olmalıyız. Bu hareketlerin toplum içince yayılmasını engellemek için gereken vatandaşlık görevlerimizi yapmalıyız. Yakınlarımızın terör hareketlerinin içinde yer almasını önlemeliyiz. > Cumhuriyet yönetimine inançla bağlı olmalıyız. Cumhuriyetin hak ve özgürlüklerimizin korunması ve kullanılmasını sağladığı bilinciyle hareket etmeliyiz. SOĞUK SAVAŞ SONRASI YUMUŞAMA DÖNEMİ Batı ve Doğu blokları arasındaki Soğuk Savaş Dönemi 1960 yılından itibaren çözülmeye başladı. 1969 yılından itibaren başlayan döneme Yumuşama (Detant) Dönemi adı verilmiştir. Detant Dönemi'nin en önemli özelliği taraflar arasında karşılıklı diyalogların kurulması ve bazı konularda iş birliği yapılmasıdır. Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un iktidara gelmesiyle uyguladığı politika bloklar arasındaki ilişkileri güçlendirmiş ve 1988'de silahlanma yarışının durdurulması ve orta menzilli füzelerin imha edilmesi antlaşmasının imzalanmasını sağlamıştır. Sovyetler Birliği'nin Parçalanması Rusya'da 1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılmasıyla kurulan yeni rejim, devletin adını Sovyet Rusya olarak nitelendirmişti. Yayılmacı bir politika izleyen yeni rejim, kısa süre içinde başta Kafkas cumhuriyetleri olmak üzere eski Çarlık Rusyası'nda yer alan bölgelerde komünist rejimin yerleşmesini sağladı. 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ;SSGB - Sovyetler Birliği) adını alan devlet, Orta Asya'ya doğru genişleyerek 1940 yılına gelindiğinde 15 cumhuriyetten oluşan bir birlik haline geldi. II. Dünya Savaşı'ndan güçlenerek çıkan Sovyetler Birliği, rejimini Doğu Avrupa ve Balkanlara yayarak bu bölgelerdeki ülkeleri "uydu devlet" haline getirdi. Soğuk Savaş Dönemi süresince Doğu bloğunun önderi olarak her alanda ABD ile yarışan Sovyetler Birliği ilerleyen süreçte ekonomik ve siyasal yönden yıprandı. 1985 yılında iktidara gelen Gorbaçov ekonomik ve siyasal alanda reformlar yaparak kötü gidişi önlemek istedi. Halkın yönetimde etkisinin artırılması yönündeki reform hareketleri, 1989'da önce uydu devletlerde ar-S dından birlik içindeki cumhuriyetlerde ihtilallerin * çıkmasına neden oldu. Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya'da komünist rejimin yerine demokratik yönetimler kuruldu. Doğu Almanya, Batı Almanya ile birleşti. Bağımsız Devletler Topluluğu 1989 yılında Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetlerde de bağımsızlık hareketleri başladı. 18 Ağustos 1991'de Gorboçav'a karşı düzenlenen darbe girişimi üzerine birliğe üye cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler. 21 Aralık 1991'de Kazakistan'ın başkenti Almatı'da bir araya gelen Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Ukrayna Bağımsız Devletler Topluluğunu kurdular. Topluluğa daha sonra Gürcistan üye olmuş, Türkmenistan ayrılmıştır. Baltık üyeleri olarak adlandırılan Estonya, Letonya ve Litvanya ise Avrupa ülkeleriyle yakınlaşmış ve topluluğa dahil olmamışlardır. Topluluk üyeleri birbirlerinin egemenliğini tanıma, içişlerine karışmama, eşitlik, sorunları barış içinde çözme, azınlık haklarına saygı gösterme konularında uzlaşmışlardır. 34 ¦ 4pa Sovyetler Birliği'nin Parçalanmasının Sonuçları > II. Dünya Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş Dönemi ile başlayan iki kutuplu dünya düzeni sona ermiştir. > ABD, tek süper güç olarak kalmış ve dünya politikasındaki etkinliği artmıştır. > II. Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Almanya yeniden birleşmiştir. > Komünizm tehlikesinden kurtulan Avrupa devletleri güçlü bir Avrupa Birliği kurma düşüncesini genişletmişlerdir. Günümüzde eskiden Doğu Bloğu'nda yer alan Avrupalı devletlerin Avrupa Birliği'ne alınması süreci yaşanmaktadır. Sovyetler Birliği'nin Parçalanmasının Türkiye Üzerindeki Etkileri > Türkiye'nin toprak bütünlüğüne yönelik önemli bir tehdit sona ermiştir. > Sovyetler Birliği'nden ayrılan Türk cumhuriyetleriyle etnik akrabalık Türkiye'nin önemini artırmıştır. > Türkiye, bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleriyle siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmuştur. ENERJİ KORİDORU TÜRKİYE Sanayi Devrimi'nden sonra enerji kaynaklarına sahip olmak devletler için hayati derecede önem kazanmıştır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren enerji kaynaklarının üretimini elde tutmak, bu kaynakların taşındığı yolları denetim altında bulundurmak devletlerin temel politikalarını oluşturmuştur. I. ve II. Dünya Savaşlarının çıkmasında devletlerin bu konudaki çıkarlarının çatışması büyük rol oynamıştır. Günümüzde kullanılan enerji kaynaklarının giderek azaldığı bilinen bir gerçektir. Dünya Enerji Konse-yi'nin tahminlerine göre enerji ihtiyacının yaklaşık olarak yarısını karşılayan petrol 40 - 60 yıl içinde talebi karşılayamayacak derecede azalacaktır. Bu durum devletler arasında petrole sahip olma rekabetini de artırmaktadır. Diğer yandan petrol rezervlerinin azalması devletleri alternatif enerji kaynakları bulmaya yönlendirmektedir. 3u arayım njc. doğalgazın öre ini artırmıştır. 2010 yılında doğalgazın enerji tüketimine katkısının % 25 olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye'nin Enerji Politikası Türkiye, enerji kaynakları bakımından dışa bağımlı bir ülke olmasına rağmen dünyada enerji kaynaklarının yaklaşık % 70'ini barındıran Orta Doğu ve Avrasya ülkelerinin komşusu durumundadır. Bu du- '¦'<~n Tu ¦ ¦ ;•; , ¦¦¦¦,-. nü,!:, e..--;,-arktadır. Petrol ve doğalgaza sahip olmak kadar bu kaynakları dünya pazarlarına ulaştırmak da önemlidir. Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi petrol ve doğalgaz bakımından zengin kaynaklara sahip ülkeler bu kaynakları ihraç edecek altyapıya sahip değiller. Hazar Denizi çevresindeki enerji kaynaklarının Avrupa'ya ve dünyaya taşınmasında Türkiye koridor görevi görebilecek bir konumdadır. 21. Yüzyılın Yeni İpek Yolu Hazar çevresindeki petrol ve doğalgazın nakli ile ilgili birçok proje yapılmıştır. Bu projeler içinde en güçlü olanlar Türkiye topraklarının kullanılmasını öngören projelerdir. Çünkü Türkiye, çeşitli siyasi çalkantılarla ve iç sorunlarla boğuşan bölgede demokratik ve laik siyasi yapısıyla güven vermektedir. Baku - Tiflis - Ceyhan Boru Hattı Projesi Türkiye, kendi topraklarından geçen uluslararası enerji yollarının dünya siyasetinde etkisini artıracağını ve ekonomik kalkınmasına büyük katkı yapacağını bilmektedir. Türkiye bu bilinçle 1990'lı yılların başından beri Azerbaycan petrolünü Akdeniz'e ulaştırmak için Baku - Tiflis - Ceyhan Boru Hattı Projesi'ni gerçekleştirmeye çalışmıştır. Nihayet 2005 yılında tamamlanan boru hattı ile Azerbaycan petrolü Ceyhan'a ulaşmıştır. Kazakistan petrollerinin de bu hat ile taşınması konusunda anlaşmaya varılmasıyla bu hattın kapasitesi ve önemi artmıştır. t Baku - Tiflis - Erzurum Doğalgaz Hattı Projesi Azerbaycan petrolünün yanında doğalgazının da Türkiye vasıtasıyla Avrupa'ya taşınması için Baku -Tiflis - Erzurum Doğalgaz Hattı Projesi tamamlanmış ve 2006 yılının sonunda Bakü'den Erzurum'a doğalgaz pompalanmaya başlanmıştır. Türkmenistan doğalgazının da bu yolla nakledilmesi söz konusudur. Nabucco Projesi Türkiye bu doğalgazın Avrupa'ya taşınması için Yunanistan - italya - Doğalgaz Boru Hattı ve Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'ya bağlayacak olan Nabucco Projesi'ni hayata geçirmeye çalışmaktadır. 21. yüzyılın İpek Yolu olarak nitelendirilen bu Doğu - Batı enerji koridoru tamamlandığında Türkiye bölgede en kilit role sahip devletlerden biri olacaktır. KÖRFEZ SAVAŞLARI ve TÜRKİYE I. Körfez Savaşı Irak, 1980 -1988 yılları arasında İran ile yaptığı savaşta ekonomik yönden ağır zararlara uğramıştı. Bu zararları karşılamak için 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Irak'ın Kuveyt topraklarını boşaltması için karar alarak, bu kararın 15 Ocak 1991 tarihine kadar uygulanmasını, aksi taktirde güç kullanılacağını duyurdu. Irak'ın bu süre içinde Kuveyt'i terk etmemesi üzerine ABD'nin öncülüğündeki çok uluslu hava güçleri 17 Ocak 1991 'de taarruza geçti. Irak, çok uluslu müttefik güçler karşısında başarısız olarak 6 Nisan 1991'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin şartlarını kabul ettiğini yazılı olarak ilan etti. Böylece I. Körfez Savaşı sona ermiştir. II. Körfez Savaşı ABD, Irak'ın Kitle imha Silahları ürettiğini iddia ederek bu devlete 20 Mart 2003'te yeniden savaş açtı. ABD bu savaşta Birleşmiş Milletler'den askeri destek kararı çıkartamamıştır. Bunun üzerine ağırlığını ABD ve İngiltere askerlerinin oluşturduğu koalisyon gücü oluşturulmuş, bu güç 1 Mayıs 2003'te Irak'ta Saddam Hüseyin yönetimine son vermiştir. Irak'ta 30 Ocak 2005'te geçici seçimler yapılmış ve demokratik yönetime geçilmiştir. Ancak ABD güçleri hala Irak'ta bulunmaktadır ve ülke henüz huzur ve güvene kavuşamamıştır. Körfez Savaşlarında Türkiye'nin Tutumu Türkiye, I. Körfez Savaşı'nda Irak'ın karşısında yer alarak Birleşmiş Milletler'in aldığı kararlara destek vermiştir. Örneğin Birleşmiş Milletler'in Irak'a ekonomik ve askeri ambargo kararına ilk uyan ülke Türkiye'dir. Ancak Türkiye savaşa aktif olarak katılmamış, İncirlik Üssü'nün çok uluslu güçler tarafından kullanılmasına izin vermiştir. Türkiye, II. Körfez Savaşı'nda ABD'yi ve koalisyon güçlerini desteklemekle birlikte daha çekimser bir politika izlemiş ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden cephe açmasına izin vermemiştir. Körfez Savaşlarının Türkiye'ye Etkileri > Irak'a uygulanan ambargo Türkiye'yi ekonomik yönden olumsuz etkilemiştir. Türkiye'nin ihracat kaybı onlarca milyar dolara ulaşmıştır. > Körfez Savaşlarından sonra Kuzey Irak'ta oluşan otorite boşluğu ve kaos Türkiye için bir tehdit ve risk bölgesi oluşturmuştur. > Kuzey Irak'taki otorite boşluğundan yararlanan bölücü terör örgütü kamplarını buraya taşımış ve bunun sonucunda Güney Doğu Anadolu'da terör olayları artmıştır. > I. Körfez Savaşı'nın sonunda Saddam Hüseyin'in baskısından kaçan yüz binlerce kurt, Türkiye'ye sığınmıştır. Bu mültecilerin vatanlarına geri dönünceye kadar geçen sürede barınma ve temel ihtiyaçlarının karşılanması Türkiye'ye ekonomik bir yük getirmiştir. > Körfez Savaşlarında Türkiye, savaş bölgesi ilan edilmese de yüz binden fazla yabancı turist rezervasyonlarını iptal ettirerek ülkemize gelmekten vazgeçmiştir. t DOĞAL KAYNAKLARDAN VERİMLİ YARARLANMA Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynakları oluşturur. Doğal kaynaklar insan ve toplum hayatı için vazgeçilemez nitelikte önemli değerlerdir. Su, oksijen, bitki örtüsü, petrol gibi doğal kaynakların büyük hızla azalması, canlıların yaşam alanlarını kısıtlamakta, çevresel felaketlere yol açabilecek iklim değişikliklerine yol açmaktadır. Türkiye çeşitli maden kaynakları bakımından zengindir. Ülkemizin jeolojik yapısının bir eseri olan madenlerin çıkarılması işlemi Eski Çağ'a hatta tarih öncesi döneme kadar iner. Bu nedenle madencilikle ilgili temel bilgiler diğer ülkelere Anadolu'dan yayılmıştır. Ülkemizde madenlerimizin bilimsel olarak işletilmesi Cumhuriyet döneminde 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü'nün kurulması ile başlamıştır. Doğal kaynakların verimli bir şekilde değerlendirilmesi ülkemizin kalkınmasına doğrudan katkı sağlayacaktır. Ülkemizdeki doğal kaynakların verimli kullanılmasıyla ilgili projelerden bazıları şunlardır: Su Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Üstelik Türkiye mevcut su potansiyelinin tamamını kullanamamaktadır. Devlet Su İşleri'nin verilerine göre 2003 yılında sulama, içme suyu ve sanayi sektöründe mevcut su potansiyelimizin yaklaşık olarak % 36'sı kullanabilmiştir. Su, günümüzde en önemli enerji türlerinden biri olan elektrik üretiminde de önemli bir kaynaktır. Ülkemizde kurulan hidroelektirik santralleriyle elektrik üretimi yapılmaktadır. Türkiye bu alanda potansiyelinin % 20'sini değerlendirebilmektedir. Devlet Su İşleri (DSİ), su kaynaklarının değerlendirilmesi ve verimli bir şekilde kullanılması amacıyla projeler üretmektedir. DSİ ürettiği projeler ile 2030 yılına kadar su potansiyelinin tamamını değerlendirmeyi ve ülke ekonomisine yıllık 27,8 milyar dolar gelir sağlamayı amaçlamaktadır. Petrol Türkiye, çevresinde yer alan komşularının zengin petrol yataklarına sahip olmasına karşın bu doğal kaynak bakımından yetersiz bir rezerve sahiptir. Türkiye enerji ihtiyacının yarısına yakınını petrolden karşılamaktadır. Bu durum Türkiye'yi enerji bakı-.-¦; .ağımlı hale getirmektedir. Ülkemizde petrol arama ve üretimiyle Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) görevlendirilmiştir. TPAO son yıllarda yeni teknolojilerle petrol arama faaliyetlerine hız vermiştir. Özellikle son iki yılda denizlerde yapılan araştırma çalışmalarının sayısı 50 yılın toplamından daha fazladır. Bu çalışmalar so-. ~'-'- -;nın bulunması umut Türkiye coğrafi konumu nedeniyle petrol rezervleri zengin üretici ülkelerle, enerji tüketimi yoğun sanayileşmiş batı ülkeleri arasında ve Asya-Avrupa yolu üzerinde yer almaktadır. Tü'klyc nın öncelikli hedef-¦eri arasında bu potansiyelin değerlendirilerek "21. yüzyılın Avrasya Enerji Koridoru" konumuna getiril-resi yer almaktadır. Bor Türkiye, kimya sanayiinin önemli ham maddelerinden biri durumunda olan bor madeni bakımından dünyanın en zengin yataklarına sahiptir. Dünyadaki bor rezervlerinin % 63'ü ülkemizde bulunmaktadır. Bor madeni günümüzde, camdan elektroniğe, seramikten uzay teknolojisine, sağlıktan enerjiye, ahşaptan metalürjiye ve izolasyondan tarıma kadar yüzlerce alanda kullanılmakta, yaşam kalitemizi önemli ölçüde etkilemektedir. Ancak Türkiye'nin bu rezervleri istenilen oranda ekonomik kazanca dönüştürdüğü söylenemez. Bor madeni rezervlerimize eş değer oranda ekonomik fayda elde edilebilmesi bora dayalı sanayinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu amaçla Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN) kurulmuştur. BOREN endüstriyel uygulama amaçlı projelere gerekli desteği sağlamaktadır. Toryum Türkiye'de toplam rezerv yaklaşık 380.000 ton civarındadır. Günümüzde toryumla çalışan ticari ölçekli bir santral bulunmamaktadır. I Toryumun, gelecekte nükleer santrallerde kullanılması beklenmektedir. Bu yüzden dünyadaki teknolojik gelişmelerin paralelinde ülkemizde de toryum tabanlı yakıt çevrimi konusundaki araştırma - geliştirme çalışmalarına devam edilmelidir. Bu amaçla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu 2000 yılında Uluslararası Yenilikçi Nükleer Reaktörler ve Yakıt Çevrimi adlı projeye katılma kararı almıştır. Krom Ülkemiz krom rezervi açısından oldukça zengin olup bu bakımdan dünya dördüncüsü durumundadır. Yüksek kaliteli çelik elde etmek için kullanılan bu maden savaş araç gereçleri yol yapım makina-ları, gemi, uçak ve lokomotif motorlarının yapımında kullanılmaktadır. Türkiye cumhuriyet öncesinden beri krom dış satımı yapmaktadır. Günümüzde yıllık üretiminin hemen hemen yarısını dışarıya satmakta, geri kalan kısmı ise - •;¦.:' --a ve Elazığ'daki ferrokrom fabrikalarına göndermektedir. Dünyada krom üreticisi ülkeler bu madeni ham olarak değil işleyerek sattıkları için iyi paralar kazanmaktadırlar. Bu gerçeği gören Türkiye de ülkenin uygun bölgelerinde ferrokrom fabrikalarının yapılması ile ilgili projeler yapmıştır. Bu projeler gerçekleştirildikten sonra krom ihracının ülke ekonomisine katkısı 3 - 4 kat artacaktır. TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ Avrupa'nın en geniş, en etkin iş birliği çerçevesinde birleşip bütünleşmesi ve Avrupa Birliği'nin bu bütünleşme içinde gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır. Bu bütünleşme, Avrupa'nın ekonomik ve siyasi olarak entegrasyonunu hedeflemektedir. AB'nin kuruluşu 18 Nisan 1951'de Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda arasında Paris'te imzalanan antlaşmaya kadar uzanır. 25 Mart 1957 tarihinde Roma'da imzalanan anlaşmalarla resmen kurulmuştur. Türkiye - Avrupa Birliği İlişkilerinin Takvimi > 12 Eylül 1963 Türkiye ile AET'yi Gümrük Birliği'ne götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan ( rtaKİık Anlaşması (Ankara Anlaşması) imzalanmıştır. > 13 Ocak 1972: Ortaklık Anlaşması'nın Topluluğa katılacak yeni ülkelerce de kabulünü sağlayacak Türkiye - AET müzakereleri başlamıştır. > : 1982 Avrupa Topluluğu, Türkiye ile ilişkilerini dondurma kararı almıştır. > "G6G Türkiye - AET Ortaklık Konseyi toplanmış, böylece dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamıştır. > i;san ;at Türkiye, AT'ye, tam üye olmak üzere müracaat etmiştir. > Ocak 1996: Türkiye ile AB arasında sanayi ve işlenmiş tarım ürünlerinde gümrük birliği yürürlüğe girmiştir. > '.-: s t : :F Helsinki'de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi zirve toplantısında Türkiye'ye adaylık statüsü tanınmıştır. > < Haziran 2G02: Avrupa Birliği ile Türkiye arasında topluluk programlarına katılımın genel ilkelerini belirlemek üzere imzalanan Çerçeve Anlaşma, 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. f* 16-17 Aralık 2004 AB Devlet ve Hükümet Başkan-u lan Konseyinin Brüksel'de yapmış olduğu zirve toplantısında, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeterli ölçüde karşıladığına karar verilmiş ve 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlanması öngörülmüştür. > 12 Haz;: an 2006 Türkiye ile AB arasında üyelik müzakereleri başlamıştır. Türkiye, Avrupa ile bütünleşme yolunda bir politika takip etmektedir. Bu durum Avrupa Birliği'ne katılmakla gerçekleşmiş olacaktır. i evaplı est Atatürk bu sözüyle aşağıdakilerden hangisine dikkat çekmiştir? A) Yeni bir dünya savaşı tehlikesinin varlığına B) Versay Antlaşması ile Almanya'ya taviz verildiğine C) Türkiye'nin sınırlarının yeniden belirlenmesi gerektiğine D) Türkiye'nin yayılmacı bir politika izleyeceğine 2. Türkiye, Avrupa Birliği'ne üye olmak için ilk kez 1963 yılında başvurmuştur. 2006 yılında taraflar arasında üyelik müzakereleri başlamıştır. Bu bilgilere dayanarak, I. Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci henüz tamamlanmamıştır. II. Türkiye, AB yolunda önemli bir aşama kaydetmiştir. III. AB, eski önemini kaybetmiştir. yargılarından hangisi veya hangilerine ulaşılamaz? A) Yalnızl C) Yalnızlll B) Yalnızl D) I ve II Türkiye, 1952 yılında uluslararası ortak güvenlik sistemi NATO'ya üye olmuştur. Türkiye'nin NATO'ya üye olmakla, I. Toprak bütünlüğünü güvence altına alma II. Ticaret gelirlerini artırma III. Dünyadaki bütün Türkleri kendi egemenliğinde birleştirme hedeflerinden hangisi veya hangilerine ulaşmak istediği savunulabilir? A) Yalnızl C) Yalnız II B) Yalnız II D) I ve II 4. Enerji kaynaklarının yaklaşık % 70'ine sahip Avrasya ve Orta Doğu'ya komşu olan Türkiye bu kaynakların kendi topraklarından geçerek Avrupa'ya aktarılmasını sağlayacak projeler yapmıştır. Bu projelerin Türkiye'ye, I. Ekonomik kalkınmayı hızlandırma II. Dünya siyasetinde önemini artırma III. Enerji ihtiyacını karşılama konularının hangisi veya hangilerinde yardımcı olacağı savunulabilir? A) Yalnızl C) Yalnız I B) Yalnız II D) I, II ve III Dünya Enerji Konseyi'nin tahminlerine göre enerji ihtiyacının yaklaşık olarak yarısını karşılayan petrol 40 - 60 yıl içinde talebi karşılayamayacak derecede azalacaktır. Bu durumun, I. Alternatif enerji kaynakları aranması II. Petrol fiyatlarının düşmesi III. Petrol arama çalışmalarına son verilmesi gelişmelerinden hangisi veya hangilerine neden olduğu savunulabilir? A) Yalnızl C) Yalnız Ih B) Yalnız II D) I ve II 6. II. Dünya Savaşı'nı demokrasiyi savunan devletler kazanmış, bunun sonucunda Avrupa'da ve dünyada demokrasi rejimi yaygınlaşmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra görülen aşağıdaki gelişmelerden hangisi bu duruma örnek olarak gösterilebilir? A) Sovyet Rusya'nın komünizm rejimini Doğu Avrupa'ya yayması B) Milletler Cemiyeti'nin yerine Birleşmiş Mil-letler'in kurulması i C) Türkiye'de çok partili sisteme geçilmesi D) Almanya'nın Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması 8. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ihtiyaç duyduğu çeşitli silah, araç ve gereçlerinin önemli bir bölümü yurt içindeki fabrikalarda üretilmektedir. Bu durumun, I. Binlerce kişiye iş imkanı sağlanması II. Ülke parasının yurt dışına çıkışının önlenmesi III. Savunma sanayiinde dışa bağımlılığın azalması amaçlarından hangisi veya hangilerine ulaşılmasına katkı yaptığı savunulabilir? A) Yalnızl C) I ve II B) Yalnız II D) I, II ve ill Türkiye Cumhuriyeti, topraklarında pek çok ülkenin gözü olmasına rağmen Kurtuluş Savaşı'ndan sonra saldırıya uğramamıştır. Bu durumun aşağıdakilerden hangisinin bir sonucu olduğu savunulabilir? A) Komünizm rejiminin yaygınlaşmasının B) Türk ordusunun caydırıcı bir güce sahip olmasının C) Türkiye'de çok partili sisteme geçilmesinin D) Türkiye'nin insan haklarının korunmasına önem vermesinin İ 1945'te dünya barışını korumak için"^ kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü yalnızca üye devletlerde değil, tüm dünyada insan haklarının korunması Jçin çalışmalar başlatmıştır. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün bu tutumunun aşağıdakilerden hangisine ortam hazırladığı savunulabilir? A) İnsan haklarının evrensel bir nitelik kazanmasına B) Irkçılık hareketlerinin yaygınlaşmasına C) Devletler arasında bloklaşmalar yaşanmasına D) Birleşmiş Milletler'e üye olan ülke sayısının azalmasına 10. Yeni Türk Devleti, Kurtuluş Savaşı Dönemi'nde Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler kurmuş, dış politikada birlikte hareket etme kararı almıştı. Ancak Türkiye II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyet Rusya'ya karşı Batı Bloğu'nda yer almıştır. Türkiye'nin dış politikasındaki bu değişikliğin, I. inkılap hareketlerinin toplumda yerleşmesi II. Sovyet Rusya'nın II. Dünya Savaşı'ndan güçlenerek çıkması III. Sovyet Rusya'nın Doğu Anadolu'dan toprak istemesi gelişmelerinden hangisi veya hangilerinin sonucunda gerçekleştiği savunulabilir? A) Yalnızl C) Yalnız III B) Yalnız D) I ve II ¦fct-1 1-A 2-C 3-A 4-D 5-A 6-C 7-D 8-b m*-* w10-0 evaplı 2. Türkiye'de yeni Seçim Kanunu ile aşağıdakilerden hangisinin amaçlandığı savunulabilir? A) Halkın yönetime katılımının sınırlandırılma-sının B) Kadınların seçimlere katılmasının C) TBMM'nin yetkilerinin genişletilmesinin D) Demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesinin Türkiye, Birleşmiş Milletler'in çağrısı üzerine silahlı mücadelelerin yaşandığı Bosna - Hersek, Kosova, Arnavutluk, Somali ve Afganistan'a asker göndermiştir. Bu bilgilere dayanarak Türkiye ile ilgili, I. Dünyanın en kalabalık ordusuna sahiptir. II. Ordusunda yabancı askerler bulundurmaktadır. III. Dünya barışını koruma çabalarına destek vermiştir. yorumlarından hangisi veya hangilerine ulaşılabilir? A) Yalnızl C) Yalnız II B) Yalnız D) I ve II 3. II. Dünya Savaşı boyunca hem Mihver Devletler hem de Müttefik Devletler Türkiye'yi kendi yanlarında savaşa sokmaya çalışmışlardır. Bu durumun temel nedeni olarak aşağıdakilerden hangisi gösterilebilir? A) Türkiye'nin saltanat yönetimine son vermesi B) Türkiye'nin stratejik öneme sahip bir coğrafyada bulunması C) Türkiye'de tek parti yönetiminin devam etmesi D) Türkiye'de çağdaş uygarlığa yönelik yeniliklerin yapılması 4. Körfez Savaşları sırasında, • Irak'a uygulanan ambargo yüzünden Türkiye'nin ihracat kaybı onlarca milyar dolara ulaşmıştır. • Yüz binden fazla yabancı turist rezervasyonlarını iptal ettirerek ülkemize gelmekten vazgeçmiştir. Yukarıdaki bilgilerde Körfez Savaşlarının Türkiye'yi hangi alanda olumsuz etkilediği vurgulanmıştır? A) Siyasal C) Dinsel B) Ekonomik D) Askeri 5. Terör ve anarşinin yayılmasında, halkın bilgi ve anlayış azlığı ve kamuoyunun terör konusunda eğitim yetersizliği etkili olmaktadır. Bu bilgiye dayanarak aşağıdakilerden hangisinin terör ve anarşi ile mücadeleye katkı sağlayacağı savunulabilir? A) Halkı terör ve anarşi konusunda bilinçlendirmenin B) Terör örgütlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımanın C) Terör ve anarşi olaylarının halka duyurulmasını önlemenin D) Askerlik süresini artırmanın 6. Türkiye dünyanın en zengin bor yataklarına m sahip olduğu halde bor ticaretinde aynı oranda ekonomik kazanç elde edememektedir. Aşağıdakilerden hangisi bu durumun bir nedeni olarak gösterilebilir? A) Gelişmiş ülkelerin bor madenine ihtiyaç duyması B) Borun işlenmeden ham madde olarak satılması C) Bor rezervlerinin Orta ve Batı Anadolu'da bulunması D) Bor madeninin geniş bir kullanım alanının bulunması 7. Türkiye, Sovyetler Birliği'nin parçalanmasından sonra bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleriyle siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmuştur. Bu bilgiye dayanarak Sovyetler Birliği'nin parçalanmasının aşağıdakilerden hangisine ortam hazırladığı savunulamaz? A) Türkiye'nin dış politikada etkinliğinin artmasına B) Türk devletleri arasında iş birliği yapılmasına C) Türkiye'nin stratejik öneminin artmasına D) Komünizm rejiminin yeni yayılma alanları bulmasına 8. Amerika ve Sovyet Rusya liderliğinde Batı ve Doğu blokları arasında gelişen, açık ama silahlı mücadeleye dönüşmeyen sınırlı çekişmeye soğuk savaş adı verilmiştir. ı Bu durumun aşağıdakilerden hangisini engellediği savunulabilir? A) Teknolojik ilerlemenin devam etmesini B) Dünya barışının güçlenmesini C) Devletler arasında rekabetin artmasını D) Devletler arasında siyasal anlaşmazlıklar çıkmasını test - 2 1-D 2-C 3-B 4-B İ5-A 45 bin km olan karayolu uzunluğu günümüzde 425 bin km'yi bulmuştur. Günümüzde uçakla seyahat eden yolcu sayısı büyük artış kaydetmiştir. 1938'de 3360 km olan demiryolu uzunluğu günümüzde 8697 km'dir. Resimdeki çocuklar Türkiye'de hangi alanda kaydedilen aşamayı belirtmişlerdir? A) Ulaşım C) Sanayi B) Haberleşme D) Sağlık 10. Cumhuriyet Dönemi'nde sporun yaygınlaştırılmasına büyük önem verilmiştir. Aşağıdakilerden hangisinin bu doğrultuda gerçekleştirildiği savunulabilir? A) Temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması B) Yurt dışına öğrenci gönderilmesi C) Ankara, İstanbul ve izmir'de Devlet Kon-servatuvarlarının açılması D) Okullarda beden eğitimi dersinin zorunlu olması 11. Sovyet Rusya'nın II. Dünya Savaşı'ndan sonra komünizm rejimini Balkanlar ve Doğu Avrupa'ya yayması üzerine ABD'nin önderliğinde demokratik Avrupa devletleri birleşmişlerdir. Böylece Doğu ve Batı blokları oluşmuştur. Bu bilgiye dayanarak Doğu ve Batı bloklarının oluşmasında temel etken olarak aşağıdakilerden hangisi gösterilebilir? A) Yönetim biçimindeki farklılık B) Sömürgeciliğin sona ermesi C) insan hakları konusunda uzlaşmazlık D) Ekonomik faaliyetlerin gelişmesi 6-B,;üf 7-Dj 8-B 9-A 10-1 11-A
Bugün 7691 ziyaretçikişi burdaydı!


Copyright © 2009 | Tüm Hakkı Saklıdır!!! | Tema Tasarım ve Kodlama : Css-Sablon

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol